Yönetmen Gillo Pontecorvo (Battle of Algiers, Burn!). Susan Strasberg, Emmanuelle Riva, Laurent Terzieff ve diğerleri rollerine yakışmış. Hikaye bir toplama kampında geçiyor. 14 yaşındaki Edith Polonya’da bir toplama kampına
gönderilir. Doktorun yardımıyla Yahudi kimliği gizlenerek “Nicole” ismini alır.
Yaşamı ölümden beter kılan bu ortamda çocuk sayılabilecek yaştaki genç
kızın yaşadığı değişimler konu ediliyor.
Klasiklerimden biri. Çarpıp sallayan, zihnine kıymık parçası gibi takılıp düşündüren filmlerden. Tek cümleyle özetle deseler,”Kapo” ya da “Kaput” olma seçimi üzerine bir film derdim. Ya her alanda iktidardaki duygulara, düşüncelere yakın durup kendini
koruyacaksın ya da ister isyanınla ister korkaklığınla sürünüp/sürülüp
izbelerde gölgelere karışacaksın. Nazi toplama kampında da bu temel “sağkalım siyaseti” değişmiyor, aksine daha "görünür" oluyor.
Belli şartlarda, sağkalım içgüdüsü diğer tüm duygu ve düşünceleri
bir kenara itip “olağanüstü hal” ilan
ederek ahlâk ve haysiyet dünyamızda tek adam rejimi yaşatabiliyor. Bir “insanlık hali” denilebilir. Mesela Can Dündar’ın hapishane çıkışı silah
çekilince arkadaşını siper alması geliyor aklıma. Sağkalım içgüdüsü özünde herkeste aynı amaca yönelik olmasına karşın,
uygulaması diğer içgüdüler gibi insandan insana büyük farklar gösterebiliyor. Cinselliğin
her insanda farklı bir dışavurum bulmasına benzer bir durum. Bu sağkalım
yönelimi sadece can korkusuyla ilgili değil aslında. O işin en üst seviyesi. İnsanlar
“işini kaybetmemek” için, üyesi
olduğu grupta “dışlanmamak” için küçük
sağkalım siyasetleri sergiler yaşamları boyunca. Sessiz kalır, görmezden gelir
hatta kendi kendini yanlışın doğru olduğuna ikna etmeye çalışır. O kadar sık
tekrarlanır ki bu aldatmacalar, günlük hayatın vazgeçilmez bir parçası
haline gelmişler, toplum olmanın temel koşullarından biri olarak sosyal hayatın önde
gelen mimarlarından olup çıkmışlardır. Dolayısıyla ben olsam direnirdim demek
kolay, bugün üç kuruş maaşını kaybetmemek için kırk takla atan yığınla insan
var.
Filme dönersek, bazı sahneler dokunaklıydı. Rus erkek esirler şarkı
söyleyerek kampa getirildiğinde yaşlı Rus kadının “Ruski!” deyip gülümsemesi ne
güzeldi mesela. Kötü koşullarda, hele de "yabancılar" arasındaysan anadilini
duymak ya da mutlu olduğun günleri hatırlatan bir nesneyle/sözle karşılaşmak insanı
ayağa kaldırabiliyor bazen. Ranzaları tamir etmek için askerler yatakhaneyi
ziyaret ettiklerinde de yaşlı Rus nasıl sevindi, nasıl kucakladı, çok etkileyici
sahnelerdi: “Malçiki moy…Sinoçik moy" deyip ağlayarak sarıldı kadıncağız. Sarıldığı
Saşa cevap verdi “Krasnaya armiya skora
pridyot suda”. İzmir geri alındığında Türklerin neler hissettiğine
yakınlaştıran sahnelerdi insanı. Kurtuluş Ordusu ve Mustafa Kemal Paşa’yı ne
kadar rahmetle ansak az. Çok şükür ki bizi kurtaranlar başka bir ülkenin ordusu
değil, kendi ordumuz oldu. Milletçe geçmişimizden abuk sabuk şeylerle övünme yarışına gireceğimize
asıl gurur duyulacak değerlerimizin üstüne titresek ya.
Tercüman Terese filmin
ikinci önemli karakteri denilebilir. Terese daha lineer bir kişilik sergiler. Kapo’luk
yapamaz, Nicole gibi savrulmadan dümdüz ilerler. “Yanlışa yandaş olmaz”. Fakat sonunda koşulların dönüştürücülüğüne
karşı koyamadığını görmesiyle yıkılır ve hayatının anlamı kalmamış olur. Esirliği
boyunca en önemli şeyin insanlıktan çıkartılmaya direnmek olduğunu savunurken bir
anlığına da olsa bunu başaramadığını hissetmek ağır gelir. Hayatta namuslu (dürüst)
yaşamak dışında dayanak noktaları da lazım insanlara çünkü en azından namussuz
gibi gösterileceğiniz olaylar yaşarsınız. Tek sığınağınız bu ise olayların
üzerinizdeki etkisi yıkıcı olabilir.
Kapo’nun kamptaki günleri iki kısma ayrılabilir. Ekmek
çalması, ağlayıp durması, arkadaşı öldürüldüğünde bir oyuncak bebekmiş gibi duygularını
bir kenara atıp onun çoraplarını alıp giymesi, yani korku içindeki ne
yapacağını bilmez dönemi. Sonrasında oyunu kuralına göre oynamaya başladığı bir
dönemi izliyoruz. Kedisi Faust ile
birlikte Kapo’luğa yükselişi. Filmde korkudan yandaşlığa geçiş süreci biraz ani
oluyor, bu evrim daha pürüzsüz yansıtılabilirdi. Belki de özellikle kontrastı
keskinleştirmek için böylesi tercih edilmiştir, bilemem. Neticede işbirlikçilik
korkunç bir melanettir. Rus babuşka bunu dile getirir: “Hmm..Ti uvidiş sinoçik şto znaçit Kapo!”
Nicole hala gelecekten umutludur. Rus Saşa’yla bir hayatları
olabileceğine inanır. Kaçış planında anahtar rol ona aittir. Fakat kurtulmasının
imkansız olduğunu bilmez. Saşa’ya söylediği şu söz umudun tek cümlelik
tarifidir: ““Eğer birbirimizi bulamazsak, şu uzaktaki en yüksek ağacın altında
buluşalım tamam mı? Remember the tall
tree!”. Saşa dayanamayıp gerçeği son anda itiraf edince Kapo’nun yaşamla
bağı kopar. Hayat anlamsızlaşır. Terese’in
dayanma noktası haysiyetli bir insan kalabilmek idi, olamadığını düşündüğü anda
ölüme yürümüştü. Kapo’nun güç aldığı nokta
ise bir gün yeniden haysiyetli bir insan olabilmekti. Bunun mümkün olacağına inancını yitirdiği an onun için yaşam biter. Dudaklarından “Living isn’t that necessary” sözleri dökülür. Ölüme yürür.
Film boyunca Edith,
şartların zorlamasıyla önce Nicole’e
ardından Kapo’ya dönüşür ve sonunda aşkın
da etkisiyle koşulların ötesine geçip yeni
ve temiz bir Edith olarak yaşama ümidini yitirince, en azından temiz bir Edith olarak hayata veda
etmeyi seçer. Nazi sevgilisine söylediği son söz olayı özetler:
“Kandırıldık Karl,
ikimizi de kandırdılar…”
Nicole ve Terese |
Babuşka |
Saşa ve Babuşka |
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.