Frank (Frank Langella) emeklilik günlerini
kızı (Liv Tyler) ve oğlundan (James Marsden) uzakta yalnız başına
geçiren ve gittikçe kötüleşen hafıza haybı problemiyle (Alzheimer?) mücadele
eden eski bir hırsız. Oğlu, babasıyla yeterince ilgilenemediğini düşündüğü için
ona bir “bakıcı robot” alır. Frank
bu hediyeye önce karşı çıksa da sonradan farklı işlerde kullanabileceğini
anlayınca aralarında bir yakınlık gelişir.
Genelde bilimkurgu filmi denince yüksek bütçeler, büyük
görsel efektler falan gelir akla. Bu filmde bunlar yok, daha elle tutulabilir
bir “yakın gelecek” profili sunuluyor. Günümüzle irtibatı koparmıyor. Zaten
filmin başında dönemi “near future” olarak belirtiyorlar. Hikayenin esas olarak
en yakın durduğu tür “dram”. İçinde yaşlı
yalnızlaşması (evet yalnızlığın da çeşitleri vardır bence), Alzheimer, robot meselesi (Gerekliler
mi? Hakları neler olmalı?), aile bağları gibi alt konular beraber götürülüyor.
Frank’in oğlu rolündeki James
Marsden biliyorsunuz Westworld’de
Dolores’in sevgilisi Teddy olarak
robot isyanının en önemli figürlerinden birisi. Yani başkaldıran androidlerden (kafası karışık olsa da). Bu bilinerek seyredildiğinde filmde babasının başlangıçtaki
robot karşıtlığına karşı verdiği cevap insanı gülümsetiyor Aktörün kariyerinin bir cilvesi olarak not düşmek istiyorum:
(Robot için) “Dad he s not ur
friend. He’s a slave who apparently
u can manipulate into doing just about anything.” :)
Özellikle Frank
Langella’nın oyunculuğunu beğendim. Hoşlandığı kütüphane görevlisi rolünde
de Susan Sarandon var. Robota sesini
veren Peter Sarsgard başarılı. Amerikalıların
geniş bir TV/sinema ürün yelpazesinin olması, oyunculara yaşlandıklarında da
doğru dürüst rollerde oynayabilme şansını sağlıyor. Önemli bir artı.
Dönüp baktığımda özellikle Frank'le robotun ormanda yaptıkları yürüyüşler ve sohbetleri aklımda kaldı. Belki
okumuşsunuzdur, beraber yaşayan canlılar zamanla birbirine benzer derler. Derler
deyince mahallenin “şişman teyzelerinin” dediklerinden bahsetmiyorum :) Bu bir
söylenti değil, mekanizması bilinmese de pek çok bilimsel çalışmayla üzerinde
durulan bir olgu. Mesela ilk aklıma gelen örnek köpeklerin davranış
olarak sahiplerini yansıtmaları. Ciddi bulgular var. Bence doğruluk payı olan bir konu. Bir
başka örnek ise McClintock teorisi. Tartışmalı
olsa da bu benzeşme sürecinin sadece davranışsal değil, biyolojik de olduğunu
iddia eder. Bu teoriye göre beraber yaşayan kadınların adet günleri birbirine
yaklaşır. Niye başımızı
şişirdin diyebilirsiniz ama bu filmde de buna benzer bir süreç mevcuttu bana
kalırsa. Bilhassa finalde Frank’ten sonra robotun da bir şekilde hafızasından dertli olması tam da bu tuhaf “konverjans”ı düşündürdü bana. “Beraberlikler benzeştirir” diye bir evrensel
ilke var bence. İster hayvan, ister insan ister makine olsun. Üzüm üzüme baka baka kararır'dan çok daha derin ve çok yönlü bir etkileşim işliyor için için.
Konuyu
ne aksiyona ne de felsefeye kurban etmeden, biraz duygu biraz düşünceyle kendisini severek
izlettiren, diğer bir deyişle bağırmadan konuşmayı becerebilen bir film. Mizah, bilimkurgu ve duygusallığın kararında
olduğu ve hiçbirinin diğerini boğmadığı iddiasız, sade ve ölçülü bir komedram.
Robotun kendisini insan gibi görmeye başlayan Frank’e
cevabı şöyleydi:
“U know that u re alive. You
think therefore u are. In a similar way, I know that I’m not alive. I’m a
robot”
Filmde kullanılan parçalardan biriyle bitirelim: Mozart'tan "Ave Verum Corpus"
LİNK
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.