How Green Was My
Valley
Galler’deki bir madenci
kasabasında yaşayan Morgan ailesinin hikayesi anlatılıyor. Richard Llewellyn’in çok satan ödüllü romanından
(1939) filme
uyarlandı. John Ford’un 4 Oskar'ından biri de dahil olmak üzere 5 dalda Oskar aldı (1941 yılı en iyi film ödülü de bunlar arasında, üstelik Yurttaş Kane’i yenerek).
“Vadim O Kadar
Yeşildi Ki” harika bir film. Basit bir aşk ya da bildungsroman (büyüyüp olgunlaşma) hikayesinden çok
daha fazlası. Mutlaka kitabı da okumalıyım dedirten bir uyarlama. Unutulmaz bir
sinematografi. Enfes müzikler. Uzatmadan nokta atışlarıyla devam eden etkileyici bir film.
Oyunculuklar birinci sınıf. Özellikle anne ve baba
rollerindeki Sara Allgood (En İyi
Yardımcı Kadın Oyuncu Oskar’ını aldı zaten) ve Donald Crisp hem drama hem de komedi sahnelerinde çok çok iyiydi. Biraz bizim Gülen Gözler'deki Yaşar Usta ve Nezaket hanım biraz da Neşeli Günler'deki Saadet ve Kazım ikilisinin Gal versiyonu gibiler. Walter
Pidgeon’ı zaten Greer Garson ile
çevirdiği filmlerden çok severdim (Mrs Miniver, Madam Curie, bilhassa da Scandal
at Scourie). Maureen O ‘Hara
herhalde Ford filmlerinin en güzel birkaç kadınından biridir. En genç haliyle ve
iyi bir oyunculukla bu role de çok yakışmış. Küçük Huw rolündeki Roddy McDowell ise defalarca
seyrettiğim, OST’sini hala dinlediğim, 80lerin kült vampir filmlerinden Fright
Night filminin Peter Vincent’ı. Yani kadro müthiş
Film, sosyoekonomik dokusuyla Türk sinemasında Halit Refiğ’in yönettiği Gurbet Kuşları’nı hatırlattı. Herhalde
bunun en büyük sebeplerinden birisi o filmin de uyarlandığı kitabı yazmış olan Orhan Kemal olsa gerek. İlk gençlik yıllarımda kitaplarının
çoğunu okuduğum bu büyük Türk yazarının romanlarında sık rastlanan ana
öğelerden biri ailelerin kötü şartlarda dağılıp savruluşları olmuştur. Mesela aklıma
hemen Eskici Baba ve Oğulları
geliyor. Yine Baba Evi vardı bu
tarza yakın.
Romanın yazarı Richard
Llewellyn sık seyahat eden bir adammış. Savaş sonrası gazetecilik yapmış.
Casus romanları da var.
Filmin müzikleri Gal dilinde nefis halk şarkıları ve ilahilerle dolu.
OST’yi Andrew Newman hazırlamış.
Zaten Ford filmlerinin çoğunda onun imzasını görürüz. Dokuz oskarlı rekortmen bir film müzikleri ustası. Wall-E gibi filmlerin müziklerini yapan Thomas Newman ise oğlu.
Aşağıdaki linkte filmde dinlediğimiz Gal ilahilerinden biri var.
Klasiklerimden biri. "Üzse de ümitlendiren üstün bir film..!"
NOTLAR
Film, Huw’un annesinin pazara giderken giydiği şala
eşyalarını sarmasıyla açılıyor. Sırf bu ayrıntı bile ne kadar duygu yüklü,
incelikli bir filmle karşılaştığımızın göstergesi. Artık orta yaşlarının sonuna
gelmiş Ömrünü geçirdiği vadisine bir daha geri dönmemek üzere veda ederken düşündüklerini
duyuyoruz:
Huw Morgan: “And I’m going from my
valley. This time I shall never return”
Bu girişten sonra Huw’un çocukluğu ve gençliği ekseninde
ilerleyen film Morgan ailesinin hikayesini anlatıyor.
Huw Morgan: “Memory...
Strange that the mind will forget so much of what only this moment has passed,
and yet hold clear and bright the memory of what happened years ago; of men and
women long since dead.
Yet who shally say what is real,
what is not. Can I believe my friends all gone when their voices are still a
glory in my ears. No! And I will stand to say no and no again. For they remain
a living truth within my mind.
There is no fence nor hedge
around time that is gone. You can go back and have what you like of it, if you
can remember. So I can close my eyes on my valley as it is today, and it is
gone, and I see it as it was when I was a boy. Green it was, and possessed of
the plenty of the Earth. In all Wales, there was none so beautiful. Everything
I ever learned as a small boy came from my father and I never found anything he
ever told me to be wrong or worthless. The simple lessons he taught me are as
sharp and clear in my mind as if I had heard them only yesterday. In those
days, the black slag, the waste of the coal pits, had only begun to cover the
sides of our hill. Not yet enough to mar the countryside, nor blacken the beauty
of our village, for the colliery had only begun to poke its skinny black
fingers through the green.”
Ne kadar nefis cümleler. Filmin anlatıcı sesi Huw’dan dinlediğimiz
tekrar tekrar okunası bu sözler hikayenin tamamına hakim şiirsel ama akıl dolu,
gözlem dolu, duygulu ama gerçekçi dokuyu pek mükemmel yansıtıyor. Yüksek sesle
kaç kere okudum unuttum. Bir süre sonra filmin ötesine geçip kendi vadisinden
görüntüler uçuşuyor insanın zihninde.Aile, çocukluk, gençlik. Neler neler…
Huw Morgan: “In those
days, the black slag the waste of the coal pits, had only begun to cover the
side of our hill. Not yet enough to marr the countryside”
Gittikçe yayılan bir kömür karasına karşın hala şarkılar
eşliğinde eve gidiş. Keselene keselene yıkanma. Tüm güçlüklerine karşın aile
saadeti. Kollektif mutluluk manzaralarının farklı bir karşılığı, bir çekiciliği
var insan psikolojisinde.
Huw Morgan: “My mother
always started to eat last and finished first. My mother was the heart and
father was the brain of our house”
Film boyunca Duygu/düşünce düalizmi evin anne ve babası
üzerinden yürüyor. Bazen komik olaylara sebebiyet verip neşe kaynağı olurken,
bazen biri bazen diğeri haklı. İki taraf da basit birer anne baba
olmaktan öte filmin başrolünde bana sorarsanız.
Kömür madeninde çalışan işçilerin gişenin önünde paralarını
alırken yüzlerinde beliren mutluluk parıltısını, kapkara kömür lekeleri daha da belirgin
hale getiriyordu. Düğün sonrası elele tutuşup kasabanın dans etmesi. Geleneksel
Gal eğlenceleri. Temiz bir beraberlik dönemine vurgu yapan sahneler. Tıpkı
ocaktan eve geliş gibi. Beraberliklerin de temizi kirlisi vardır maalesef. Her
birlik beraberlik temiz değildir.
Bu 15 dakikalık bahtiyar görüntüler ardından madende
ücretler azaltılır. Karanlıklaşan bir atmosfer kendini hissettirir. Sembolik
olarak “tepedeki maden” hayatlarını
zorlaştırmaya başlar. Hayat şarkılarla geçmez.
Oğullar: “This is only
the beginning. Watch now. They’ll cut us again and still again. Until they have
this (yemek çantası) as empty as their
promises”
Çocuklar sendikalaşalım deyince baba sosyalist saçmalığı der.
Eski kafalıdır. Yanlış yere de olsa sadakat onun için önemlidir. Sözcü olduğu için
yağmur altında çalıştırırlar babayı. Sonunda oğlanlar son derece nazik bir
şekilde babalarına isyan eder. Otoritesini alenen sorgularlar.
Oğullar: “We are not
questioning your authority sir. But if manners prevent us from speaking the
truth, we will be without manners”
Nefis bir tespit. Gerekirse babaya da, devlete de, kanuna da
isyan etmenin gerekebileceği işlenir bu sahneyle. Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk’ten öğrendiğim tabirle, insanın “hanif” sıfatının kulakları çınlatılır.
Ne yazık ki günlük konuşmalarımızda hanif kelimesi de içeriği de bir kenara itilmiş gözüküyor.
"If manners prevent us from speaking the truth, we will be without manners” |
Grev başlar. 22 hafta sürer. İşçiler karşı olmasına karşın babayı
suçlamaya başlar. Homurtulu dedikodular yükselir. Sonunda anne Beth Morgan
yağmur altında kadın haliyle toplantılarına gidip günah keçisi arayan işçilerin
hepsiyle yüzleşir ve bir konuşma yaparak canlarına okur. Annelik işte.
Beth Morgan: I have come
up here to tell you what I think of you all, because you are talking against my
husband. You are a lot of cowards to go against him. He has done nothing
against you and he never has and you know it well. How some of you, you smug-faced hypocrites, can sit in the same chapel
with him I cannot tell. To say he is with the owners is not only nonsense but
downright wickedness. There's one thing more I've got to say and it is
this. If harm comes to my Gwilym, I will find out the men and I will kill them
with my two hands. And this I will swear by God Almighty.
Fırtınada evlerine dönerken Huw ve annesi nehre düşer. Yarı
donarlar. Kurtarıldıktan sonra doktor
uzun süre yataktan kalkamayacaklarını hatta Huw’un yürümesinin 1-2 seneyi
bulabileceğini söyler.
"If harm comes to my Gwilym, I will find out the men and I will kill them with my two hands." |
Annesi üst katta çocuk alt katta. Mahkumlar gibi sopalarla duvara vurarak konuşup dinlenirler. Mr. Gruffydd çocuğu ziyaret eder ve Treasure Island’ı hediye edip harika bir konuşma yapar.
Mr. Gruffydd: You've been
lucky, Huw. Lucky to suffer and lucky to spend these weary months in bed. For
so God has given you a chance to make the spirit within yourself. And as your father cleans his lamp to have
good light, so keep clean your spirit... By prayer, Huw. And by prayer, I don't
mean shouting, mumbling, and wallowing like a hog in religious sentiment.
Prayer is only another name for good, clean, direct thinking. When you
pray, think. Think well what you're saying. Make your thoughts into things that
are solid. In that way, your prayer will have strength, and that strength will
become a part of you, body, mind, and spirit.
Ne muhteşem bir tespit ve tanım bu! Ne kadar net ve temiz
cümlelerle ifade edilmiş. Bakar mısınız…Dua dediğin tam da budur benim için de.
Bu kadar harika bir dua tarifine başka bir yerde kolay kolay rastlayamazsınız. Yerlerde sürünerek, bağırıp çağırarak, domuz gibi iniltiler çıkararak, aptal aptal
ezberleyip bilmeden tekrar ederek dua ettiğini sananlara nefis bir ders. Dua insanın kendisine ait olmalı bence. Fason dua olacağına inanmıyorum, en fazla ilahi olur.
"Prayer is only another name for good, clean, direct thinking" |
Madende tekrar lş başlar ama herkes alınmaz. Morgan ailesinin oğullarından ikisi de bunların arasındadır. İşsiz kalan iki oğul Amerika’ya gider. Herkes koroyu dinlerken iki kardeşin ekmek derdine sessizce vadiden ayrılışları yine uzaklaşan karaltılar şeklinde seyirciye verilir.
Filmdeki “Vadi”, biraz herkesin yaşadığı mahallesi, biraz da
ülkesidir.
Kilisede cemaate teşhir ve habis bir suçlama. Dinin içine etmiş
ruhban sınıflarının vicdansızlığı. Vicdansız din olur mu? Din dediğin kollektif
bir vicdan değil midir zaten? Odun gibi insanın dini olabilir mi Allah
aşkına! Kilisede kasabadan bir kadının aforoz edilmesine Angharad alenen tepki
gösterir ve “Din bu değil!” diyerek
kiliseyi terk eder. Ardından Mr. Gruffydd ile konuşmalarında birbirlerine
besledikleri tertemiz hislere karşın geleceklerinin olmayacağı kendini belli
eder:
Angharad: “How could u
stand there and watch them! Cruel old men, groaning and nodding her to hurt
more! That is not the word of God ‘Go thou and sin no more’ Jesus
said”
Mr. Gruffydd: “U know ur
Bible too well, life too little…”
Angharad: “I know Meillyn
Lewis is no worse than I am”
Rahip tam bir zebevenk! |
Maden sahibinin kibirli oğlu Angharad’ı beğenir ve tanışmak
ister. Geleneklere göre babadan konuşmak için izin alınması gerekir. Bilhassa
evin babasının harika oyunculuğu ile komik sahneler yaşanır.
Oğlan, burnu havalarda, kimseyi umursamayan bir tiptir. Angharad,
Gruffydd’e sırılsıklam aşıktır. Son bir ümitle vaizle konuşur ama adam “Ben
fakirim sana onun vereceklerini veremem ve kötü durumda olman beni mahveder”
der. Doğrudur. İnsan kendi haline üzülmez ama sevdiğinin kötü şartlarda olması
korkunç bir işkence olabilir.
Angharad maden sahibinin oğluyla evlenir. Düğünden sorna
kiliseden çıkıp arabayla uzaklaşırlarken gerilerde bir yerlerde arkalarından
bakan karaltı halindeki Gruffydd’in olduğu sahne arka arkaya yutkundurur
seyredeni ve hafızanıza silinmemek üzere yerleşir.
Aileden okula ilk giden küçük Huw olur. Pislik bir kompleksli
öğretmen vardır. Küçük görür, haksızlık yapar, sonunda sopa atar. Morgan
ailesinin boksör arkadaşları gidip iyi bir ders verir sonunda, filmin komediye
göz kırptığı ender sahnelerden birisidir.
Morgan’ların evli oğulları Ivor madende hayatını kaybeder. Karısı
Bron yalnız kalır. Hala eşinin giysilerini sabah hazır edecek kadar özler
eşini. Huw okulu iftiharla tamamlar. Üniversiteye gitsin ister babası ama ikna
edemez. Israrla madeni (colliery) seçer ve ardından Bron’a gidip, “ben seninle
kalayım, benim giysilerimi hazırla” der.
Felaketler bununla kalmz. Kalan iki abiyi de ücretleri
yüksek olduğu için işten çıkarırlar.İki çocuğu daha toplanıp uzaklara iş
aramaya giderken baba Morgan İncil’i okur. Son cümlesi “my cup runneth over” olur. Bardak taştı.
Çocukları gittikten sonra çocuk harita üzerinde abilerinin
gittiği yeri tarif ederken geçen konuşma yine unutulmaz bir sahnedir:
Huw: One line to Owen and
Gwil, down to Cape Town and Angharad, Over here to Canada and Ianto, and down
here to Davy in New Zealand. And u are the star shining on them from this house
all the way acros the continents and oceans.
Anne: “All the way? How
far am I shining then if u can put it all on a little piece of paper?”
Baba:“Now a map it is my
old beauty. A picture of the world to show u where they are.”
Anne: “I know where they
are, without any old maps or scratches, or spiders or pencils. They are in the house…”
"They are in the house…" |
Angharad Cape Town’dan döner, hastadır, kendi evine gitmez. “Tepedeki” Evans konağında yaşar. Mutsuzdur. Huw ziyarete gider, tanıdıkların ne yaptığını anlatır. Sonunda Gruffydd’e gelir laf:
Huw: “He is still first
up and last to bed”
Angharad: How is he Hew?”
Huw: “Not as he was”
Angharad: Is he ill?
Huw: Inside. In his eyes
and in his voice. Like you.”
Mrs Nicholas,
Evans konağının 37 yıllık hizmetçisidir. Sürekli bunu tekrarlar. Her ayak işini
kendi yapmak ister. Angharad istemez. Kadın onur meselesi yapar. Vaizle
aralarında ilişki olduğuna dair dedikodular yayar. Alt tabakalarda hakim
haysiyetsizlik mutfaktaki dedikodu sahnesinde harika verilmiş. Maalesef fakir
insanlar ya da ezilenler her zaman iyi insanlar olmayabilir. Fakirlerin çoğu da
kahpe kalabalığın bir parçasıdır.
Kasabada dedikodular yayıldıkça yayılır. Ailenin huzuru
kalmaz.
Huw: “As the slag had
spread over my valley, so now a blackness spread over the minds of its people. For the first time in my memory, our
front door was shut tight in the daytime.”
İşte nefis bir toplumsal değişim tespiti.
Kilisede kounyla ilgili toplantı düzenlenecektir. Baba tavır
alır. Kiliseye gitmez.
Baba: “If they do this
thing again, I will never set foot in the chapel again as long as I live!”
Huw ikisinin arasında hiçbir şey olmadığını söyler annesine.
Annesi iyi bir hayat dersi verir.
Huw: “Ama ablam hiçbir
şey yapamdı ki!”
Anne: “Nothing is enough
for people who have minds like cesspools. I hope when u re grown Hew, their
tongues will be slower to hurt”
Anne: “None of us will be there. But the disgrace will not stay
away”
Kahpe kalabalık
yine yapacağını yapmıştır. Huw toplantıya gider. Gruffydd son kez bir
konuşma yapar ve cemaatin canına okur, tüm alçaklıklarını yüzlerine vurur.
Unutulmaz bir konuşmadır bu. Filmin defalarca seyredilecek ana sahnelerinden
birisidir:
Gruffydd “I am leaving
the valley with regret. Toward those who have helped me here, and who have let
me help them. But for the rest of u, those of u who have only proved that I
have wasted my tiem among u, I have only this to say. There is not one among
uwho has had the courage to come to me and accuse me of wrongdoing. And yet, by
any standard, if there has been a sin, I am the one who should be branded the
sinner. Will anyone raise his voice here now to accuse me? No. U re cowards too, as well as hypocrites.
But I dont blame u. The fault is mine as much as yours. The idle tongues, the
poverty of mind which u have shown mean that I failed to reach most of u with
the lesson I was given to teach. “
Sonra yürüyerek arka sıradaki Huw’un yanına gider ve şöyle
der.
“Huw, I thought when I was a young man that I would conquer the world
with truth. I thought I would lead an army greater than Alexander ever dreamed
of, not to conquer nations, but to liberate mankind. With truth. With the
golden sound of the Word. But only a few of them heard. Only a few of you
understood.”
Kalabalığa döner, bağırarak:
“The rest of u put on black and sat in chapel. Why do u come here? Why
do u dress ur hypecrisy in black and parade before ur God on Sunday? From Love?
No. For u’ve shown ur hearts are too withered to receive the love of your
divine father. I know why you have come - I have seen it in your faces Sunday
after Sunday as I've stood here before you. Fear has brought you here.
Horrible, superstitious fear. Fear of divine retribution a bolt of fire from
the skies. The vengeance of the Lord and the justice of God. But you have forgotten the love of Jesus.
You disregard His sacrifice. Death, fear, flames, horror and black clothes.
Hold your meeting then, but know if you do this in the name of God and in the
house of God, you blaspheme against Him and His Word.”
Dinin de içine etmiş, bulunduğu toplumu da batırmış
yobazlıklar ve riyakarlıklar ancak bu kadar net dile getirilebilirdi. Sadece o
maden kasabasının değil, sizin mahallenizin de kahpeliği anlatılır burada.
Gruffydd giderken köstekli saatini Huw’a verir ve şunları söyler: “
Gruffydd: “No need for us
to shake hands. We will live in the minds of each other”
Gruffydd: “Angharad’la
vedalaşmaya gidersem, ondan ayrılma kuvvetini bulamam”
Tam bu sırada acil durum fabrika düdükleri çalmaya başlar.
Herkes madene koşar. Kötü bir şeyler olmuştur.
“No need for us to shake hands. We will live in the minds of each other” |
Madencilerin çoğu asansörlerle yukarı çıkartılır. Baba aralarında yoktur. Gruffydd ve Huw birkaç kişiyle aşağı iner. Angharad da madene koşar. Annesi ve Bron ile babasını bekler. Epik sahneler arka arkaya ekranda akar. Sonunda baba madenden cansız çıkartılırken aile üyelerinin yüzleri gösterilir. Huw’un sözleri duyulur:
Huw: “Men like my father
cannot die. They are with me still, real in memory as they were in flesh,
loving and beloved forever. How green
was my valley then.”
Ardından bu sahnelere eşlik eden dokunaklı bir koro şarkısı
ile birlikte ailenin filmin başından bu yana yaşadıkları hızlı bir geriye dönüş
ile arka arkaya gösterilerek hikaye noktalanır.
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.