28 Şubat 2018 Çarşamba

Wall-E (Pixar Bilimkurgu Çizgifilmi) (2008)

Arasıra çizgifilm seyretmeyi severim. Wall-E filmini de çevremden methediyorlardı, bir bakayım dedim. Bilimkurgu olması da cabası. Özellikle ilk 20 dakikayı beğendiğimi söyleyebilirim. Sevimli bir “I am Legend” havası hakim. Robotun yalnızlığı iyi verilmiş. Sonrasında ise standart Pixar kalıbı hakim oluyor. Her yeri kirletilmiş, çöp yığınlarının dağlaştığı, bir bitkinin bile yaşam şansı olmayan cehenneme dönmüş dünya gezegenini resmetmesi açısından çevreci bir çizgifilm diyebiliriz. Yalnızlık hissedebilen, aşık olabilen (Eve) bir çöpçü robotun (Wall-E) maceralarının anlatıldığı renkli bir çizgiaksiyon

Başarılı animasyoncu Andrew Stanton (Finding Nemo, Toy Story, Life of a Bug) imzasıyla Oskarlı bir Pixar filmi. Açılışta robot ilerlerken etrafındaki reklam panoları ve yerdeki gazeteler gibi objelerle hikayenin verilmesi başarılı ve pürüzsüz bir giriş tekniğiydi. Teknik kalitesi yüksek, meraklısına eğlenceli vakit geçirtebilecek bir çizgifilm.  

IMDB İncileri
  • The average number of storyboards used on a Pixar film is 75,000. For VOL·i (2008), it was 125,000.
  • The name "WALL-E" is a tip of the hat to Walter Elias Disney (Walt Disney).



Andrew Stanton, Lindsey Collins, and Jim Morris at an event for WALL·E

Sigourney Weaver and Andrew Stanton in WALL·E






























Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır. .

26 Şubat 2018 Pazartesi

"Mondo" Filmi (Tony Gatlif) (1995)

Çizgiromana ilgisi olanlar belki hatırlayabilir. Will Eisner’in Minor Miracles (2000) isimli bir grafik romanı vardır. En sevdiğim albümlerinden birisidir. Aklıma gelmişken yakında ondan da bahsedeyim. Bu albümdeki "New Kid on the Block" hikayesi çok benzer bir durumu anlatır. Mahalleye aniden bir genç adam gelir. Korktuğunda ya da bir kötülükle karşılaştığında hemen ağlayıp koşarak uzaklaşır, bunun dışında konuştuğu  insanlara mutluluk aşılar. Çocuğun gelişiyle mahallenin çilekeş insanlarının çehresi çiçekli bir hal alır. Herkesin hayatı eskisinden daha mutlu olur. Fakat sonrasında toplumun zaptedilmez kötülüğü rahat durmaz, çocuğu kaçırır ve o gittikten sonra evlerde alışılan kavga dövüşler duyulmaya başlanır. İşte bu filmde de çok benzer bir konu var.






Fransızca olan filmde Mondo isimli sokak çocuğunun, aniden ortaya çıktığı Nice şehri sokaklarında karşılaştığı insanlarla ilişkileri anlatılıyor. Çocuğun bir ailesi, hatta geçmişi yok gibi. Sadece yüzünde geniş ve samimi bir gülümsemeyle insanlarla sohbet edip vakit geçirmeyi seviyor. Özellikle devlet kurumlarını gördüğü anda, belediye işçisi görmüş köpekler gibi ortadan kayboluveriyor. Film boyunca sanki Mondo kamera oluyor ve bize karşılaştığı insanların ve yaşadığı sokakların şiirsel bir panoramasını veriyor. Ona iyi yaklaşan insanların hayatlarında olumlu değişimlere sebep olurken bilhassa sistemde iyi yer kapmış olanlarda ve devlet kurumlarında çalışanlarda hakim olan duygusuz ve ilgisiz iklim dikkati çekiyor. Mondo, sokaklarda yaşayan sahne yüzü görmemiş bir şarkı gibi, bedava olmasına karşın kimsenin dokunmaya cesaret edemediği bir duygu gibi ortalıkta dolanıp duruyor. Gündelik hayatın aktığı caddelerin umursamaz aceleciliği sık yinelenen bir nakarat gibi sahnelerin arasına serpiştirilmiş. 

Yönetmen Tony Gatlif çingene asıllı bir Fransız. Cezayir doğumlu. Filmlerinde genelde çingene yaşamını ve toplumun dışında kalanları konu alan bir sanatçı. Mondo rolünü oynayan Ovidiu Balan müthiş. Oyunculuk eğitimi falan yok. Acaba şimdi ne yapıyordur?

Senaryo, Nobel ödüllü (2008) Fransız yazar Le Clezio’nun aynı adlı bir hikayesinden uyarlama. Hikaye 75 sayfa civarında. Bir gün vaktim olursa ondan da ayrıca bahsederim.  

Yönetmen Tony Gatlif
Tıpkı Eisner’in ÇR’ındaki gibi, Mondo bir karakterden ziyade toplum içinde kapı kapı gezerek kalacak uygun yer arayan bir duygu hali olarak düşünülebilir. Kavga ve kabalığın panzehiri bir duygu paketi. Husumetin ve düşmanlığın olduğu yerde yaşayamayan saf ve sevgi dolu bir varoluş. Zamanın adetlerinden bağımsız. Yanıbaşınızda gezinip duruyor ama yok sayıyorsunuz. Onunla arkadaş gözükmenin sizi kahpe kalabalığın gözünde kötü göstereceğini düşünüyorsunuz. Zamanın zebanilerine yaranma yarışında en ufak bir doğallığa tahammülünüz yok. Her rastlayışınızda görmezden gelip yürüyüp gidiyor, sonra da hayatınızın ne kadar sıkıcı olduğundan her fırsatta şikayet ediyorsunuz. Mondo ancak günlük koşturmacaların işgalindeki hayata dahil olmayan, sistemin tasma geçiremediği insanların yanında nefeslenebiliyor. Onun olmadığı bir dünyada ekmekler bile yanık çıkıyor. Zaten şairin dediği gibi "önce ekmekler bozulurdu" değil mi?  

Balık tutan adamın taşların üzerine harfleri yazarak okuma yazma öğretmesi, Ti-Chin (Pierette Pesch) isimli Vietnam'dan gelen yalnız kadınla kurduğu sevgi dolu ilişki, göçmen ailenin tüm yoksulluklarına rağmen neşeli ve paylaşımcı profili, Dadi'yle (Jerry Smith) olan arkadaşlığı, fırıncı kadının sabah verdiği bir dilim ekmek, karaya vurmuş bir sandıktan topladığı portakalları sevdiği insanlara dağıtması ve daha birçok duygulu sahne var. Hele postacıyı gördüğünde "bana bir şey var mı?" diye sorması yok mu :) Tekrar seyredebileceğim bir film olarak kayıtlarıma geçti. 
Mondo’yu ve arkadaşlarını sevdim. 


Bir gün dolaşırken Mondo balık tutan bir adamla karşılaşır. Adama işini sorar. Yanıt anlamlıdır:
“Je suis marin sans bateau”

Bu cevabı duyduğumda nedense Coleridge’in “The Rime of the Ancient Mariner” şiirinin unutulmaz iki mısrası geldi aklıma hemen:

“…As idle as a painted ship on a painted ocean”

İşte Mondo tam da böyle bir film:

“A good feeling as idle as a painted child on a painted street”



























































































Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır. .
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...