14 Kasım 2018 Çarşamba

Stealing Home (Kaybolan Gençlik) Filmi (1988)

Katie Chandler: “I love you, Billy boy!”
Billy Wyatt: That was the last time I ever saw her.

Pek çok 80ler filmi gibi bunun için de  “made in my boyhood” diyebilirim sanırım. İlk kez küçükken seyretmiştim. Videocudan defalarca kiraladığım filmlerden biri oldu. O zamanlar ismi Kaybolan Gençlik olarak çevrilmişti. Gerçek isminin (Stealing Home) anlamını çok merak ettim ama bir türlü çözemedim. Kafama takarım böyle şeyleri. Ne yapsam diye düşünürken öğretmenime sormaya karar verdim. Okulda Janet M. isimli bir Kanadalı öğretmenimiz vardı. Rus asıllı bir Kanadalıydı muhtemelen. Güzel kadındı, çocuk halimle çok beğenirdim. Aslında yüz hatlarında bir hainlik sezerdim ama güzelliğini gölgelemeye yetmezdi. Hafif sertti zaten. Derslerde uzun bol dökümlü pileli eteği altına giydiği deri çizmeleriyle filmlerdeki kadınlara benzetir, yüzündeki her bir çizginin konuşurken aldığı şekilleri hayran hayran seyrederdim.

Bir gün sınıftaki Amerikalı bir çocuk “pak” (buz hokeyindeki disk şeklinde top - puck) getirmiş herkese gösteriyordu. Janet M. isteyince ona verdi. Kadının sanki yıllardır görmediği çocuğunun saçlarını okşuyormuşçasına elini pak’ın üzerinde gezdirişi ve sonra üzerindeki yazıyı dudaklarının arasında öpermiş gibi fısıltıyla okuyuşunu hala dün gibi hatırlarım: “Made in Canada…”.


Neyse uzatmayayım. “Stealing Home”un ne anlama geldiğini öğretmenime sormaya karar verdim, verdim vermesine ama bir türlü cesaret edemiyordum. Niye diyeceksiniz? Şimdi filmin içinde erotik olmasına karşın son derece masum birkaç ön sevişme sahnesi vardı. Hem de ergen bir çocukla olgun bir kadın arasındaydı sahnelerden biri. Ya filmi biliyorsa da yanlış anlarsa korkumu bir türlü yenemedim. O zamanki aklımla sanki porno film soracakmış gibi düşünmüş, kafamda çok abartmıştım. Sonunda kendi kendime eziyet haline gelince operasyonu iptal ettim. Yanına gidip sormayı düşündüğüm anlarda bile kalbimin nasıl çarptığını, yüzüme kıpkırmızı bir sıcaklığın nasıl yayıldığını hala hissedebiliyorum. Tatlı heyecanlar bunlar. Yaşanması gereken duygular. 

İşte filmimiz buna benzer “tatlı heyecanlara” sahip bir ergen çocuk ile arkadaşının yaşamından bir kesit aktarıyor. Edebiyatta bildungsroman denilen, “coming of age” türü olarak sınıflandırılan, hayatın gerçekleriyle yüzleşmelerin başladığı bir ergenlikten gençliğe geçiş filmi. Fakat bu döneme odaklanan bazı filmlerdeki gibi sadece mizah üzerinden yürümüyor. Unutamadığım dokunaklı sahneleri de az değil. Yabancıların “dramedy” dedikleri benim Türkçe’ye “Komedram” olarak çevirdiğim bir duygu paketine sahip. Bazen güldürüyor bazen duygulandırıyor, neşelendiriyor sonra üzüyor ama duygusal yönü genelde daha ağırlıklı ve büyük iniş çıkışlar halinde ilerlemediği için dozunda bir paslaşma bu. Yani sulu bir gençlik filmi değil kesinlikle.


Zaten bana sorarsanız ilk gençlik yılları, dramla komedinin en çok birbirine yaklaştığı, hatta elele yürüdüğü dönemdir. Cinsellik de dahil her alanda “el yordamıyla” :) yolunuzu bulmaya çalışıp bir şeylere ulaşmak için çabalarken insan sık sık salak durumuna düşer. Kendi kendiyle kavga edip durur aptallık gibi görünen acemiliklerine. Hele hassas bir insansanız, duygusal açıdan en kırılgan süreçlerden biri olduğu için depresif duyguların da sık sık misafirliğe gelip, gitmek bilmediği yıllardır aynı zamanda. İşte Kaybolan Gençlik tüm bu gelgitleri ve arayışları ekranlara yansıtabilen bir film. En azından benim için.

Filmin en güçlü karakteri yarım saat civarı sadece “hatırlayış” sekanslarında gördüğümüz Jodie Foster’ın canlandırdığı Katie Chandler. Jodie Foster’ın en bebeksi görünümünü içeren birkaç filmden biri olduğu kesin. Bakmaya doyulmayan bir güzelliğin toplumu hiçe sayan bir asilikle birleşmesi, henüz erkekleşme yolunda olan bir gencin hayallerinin doruk noktasından manzaralar sunuyor. Seyrederken onunla “umursamıyor”, onunla “elalemi takmıyorsunuz”. Katie, "kendini yaşamaya çekinmeyen", toplumsal savunmalara çalım atmaya bayılan, fakat tutunma konusunu çözememiş bir karakter. Mark Harmon’ın canlandırdığı Billy Boy ise geçmişle yüzleşip barışmak konusunda sıkıntılı ve aradığını bulamamış bir adam.


Katie Chandler: “See that's all I want to do Billy-Boy. I want to leap of this pier and fly high in the air with hang with the wind and drift through the clouds, and at night, with the Moon full and the sea wild, I meet my lover high on a cliff and we'd swoop down into the ocean and swim all the way touch the bottom up through the dark water and break the surface. Then we'd fly to Jamaica for Pina Colatas... God, I wish I could do that.”

David Foster’ın müzikleri ve OST yakışmış. İddiasız havasına karşın ilgi çekici olabilen bir “geçmişle yüzleşme”, bir “büyüme” filmi. Bugün baktığımda hikayesinde bazı kopukluklar ve eksiklikler gözüme çarpıyor ama tüm kusurlarına karşın benim için özel bir yeri olduğu kesin. Şahsi klasiklerimden olduğu için tarafsız gözle bakabileceğim bir film değil. Hala her seyredişimde içimi “tatlı heyecanlar” dolduruyor.


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...