Orhan (Halit Ergenç) yıllardır Londra’da yaşayan eski bir yazar. Yönetmen
arkadaşı Deniz’in (Nejat İşler) ilk kitabının editörlüğünü yapmak için İstanbul’a gelir ve
arkadaşının ailesiyle yaşadığı yalısında kalmaya başlar. Bir sabah Deniz’in
ortadan yok olmasıyla pek çok soru işareti ortaya çıkar.
Film polisiyeden ziyade “anlam arayışı” merkezli. Deniz
karakterinin de film içinde söylediği gibi gerçekle hayalin içiçe geçtiği yoruma
açık bir kurgu seçilmiş.
Filmi nasıl buldum? Hani Woody Allen’ın “Hollywood Ending”
diye bir filmi vardır. Kariyeri tükenmiş bir yönetmen kendisine verilen son
fırsatı değerlendirmek isterken geçici olarak kör olur ve çaresiz etrafına belli
etmeden filmi çeker. Sonunda ortaya anlamsız bir iş çıkar ve kimse beğenmez. Adam tam her şey bitti derken Fransız eleştirmenlerin filme “başyapıt”
“yepyeni bir sanat” gibi sıfatlar yakıştırmasıyla hikaye sonlanır. İşte Ferzan Özpetek'in “İstanbul
Kırmızısı” filmi de ancak o eleştirmenlerden övgü alabilir bence.
Bir kere filmin kendini bir şey sanan bir tavrı var. Daha
isminde kendini belli ediyor. İstanbul kırmızısı. Ne şairane bir
laf falan dedirtecek seyirciye. Oysa bir numarası yok. İsmi için düşündüğüm
filmin kendisi için de geçerli. Havalı bir film ama kurusıkı. Seyrederken
sıkıldım. Hep söylerim, en dandik filme bile yığınla sembolik anlam
yükleyebilirsiniz, dolayısıyla ön plandaki hikayenin ilgi çekici verilmesi önemlidir. Burada Orhan ve arayışları çerçevesindeki hikaye akmıyor. Sürekli
çevresinden hareketle hayata ve İstanbul'a göndermeler yapan ağır ağır ve büyük
konuşan insanlar seyrediyoruz.
Kadro çok zengin aslında ama ziyan olmuş. Halit Ergenç.Selim
Bayraktar (Sümbül Ağa), Mehmet Günsür, Çiğdem Onat (Anne) iyiydi. Nejat İşler
son zamanlarda aksiyon yıldızları gibi hep aynı karakteri oynuyor. Yakışıyor belki ama
artık fazla tekrarladı. Tuba Büyüküstün’ün oyunculuğunu beğenmedim. Sadece güzel bir
yüz olarak filme katkısı var.
İstanbul, Orhan ve Deniz hep beraber bir bütünün parçaları,
birbirinin aynaları, içiçe geçmiş kişilikler, birbirini öncesi ve devamı, birbirini açıklayan ya da
tamamlayan varoluşlar gibi verilmek istenmiş ama olmamış. Sinematografi yer yer
kartpostal güzelliğinde. Fakat burada da bir sorun var. İstanbul’un güzelliği
en büyük milli yalanlarımızdan biri.
Filmdeki aksi eleştirmen şöyle diyor:
“İstanbul tam bir sürtüktür,
kimseyi geri çevirmez”
İstanbul’a yıllarca tecavüz edersen sürtüğe dönüşür tabii! Zavallı çoktan ölmüş ağlayanı yok. Bugünkü haliyle İstanbul’un güzelliğini övüp durmak şairlikle
değil ancak nekrofiliyle açıklanabilir. Açık konuşalım, yeni gelenler İstanbul'u
bozdu. Hiç kusura bakmayın. Birbirimizi kandırmayalım. Ha göçün sebeplerini
tartışalım, orası ayrı, ama gelenlerin büyük çoğunluğunun bu kentin içine
sıçtığı, bu kentin bir dönemki ihtişamına yakışmadığı da ortada. Ne güzelliği
Allah aşkına! Bugün yurtdışında 2-3 doğru dürüst şehir gezmiş insan bile
İstanbul’un çirkinliğini rahatça görebilir. Mimarisi çirkin; sokakları çirkin; duvarları, parkları, meydanları çirkin; tabiatı dışlamasıyla çirkin…Çirkin oğlu çirkin bir şehir. Ama en kötüsü
insanlarının davranışları çok çirkin. Güzelliği eskide kalmış artık. Zombi şehirler sıralamamda (geçmişinin ihtişamından eser kalmamış) başa güreşir.
Dolayısıyla bugün İstanbul’u güzel göstermek için kırk takla atmak yerine barındırdığı ilginç hikayelere odaklanmak daha yerinde bir yaklaşım olur. Fakat bunu kağıt toplayan adama bir araba çarptıktan sonra adamın yerde ölmek
üzereyken uçuşan kağıtlara bakıp “Kağıtlarım!, bugün çok kağıt toplamıştım” deyişini
çekerek kör gözüne dramlarla yapamazsınız. Film İstanbul’a ait gerçeklere değil,
klişelere yelken açmaktan öteye geçemiyor. İstanbul’da bir sokağa çıkıyorum yığınla
ilginç karakter, hayat takılıyor benim bile gözüme. Nasıl bu kadar basmakalıp
bir İstanbul portresi çizebiliyorlar anlamıyorum.
Bu tarz filmler için kullandığım bir tabir vardır: “Pozzo”. Beckett’in “Godot’yu Beklerken” oyunundaki bir
karakterden esinlenmiştim yıllar önce. Pozdan ibaret, yapmacık insanlar ve işler için sık
dillendiririm. Bu film tam bir “Pozzo”. Zihinlerde uyandıracağı metaforlar, zengin kadrosu ve İstanbul güzellemesine yaslanmayı seçmiş ama fena çuvallamış.
Özlem Düvencioğlu mu bu? Kastta ismini göremedim. |
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.