"The Commuter" (Ara Durak) (2017)
Ed Jacobson (Timothy Spall) tren istasyonunda çalışan ve oğlunun olumsuz
davranışları dolayısıyla aile hayatında problemler yaşayan bir adam. Bir gün
Linda (Tuppence Middleton) isimli
bir yolcu kadın varolmayan bir istasyona bilet ister. Ed olayı araştırdığında
kayıtlı olmayan ama yolcuların bir kısmının indiği Macon Heights isimli bir istasyon olduğunu keşfeder. Kendisi de bu
istasyonda iner ve görünüşte her şeyin
mükemmel olduğu, sislere sarılı bir kasaba ile karşılaşır. Burada yaşayanlar
tüm sorunlarını geride bırakmış gibidir. Ed ilk zamanlar kendini ferahlamış
hisseder, fakat her şeyin bir bedeli olduğunu anlamakta gecikmez.
Commuter kelimesi belli bir güzergahı ileri-geri ve düzenli olarak kat eden
insanlar için kullanılır. Özellikle işten eve evden işe yolculuklar için. Mesela
her gün artık tarih olmuş Haydarpaşa-Kartal tren hattını kullanan birisine “commuter”
denilebilir. İşte bu ritmik gidiş-geliş hali yaşam-fantazi arasındaki sallanımla
koşut veriliyor hikayede. “Yolcu”nun iki gerçeklik arasındaki seferleri ve tenis
topu gibi birinden diğerine savruluşlarını izliyoruz. Dizinin sağlam bölümlerinden biriydi. .
HATIRLATTIKLARI
Kasabada aynı olayların tekrarlaması (evli çift) ve
görünüşte kusursuz olanın aslında büyük bir bedeli olmasıyla Groundhog Day filmini hatırlattı. Yine
hayal-gerçek arasında gidip gelen insanlar ve varlığıyla yokluğu kesin
çizgilerle ayrılmayan mekanlar Kutlukhan Perker’in Insomnia Kafe çizgiromanını akla getiriyor. Hayali bir kasabaya
sıkışma alegorisi veya teması sık başvurulan bir yöntem. Silent Hill filmindeki aynı isimli kasaba ile Stephen King’in Nightmares
and Dreamscapes hikaye kitabındaki “You
Know They Got a Hell of a Band” öyküsü de (benzer bir King uyarlamaları
dizisinin de bölümlerinden biriydi) aynı anlatım aracının hemen aklıma gelen
diğer örnekleri.
KADRO
Ed Jacobson
rolündeki Timothy Spall çok zayıflamış.
Bildiğiniz gibi değil, ilk anda tanımakta zorlandım. Erken dönem Mike Leigh filmlerindeki gençliğinde
bile böyle görmemiştim, Hayley Squires
(Garson kız). I, Daniel Blake’deki
iki çocuğuyla evsiz kalmış anne rolünde üzmüştü bizi, yine sağlam bir oyunculuk
sergiliyor ve bana kalırsa Linda rolündeki Tuppence
Middleton’dan daha öne çıkıyor zaman zaman. Jack Thorne’un senaryosu başarılı. Efsane “The Boat That Rocked” filmindeki “Thick Kevin”ı ise Tom Brooke isimli farklı cinsel temayüllere sahip olduğu için
kasabaya sığınmış adam rolünde izliyoruz.
DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Ben okula gitmeyi
hiç sevmezdim. Erken kalkmak ayrı bir dert, sıkıcı ve bıktırıcı öğretmenlere
maruz kalmak apayrı bir dert. Hele öğrencilerin çoğunun ahmaklığı hepsinden öte
bir rahatsızlık. Şimdi düşünüyorum da çocukluğumun en büyük problemi okula
gitmek zorunda olmaktı. Beni benden çaldı yıllarca. Okulun olmadığı bir yaşamı
özledim hiç usanmadan. Cennetim okula gitmek zorunda olunmayan bir
yaşamdı o yıllar.
Sonradan anladım ki
her yaşın mecburiyet gibi sunulan özenle hazırlanmış işkenceleri var. Bazen işe
gitmek için kendinle mücadele ediyorsun, bazen de işten eve dönmek için. Kötü
bir eş, söylenip duran bir ebeveyn, rahatsız edici komşular, berbat iş
arkadaşları, zorla giydirilmeye çalışılan kişilik kalıpları, kazık yediğin arkadaşların. Sebepler o kadar
çok ki…Siyasetten bağımsız olarak zaman zaman içinde yaşadığı halktan bile
kopuyor insan. Alıp fikrini gidesin geliyor. İşte dizideki Ed Jacobson da içten içe kuruyan bir aile babası. Eve dönüp oğlunun
sebep olduğu gerginliklerle uğraşmaktan bunalmış durumda. Eşiyle ilişkileri de bu
olaylardan olumsuz etkileniyor. Adam belli etmemeye çalışsa da kaçacak yer
arıyor. İşte bu sıkışma onu bambaşka bir gerçekliğe sürükleyiveriyor sonunda. Dizide
geçtiği ifadeyle “olmayan ama
olabilecek olan” alternatif yaşamların somutlaştığı bir fantaziye.
Bu kaçış bazıları
için uyuşturucu bazıları için alkol, bazıları için de aşırıya kaçan bir cinsel
yaşam ya da bambaşka bir şey olabiliyor. Bunlar geçici bir ferahlama vermesine
karşın asla sorunu ortadan kaldırmıyor tabii. Macon Heights bedeli ağır olabilecek bir kaçamak. Yaşamımızı daha
mutlu hale getirmek için kurbanlar sunmak ne kadar doğru bir yol? Kaçtığınızda kalanları cezalandırmış olmuyor musunuz? Tabii kalanların yardımı ne kadar hak ettiği de tartışılır. Karşılaştığınız her sıkıntı, aslında sizin yardımınıza ihtiyacı olan bir sorun olabilir mi? Sorunların bizzat kendisi canlı bir varlık olarak ele alınsa bakış açımız değişir mi? Bugüne kadar gözlemlediğim bir şey varsa o da her sorunun ait olduğu gerçeklik içinde
çözülmek zorunda olması. Bu evrensel bir kural. Aksi takdirde Ed Jacobson’a
olduğu gibi bazen sorunun ortadan kalkması, tüm yaşamın daha beter altüst
olması anlamına gelebiliyor.
Her şeyi konsantre
hale getirmeye çalışıyor modern insan. Ayıklama çılgınlığında sınırı aşıyoruz
sık sık. Portakalın posasını ayırarak suyunu içen, hatta bunu minnacık haplara
sıkıştıran insan akıllı olduğunu düşünmesine karşın aslında sindirimine en
büyük kötülüğü yapıyor. O besinden esas bir bütün olarak aldığımızda
faydalanabileceğimiz gerçeği görmezden geliniyor. Artık ayıklanmaması gerekenleri de ayıklamak modernlik olarak hatta bilim gibi sunuluyor. Zorlukları olmadan güzellikleri düşünmek
işin doğasına aykırı olsa da insanın vazgeçemediği bir tutku. Bazı mutlulukların aslında üzüntülerle
beraber var olduğunu ve anlam kazandığını, bir "tecrübe paketinin" parçaları olduğunu unutuyoruz.
Anın açlığını
doyurmaya çalışırken her şeyi şimdiki zamanın beğeneceği şekilde sunma
yanılgısına düşüyoruz. Tersinden anlaşılan “carpe diem” felsefesi bu ateşe odun
taşıyor. Zamanın bütünlüğünden kopunca varoluşumuzun bütünlüğünü de korumak
mümkün olmuyor sonuçta.
ÖYKÜ
Dizideki Linda, öyküde
Ernest Critchet adında ufak tefek
bir adam. Eşiyle Macon Heights’da
yaşadığını söylüyor. Öyküde Ed Jacobson’ın arkadaşı Bob Paine Macon Heights konusunu
araştırıyor. Yani başrolde Bob Paine var. Bir kere gidiyor. Sonra kendi
dünyasının değişmiş olmasından korkuyor ve evine telaşla koşturuyor. Herşeyi
bıraktığı gibi bulunca rahatlıyor. Kitapta hepsi bu kadar.
Philip K. Dick’in
öyküleri (1950lerin ilk yarısı) ilerde yazacağı hikayelerin eskizleri gibi. Bunları
öykü olarak tavsiye etmek zor. Tamamen bir fikrin öyküye sarılarak saklanmış
hali gibi. Dolayısıyla dizi serbest bir uyarlama izleyip bunlardan şiirsel bir
bilimkurgu çıkartmayı seçerek doğru yapmış ve genelde başarılı olmuş diyebilirim.