On beş yıl üst
düzey yönetici olarak çalıştığı kağıt firması taşınma sebebiyle kimyager Bruno Davert’i (Jose Garcia) işten
çıkarır. Bruno kime rastlasa kafaya takmamasını, onun gibi tecrübeli ve uzman
bir elemanın kolaylıkla iş bulabileceğini söyler. Fakat 2 yıl geçmesine karşın
Bruno iş bulamaz. Tüm dünya üstüne çöküyor gibi hisseder. Yaşamdan kesik
yemiştir adeta. Ailesi, sosyal ilişkileri her şey üstüne üstüne gelmeye başlar.
Sonunda kendince bir çıkış yolu bulur. O da başkalarına kesik atacaktır. Reklamlarda gördüğü Arcadia Kağıt Şirketini gözüne kestirir. Önce sahte bir ilanla
yöneticilik için piyasada kimlerin başvuru yaptığını öğrenir. Kendisine rakip
olabilecek 5 kişiyi belirler. Planı basittir. Önce bunları ortadan kaldıracak
sonra da Arcadia’nın Genel Müdürünü temizleyerek işi kapacaktır.
Fransız yapımı 2005 tarihli bir Costa Gavras filmi (Missing, Le Capital, Amen, Mad City). Donald Westlake’in aynı adlı kitabından
uyarlama. Prodüktörler arasında Rosetta
gibi bir şahesere imza atmış Dardenne
kardeşlerin bulunması zaten pek çok şeyi belli ediyor. Jose Garcia harika oynamış.
Hepimizin hayatına
farklı derecelerde ve şekillerde dokunan bir canavar var: Parasızlık. Diğer bir deyişle işsizlik ya da ekonomik terör. Parasızlığın şehir ve köy hayatlarındaki etkisi
aynı olmuyor. Şehirde çok daha acımasız ve keskin. Hele bir de bakmak zorunda
olduğun birileri varsa. Hele yıllardır oturttuğun, adeta evinin dışındaki
ikinci bir yuva haline getirmek için yoğurduğun bir sosyal yaşama sahipsen. Bruno boğazındaki ilmeğin her gün biraz
daha sıkıldığını hissettikçe “ne pahasına olursa olsun” bu kapandan kurtulmak
için harekete geçen biçare bir kurban. Ekonomik
sağkalım uğruna vicdanının ırzına geçmek zorunda kalan milyonlardan sadece bir
tanesi.
Sosyal sistemimiz
de ekonomik düzenimiz kadar sinsi çıkarların üzerine inşa edilmiş kırılgan ve zalim bir
yapı aslında. Bu ikisini Pulp Fiction
filmindeki Zed ve Maynard karakterlerine
benzetirim. Filmimizde Bruno yıllardır emek verdiği hayatının elinden kayıp
gittiğini gördükçe içten içe isyan ediyor. Eşinin çalıştığı iş yerinin sahibine
yakınlaştığını hissediyor. Oğluyla problemler çıkıyor. “Anlaşamıyoruz galiba”
oyunu sahnelenmeye başlıyor. Arabayla bir yerden bir yere giderken sürekli karşısına
çıkan baştan çıkarıcı reklamlar (seksi kadınlar, jilet gibi otomobiller) ve “Fait vivre vos reves” gibi mesajlar vicdanını ısırıp kaçan sivrisinekler gibi zihninde şeytani ereksiyonlara sebep oluyor. Rakiplerinden biriyle konuşurlarken adam: “Kırıntılar
için birbirimizi yiyeceğimize, birlik olmalıyız” mesajı veriyor. Yine bir
başka rakibinin de en az kendisi kadar gözünün dönmüş olduğunu konuşmalarından
anlıyor çünkü herif yaşlıların ekonomi üzerinde yük olduğunu, hepsinin ortadan
kaldırılmasının herkes için daha iyi olacağını savunuyor. Bruno kendini
kurtarma yolunda ilerlerken sistemin gerçek yüzünü ve gözlerden uzak tutulmaya
çalışılan çürümüş yanlarını yakından tanıma fırsatı bulan bir kurbandan fazlası
değil. Bu korkunç manzara karşısında dışarıdan mükemmel gözüken evlerin önünden
geçerken Luchino Visconti ustanın “La terra trema” filmini hatırlatan şu
tespitiyle hafızalarda yer ediyor: “Şu
süslü püslü bahçelerin altındaki toprağın nasıl kaynadığını, nasıl zangır
zangır sarsıldığını bir bilseler…”
Filmin son sahnesini "yaşam döngüsünün" devamı gibi düşündüm. "Bugünün avcısı yarının avıdır" düsturu ile "predatrice"in sahneye çıkışı örtüştü. Bakalım siz ne düşüneceksiniz. Hafiften "Breaking Bad" dizisini hatırlattı. Zaten buradaki adamın da kimyager olması bir başka ortak noktaları. Diziden 3 sene önce gösterildiğini düşünürsek belki bir ilham kaynağı, çıkış noktası olmuş olabilir. Ama neticede bambaşka iki eser oldukları aşikar.
Film 2 saat ama işsizlik dönemi sadece ilk 10 dakikaya
sığdırılmış, Bruno’nun işsizlikten gözünün dönmesi çarpıcı sahnelerle daha
güçlü verilebilirdi. Bunun dışında iyi işlenmiş, hem psikolojik hem sosyolojik profiller sunan ve devletin sarmaş dolaş olduğu ekonomik terörün kurbanlık koyuna çevirdiği insanlara işaret eden trajik bir “Breaking Bad” hikayesi diyebiliriz.
Ekonomik düzenin
insanı insana kırdıran çarklarına dair en çarpıcı tespitlerden birini Paul Verhoeven’in Showgirls filminde. Cristal
Connors yapmamış mıydı?
“There's always
someone younger and hungrier coming down the stairs after you.”