Şayen (Çeyen) Sonbaharı (1964)
Kuzey’deki bereketli
topraklarından Güney’in kurak bir kızılderili rezervine başka kabilelerin
arasına sürülen Cheyenne’ler kendilerine verilen sözler tutulmayıp yaşam koşulları
iyileştirilmeyince yasak olmasına karşın eski toprakları olan Yellow Stone”a doğru yürüyüşe geçer.
Savaş çığırtkanları tüm yerlilerin öldürülmesi için propaganda yaparken,
adaletin peşinde olan bir avuç beyaz, kan dökmeden krizi sona erdirmek için
uğraşır.
Film gerçek bir
olayın sinemaya uyarlanmış hali. Yerleştirildikleri Güney Şayen rezervinin
kurak ortamından kuzeydeki topraklarına giden Kuzey Şayenlerinin bu yolculuk
sırasında yaşadığı çatışmalar ve zorlukları ekrana yansıtıyor. Little Bighorn savaşından sonra Kuzey
Şayenlerinin yaşadıklarını kitaplardan okumanızı tavsiye ederim. Bugün
yanıbaşımızda yaşananlardan çok da farklı değil olan biten.
Senarist James Webb. Daha önce Ford’un “How the West was Won” filminin de
senaristiydi. Wikipedia’ya göre senaryo Mari
Sandoz’un Cheyenne Autumn kitabı
esas alınarak yazılmasına karşın, Howard
Fast’in The Last Frontier
romanından da çeşitli öğeler alınmış (Romanda ismi Murray olan Yüzbaşı Archer ve Dodge City kısımları).
John Ford’un son
Kovboy filmi. Kızılderililere hakkını teslim eden bir veda sanki. En iyi Ford
sinematografilerinden birine sahip. Posterlik pek çok sahne var.
Yaşlı Reis'in verilen sözler tutulana kadar beklemesi Vatandaş Rıza'yı anımsattı |
Posterlik sahneler..Dolores Del Rio |
Richard Widmark
kızılderilileri bulup geri döndürmekle görevlendirilen Yüzbaşı Thomas Archer rolünde. Ed
Harris’le çok benzediklerini düşünürüm hep. Üniversitede yaptığı araştırma
bu konudaymış ve Ford’a böyle bir film çekmeyi öneren o oluyor, fakat başta
reddediliyor. Carroll Baker tüm
güzelliğiyle kendini kızılderili çocukların eğitimine adamış, güvenli yaşamını
bırakıp Cheyenne’lerle birlikte eski topraklarına yolculuğa çıkan fedakar bir
Quaker öğretmeni canlandırıyor. San
Fransisko Sokakları’yla TR’de de meşhur olan Karl Malden Avusturya asıllı ve kurallara sıkı sıkıya bağlı
disiplin abidesi kale komutanı Yüzbaşı
Wessels rolünde. İkinci Dünya Savaşındaki Alman zihniyetinin bir prototipi
gibi. Dolores del Rio, Spanish
Woman karakteriyle filme duru bir güzellik ve bilgelik katıyor. Hatta
bilgelik konusunda şefleri bile geride bırakıyor denilebilir. Edward G. Robinson ise İçişleri
Bakanını oynamış ve tüm sahneleri stüdyoda çekilmiş; özellikle final
buluşmasında arkaplanın sonradan eklendiği çok belli oluyor.
Filmde Richard Widmark’ın seslendirdiği şairane narration
kısımları kızılderilerden yana ve hem dokunaklı hem düşündürücü dokusuyla rahatlıkla
bu konuda bir belgeselde de kullanılabilir. Zaten IMDB’ye göre Ford başlarda bu
filmi bir docudrama olarak düşünmüş
ama sonra feature film’e çevirmiş. İşte
birkaç örnek:
“But
this wasn't just another day to the Cheyenne. Far from their homeland, as out
of place in this desert as eagles in a cage, their three great chiefs prayed
over the Sacred Bundles that at last the promises made to them more than a year
ago would today be honored. The promises that had led them to give up their own
way of life in their own green and fertile country... 1500 miles north.”
“Always
they had to move through unwanted and
desolate country where the chances of detection and capture were fewer. And
there the land was poor and wild game rare. Always hunger baited their heels
more fiercely than the soldiers”
“So
the pursuit continued. Across changing terrain and changes of season. The
pursuer is sometimes as hungry and exhausted as the pursued.
Battle of Dodge City ve
Intermission Kısmı
Film iki kısma ayrılmış. Hatırlarsanız Dances with Wolves’ta da nostaljik olarak bu tarz bir anlatım tarzı
tercih edilmişti. Hatta daha geri giderseniz Spartacus, Gone with the Wind gibi filmler de bu yapıdaydı. İlk
bölümden sonra James Stewart’ın Wyatt Earp’ü canlandırdığı 20 dakikalık
bir intermission sekansı var. Ara bölüm gibi düşünün. Önce bir salonda geçiyor,
sonra da kalabalık bir “kovalamaca sahnesi”
var. Filmin konusuyla ya da dramatik tonuyla en ufak bir alakası olmayan komedi
ağırlıklı bir sekans. Seyrettiğim en gereksiz ve ayrıksı sahnelerden biriydi.
Bütün duygu iklimini dağıtıyor. Ford gibi bir usta yönetmen nasıl böyle bir
hata yapar diye işi kurcaladım biraz. IMDB’nin aktardığına göre Ford’un araya
böyle bir intermission yerleştirmesinin sebebini seyrcilerin kafeye ya da
tuvalete gimesini önlemekmiş.
Bu ara verme adeti sinemalarda önceleri zorunluluktan
yapılıyor. Film makaralarını değiştirirken seyirciyi oyalamak için. Sonraları hem
film saatleri uzadığı için hem de sinema sahiplerine para kazandırmak için devam
ettiriliyor. İki farklı tip ara sekans varmış. “Entre acte” (antrakt) ve
transmission. Antrakt’ta filmle ilgisiz bir sekans gösteriliyor,
intermission’da ise filmle bağlantılı bir sekans. Günümüzde transmission ve entre-acte sadece ara
verildiğini belirtmek için kullanılan kelimeler. Zaten reklam sektörü film
aralarını bırakın, ürün yerleştirme gibi yöntemlerle filmin içine bile sızmış
durumda artık. Yıllar öncesinin bilimkurgularında anlatılan “body snatchers” günümüzde uzaylılar değil reklamlar oldu :)
Ara sekanslar 1970’den sonra giderek azalıyor sadece bir
nostalji olarak ara sıra kullanılıyor: Dances
with Wolves (1990) ya da The Hateful
Eight (2015) örneklerinde olduğu gibi.
Filmi bu ara kısmı atlayıp seyretmenizi öneririm. Merak ederseniz sonra
bakarsınız.
Yüzbaşı Wessels
Yüzbaşı hakkında
birkaç kelime edilmeli. Karl Malden Prusya
asıllı bir asker olan Yüzbaşı Wessels’ı canlandırıyor. Adam benim gibi kale
komutanı :) Kütüphanesinde yerliler üzerine bir sürü Almanca kitap var. Fakat
her şey teoride kalıyor. Tamam kötülük istemiyor ama emir kulu. Emre itaat içine
işlemiş ve o zinciri kırması mümkün değil. Filmde sergilediği kötü bir insan
değil ama kötülüğe aracılık ediyor. Ananı kes deseler keser. Hiçbir emirde
mantık ya da vicdan aramadan körü körüne itaat eden bir kişiliği var. Zagor okuyanların hemen hatırlayacakları kalın kafalı kale komutanlarından anlayacağınız. Adamın
felsefesi bir cümlesinde belli oluyor: “They must obey just as I obey!” Bu
herifin inadı yüzünden sonunda yığınla insan ölüyor ve olaylar bittikten sonra
cesetlerin arasından yürüyüşü filmin en çarpıcı sahnelerinden biri. Tarihte bu olay Fort
Robinson Katliamı olarak geçmiş. Emre itaat ya da askeri disiplin gibi
kavramlardan hiç hazzetmiyorum. Hep gerekenden daha fazlası dayatılıyor. Toplu projelerde belli kurallara uyulması şart elbette ama disiplinin ne amaçla olursa olsun sorgulayıcılıktan
arındırılması her türlü distopyanın temeli.
Şefe koşulsuz dokunulmazlık
Şayenlerde bile yok!
Cheyenne geleneklerinde şefliğin değişimi “Sacred bundle” denilen bir minik
bohçanın devir teslimiyle gerçekleştirilirmiş. Burada önemli bir kanunları var;
bir Cheyenne öldürmüş kişi, kabileye şef olamıyor. Şefken öldürürse, şefliği
bırakmak zorunda filme göre. Ne kadar doğrudur bilmem ama şefe “mutlak iktidar” vermeyen bir yönetim
sistemi olması açısından dikkate değer bir yönetim geleneği olarak önemsedim.
Çağımızın cilt cilt süslü kanunlara sahip güya demokratik pek çok ülkesinden daha
adil bir anlayışı yansıttığı tartışılmaz.
Diyaloglar
Diyaloglar geçiştirilmemiş. Akılda kalan laflar var. Mesela
kızılderililerin nereye gideceklerine karışılması karşısında cevapları:
“Even a dog can go where it likes, but
not a cheyenne…”
“We are asked to remember much, but the
white men remember nothing”
“It is not the words, but who speaks
them”
Yine cesaret konusunda sarf edilen şu söz de önemliydi:
“The trick to be brave, is not to be too
brave”
Yüzbaşı Archer ile
Kazak (Cossack) başçavuş arasındaki diyalog:
Başçavuş: “…a Cossack
kills Poles just because they're Poles. Like we're trying to kill Indians just
because they're Indians.”
Yüzbaşı Archer: “Come on,
Wichowski. You fought Indians before!”
Başçavuş: “I fought
Indians who wanted to fight me, not just some poor blanket-heads trying to go
home!”
Filmin görsel yönü Ford’un en iyi işlerinden, konu dramatik
ve ilginç. Kızılderililerin uğradığı haksızlıklar gözler önüne serilirken, bu haksızlıkların sebeplerine birkaç açıdan
bakmayı başarabiliyor. Eksi yanı ise yeteri kadar içinize işlemeyip her şeyin
biraz eğreti, biraz yüzeysel durması. Yönetmenin “How Green was My Valley”de
sergilediği güçlü lirizm ve bütünlük, müsait bir hikaye olmasına karşın burada ıskalanmış.
Şaheser olamasa da vasatın üzerinde, kayda değer ve iyi bir
kovboy filmi.
RESİMLER
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.