Hazır herkes Angouleme’de çizgiroman festivali için
toplanmışken çeşitli gruplar tarafından verilen birkaç ödül daha var. Bunlar
resmi ödüllere dahil değil ama yine de bir prestije sahipler. Mesela bunlardan
biri birkaç yıl önce Ramize Erer’in
aldığı “En Taş.klı Çizer” , bir
diğeri ise Turnusol ödülü. Turnusol ödülü ekolojik meseleleri işlemiş, ekopolitik sorunları seslendiren önceki sene çıkmış bir ÇRa
veriliyor.
Bu yıl Turnusol ödülünün yirmi üçüncüsü Antonio Altarriba’nın; “Ben Deli” (Yo Loco) grafik romanına
verildi. Bu albüm “Ben” üçlemesinin”,
“Ben Katil”den sonra gelen ikinci bölümü. Bu konudan Altarriba’nın geçtiğimiz
yıllarda çevirip burada yayınladığım röportajında bahsetmiştim.
Bir psikiyatr olan doktor Angel Molinos, zihinsel hastalıklar üzerine deneyler yapan ve insan
denekler üzerinde testler yürüterek yeni ilaçlar geliştiren bir şirkete
çalışıyor. Bu karakterin üzerinden günümüz ilaç endüstrisinin şüpheli eylemleri
ve sağlığa değil insanları sağmaya aracılık etmesi konu ediliyor.
Çizer yine Keko.
Daha kapaklara bir göz atmamla sembolizm kendini göstermeye başlayıverdi. “Ben
Katil”de siyah/beyaz çizimlere ara sıra karşımıza çıkan sembolik bir kırmızı
eşlik ediyordu. Bu albümde ise kırmızının
yerini “sarı” almış gözüküyor.
Angel Molinos,
bir önceki albümdeki katil gibi Vitoria’da
yaşıyor. Aslında bu durum bir tesadüf
değil, sebebi Antonio Altarriba’nın Vitoria’daki üniversite’de profesörlük
yapması ve yaşaması, yani bu seçimin kökeni otobiyografik diyebiliriz.
Çizgiroman bitişik yazılır ve Grafik Roman üzerine
Bu üçleme benim gözümde "Grafik Roman"ın en başarılı örneklerinden birisi. Bu arada aklıma gelmişken söyleyeyim, grafik roman herkesin sandığı gibi çizgiroman'ın bir alternatifi değil, alt türüdür. Bunu özellikle belirtmek istedim çünkü bu konuda bazen "çizgiroman mı grafik roman mı" gibi son derece aptalca sınıflandırmalar görüyorum, itibar etmeyiniz efendim. Her grafik roman bir çizgiromandır ama her çizgiroman bir grafik roman değildir.
Ayrıca ÇRseverlere şunu da belirteyim, çizgiroman bitişik yazılır. Bu konuda yıllar önce yazdığım ayrıntılı bir yazım vardı ama onu başka yerde değerlendireceğim, zaten buraya koysam kaç kişi anlar :) Dolayısıyla ergen ehlinin "Ama TDK böööyle diyooor" demelerine falan bakmayın. TDK'nın bu konuda hiçbir mantıklı açıklaması olmadı. Zaten TDK yıllardır ciddiye alınacak, Türkçe'ye çözümler üretecek, referans olabilecek bir kurum değil. Atıyorlar kendi görüşlerine uygun bir akademisyeni, olay bitiyor. Bugünün hazine bakanı, adalet bakanı ne kadar işinin ehliyse, söyledikleri ne kadar ciddiye alınabilirse, TDK da işte o kadar ciddiyete sahip bir kurum. Kaç tane şair, kaç tane romancı, kaç tane tiyatrocu, kaç tane nitelikli gazeteci var kadrosunda, yönetiminde? Yok öyle işinin ehli yetenekli insanlar bu kurumda. Oysa dili akademisyenler değil, o dilde "yaratan" sanatçılar inşa eder, iyileştirir, yönlendirir. Dilin öz anaları bunlardır. Hem bilgili hem de yaratıcı bu insanlar pratiğe yönelik yepyeni çözümler ve vizyonlar ortaya koyar. Akademik ve teorik yaklaşımlar ise bunların yokluğunda dil üzerinde bir nevi üvey analık etkisi yaratır. Daha fazla hırpalar. Hiçbir derdine deva olamaz. Zaten olamamıştır da. Her şeyi akademik kafalara havale etme kolaycılığından ve kafasızlığından kurtulmalıyız. Hele bunlar yetersiz üniversitelerin politize olmuş, güdümlü ve sahte ürünleriyse.
Bu üçleme benim gözümde "Grafik Roman"ın en başarılı örneklerinden birisi. Bu arada aklıma gelmişken söyleyeyim, grafik roman herkesin sandığı gibi çizgiroman'ın bir alternatifi değil, alt türüdür. Bunu özellikle belirtmek istedim çünkü bu konuda bazen "çizgiroman mı grafik roman mı" gibi son derece aptalca sınıflandırmalar görüyorum, itibar etmeyiniz efendim. Her grafik roman bir çizgiromandır ama her çizgiroman bir grafik roman değildir.
Ayrıca ÇRseverlere şunu da belirteyim, çizgiroman bitişik yazılır. Bu konuda yıllar önce yazdığım ayrıntılı bir yazım vardı ama onu başka yerde değerlendireceğim, zaten buraya koysam kaç kişi anlar :) Dolayısıyla ergen ehlinin "Ama TDK böööyle diyooor" demelerine falan bakmayın. TDK'nın bu konuda hiçbir mantıklı açıklaması olmadı. Zaten TDK yıllardır ciddiye alınacak, Türkçe'ye çözümler üretecek, referans olabilecek bir kurum değil. Atıyorlar kendi görüşlerine uygun bir akademisyeni, olay bitiyor. Bugünün hazine bakanı, adalet bakanı ne kadar işinin ehliyse, söyledikleri ne kadar ciddiye alınabilirse, TDK da işte o kadar ciddiyete sahip bir kurum. Kaç tane şair, kaç tane romancı, kaç tane tiyatrocu, kaç tane nitelikli gazeteci var kadrosunda, yönetiminde? Yok öyle işinin ehli yetenekli insanlar bu kurumda. Oysa dili akademisyenler değil, o dilde "yaratan" sanatçılar inşa eder, iyileştirir, yönlendirir. Dilin öz anaları bunlardır. Hem bilgili hem de yaratıcı bu insanlar pratiğe yönelik yepyeni çözümler ve vizyonlar ortaya koyar. Akademik ve teorik yaklaşımlar ise bunların yokluğunda dil üzerinde bir nevi üvey analık etkisi yaratır. Daha fazla hırpalar. Hiçbir derdine deva olamaz. Zaten olamamıştır da. Her şeyi akademik kafalara havale etme kolaycılığından ve kafasızlığından kurtulmalıyız. Hele bunlar yetersiz üniversitelerin politize olmuş, güdümlü ve sahte ürünleriyse.
Neyse, yine sinirlenip zıpladım, böyle birden alakasız yerlerden alevleniyorum bazen :). Albümün Fransızca tercümesi 2018’in sonlarında çıktı. 136s. Yeni sayılır. İleride Fransızca'sını okuduktan sonra ayrıca ayrıntılı
bir inceleme yaparım belki.
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.