Dixon Steele (Humphrey
Bogart) Hollywood’da tanınmış bir senarist. Çabuk öfkelenen ve şiddete
eğilimli bir adam olarak tanınıyor. Komşusu Laurel Gray (Gloria Grahame) ile başlayan ilişkisi
ikisi için de harika giderken, Dixon’ın kendini kontrol etme probleminin
sınırları ve geçmişi konusundaki şüpheler ilişkiyi rahat bırakmaz. Zaten film "şüphe" etrafında dönüyor.
Yönetmen Nicholas Ray.
Film sırasında baş kadın oyuncu Gloria
Grahame ile evlilikleri bitmek üzere.
Bu filmin dikkatimi
çeken en önemli özelliği zekice diyalogları oldu. Bunun dışında Dixon Steele, Bogart’a en çok yakıştırdığım karakterlerden birisi, belki de birincisi. Sisli
bir kişilik. Depresif ve impulsif bir tarzı var. Standartlara uymaması, toplumca
“şüpheli” sayılmasına yetiyor. Kendi adaletinin peşinde, toplumsal kabullerin
kıçına tekmeyi vurmaktan çekinmiyor. Ama bunu klasik Hollywood kahramanları tarzında yapmıyor.
Önce Gloria Grahame
hakkında birkaç kelime etmek istiyorum. Miss Gray karakterini olağanüstü
oynuyor. Olağanüstü. Bir kere özgün bir karakter. Ne masum bir prenses ne de
femme fatale. Sesindeki insanı etkileyici buğulu ton ve edalı konuşması yanında kadının bir kaşlarını kullanışı var, şahane! Sanki bir soru
işareti çakıyor ortama, sağ kaşı her havaya kalktığında. Rahmetli Cem Karaca’nın şarkısındaki “Kalktı keman kaşları…” sözünü getiriyor
akla her defasında.
Gelelim Bogart’a. Dixon Steele karakterini önemsiyorum. Sinemada,
özellikle de filmin çekildiği 50lerde, seyrettiğimiz birçok karakterden daha
derin bir kişilik. Şiddete eğilimi var ama sınırları ne? Her şiddete eğilimi
olan potansiyel bir katil midir? Bazı şiddet eylemleri haklı olamaz mı? Sabıka
aynı zamanda br azmettirici midir? Toplum
suçun neresinde? Bunlar gibi pek çok ciddi sosyolojik sorgulama var. Aslında
itiraf edeyim filmden çok karakter üzerine konuşmak istiyor canım :) Sevdim
herifi. Zaten biliyorsunuz öyle dergiye yazıyormuş gibi değil de, kendi kendime konuşuyormuş gibi yazmayı daha çok seviyorum. Dolayısıyla şekli şemali biraz farklı olabiliyor buradaki yazıların.
(soldan sağa) Mildred, Diixon ve Mel |
Dixon dediğim gibi impulsif bir karakter. Türkçesi, adam
kafasına göre, o an içinden geldiği gibi takılıyor. Umurunda değil çıkar
ilişkileri, sosyal kabuller, toplumsal hiyerarşi gibi ıvır zıvırlar. Kiminle iyi geçinirsem
benim için daha iyi olur diye hesap peşinde koşan yavşaklardan değil, kendine
göre bir “adalet haritası” var, onu takip ediyor. Gelişine vuruyor hayata. Hani
“birbirimize tahammül etmeliyiz” diye bir klişe var ya, bu herif beğenmediği
tiplere tahammül falan etmeyen bir karakter. En iyisini yapıyor :)
Mesela iki arkadaşı var Dixon'ın. İkisi de yaşlı adamlar. Sarhoş eski
aktör Thespian (Robert Warwick) ve prodüktörlerle köprü görevi gören, bir çeşit menejerlik yapan Mel (Art Smith). Ben ikisini de çok
sevdim. Bir gün Dixon barda iş konuşuyor. Alkolik arkadaşı Thespian da yanında.
Adam alkolik ama etrafını rahatsız eden cinsten değil, son derece beyefendi,
içerken bile. Zararı kendine. Her neyse, diğerleri başka yere gidelim dese de Dixon
arkadaşının yanından ayrılmıyor, refüze etmiyor adamcağızı. Sonra sektörden şımarık
ve güçlü bir yeniyetme (Junior) Dixon’a sırnaşıyor ama arkadaşının elini
sıkmıyor, daha da ileri gidip adamı aşağılamaya girişiyor. Dixon fark ediyor bunları ama yine
sabrediyor. Herif bu sefer arkadaşının kadehine purosunun külünü silkince tepesinin tası atıyor ve atlıyor üstüne. Şimdi soruyorum. Atlamasın mı!? Lütfen külünüzü arkadaşımın kadehine dökmeyin mi desin? Görmezden mi gelsin? “Aman huzurumuz bozulmasın” mı demeli? O zaman
uygar mı sayılacak bu adam? İyi gözükmek için şahsiyetsiz olma şartı mı var?
Efendilik korkaklara mı rezerve artık? Yağma yok, gerektiği yerde şiddeti çatır
çatır uygulayacaksın! İster sözel olarak ister fiziksel olarak. Kim olursa
olsun.
Dixon kavga edince hemen yaftayı yapıştırıyorlar
tabii: “There goes Dix again!” (yine yaptı yapacağını gibisinden). Maalesef
böyle bir sosyolojik riyakarlık var her yerde. “Toplumsal huzur” adı altında
namussuzluk teneffüs ediliyor. Huzur dedikleri şey aslında karşılıklı bir “ödünleşmeden”
ibaret. Kabul etmeyen, oyunbozan
ilan ediliyor.
Diyaloglar harika dedim ya, bol bol alıntılanacak konuşma
var. Bunların bazısı hazırcevaplık içerirken bazısı felsefi derinliklere davet ediyor.
Bir sahnede anasının gözü bir karı Dixon’ı o gece için baştan çıkarmaya
çalışırken geçen bir “atışmayı" örnek verelim mesela:
Kadın: “Remember how I used to
read u?”
Dixon: (Bogart nefis bir bakış
atıyor burada) “Yeahh, since then I’ve learned to read by myself…”
Miss Grey ve Dix (sorguda) |
Bir kitap var filmde. Bunu senaryolaştırması istenir. Dixon kitabı okumaya üşenir ve okumuş olan vestiyerdeki Mildred (Martha Stewart) isimli kızı evine davet edip konusunu anlatmasını ister. Romandaki Alathea Bruce karakteri, Dixon’ın yaşayacaklarının habercisi gibi çünkü üzerinde hep şüphe olan bir dul kadın. Neyse Dixon, Mildred’dan sıkılır ve yorgunum bahanesiyle evine gönderir. Ertesi sabah erkenden polislik yapan ordudan arkadaşı Brub (Frank Lovejoy) ziyaretine geldiğinde şaşırır. Mildred öldürülmüştür. Aşağıdaki konuşma karakoldaki ilk sorgusunda geçer:
Capt. Lochner: [Dixon has
replied with sarcasm to Lochner's questions] You're told
that the girl you were with last night was found in Benedict Canyon, murdered.
Dumped from a moving car. What's your reaction? Shock? Horror? Sympathy? No -
just petulance at being questioned. A couple of feeble jokes. You puzzle me, Mr.
Steele.
Dixon Steele: Well, I grant you, the jokes could've been better, but I don't see why
the rest should worry you - that is, unless you plan to arrest me on lack of emotion.
that the girl you were with last night was found in Benedict Canyon, murdered.
Dumped from a moving car. What's your reaction? Shock? Horror? Sympathy? No -
just petulance at being questioned. A couple of feeble jokes. You puzzle me, Mr.
Steele.
Dixon Steele: Well, I grant you, the jokes could've been better, but I don't see why
the rest should worry you - that is, unless you plan to arrest me on lack of emotion.
(soldan sağa) Dix, Thespian, Mel ve Grey |
Komiserin (Carl Benton Reid) Dixon’dan şüphelenmesini sağlayan duygusuz gözüken tavrıdır:
Capt: “U see each other much,
after the war I mean?
Brub: “A year ago I called him.
He promised to call back. I’m still wating.
Dixon: “When I found out he was a
cop, I lost interest”
Komiser böyle düşünse de bana göre bu diyaloglarda Dixon’ın insanlara karşı duygusuzluktan ziyade ilgisizliği
olduğu anlaşılır aslında. Bu ayrımı yapmak lazım. Sadece kadınlara yönelik bir
durum değildir. Nezaket olsun diye mecbur hissedilen davranışları reddeder. Kendi
dünyasında kendi kurallarıyla yaşamayı sever. Hissetmediğini hissediyor gibi görünmek istemez. Ne kabul etmek ne de kabul edilmek
ister. Tek tabanca bir yolun yolcusudur.
Şahit olarak komşusu Miss Gray çağrılır.
Yine imalı ve zekice diyaloglar. Fiziği ve sesinin güzelliği bir yana, Miss
Gray cevaplarıyla insanı etkileyebilen bir kadın.
Capt: “Do attractive young women
often admire ur face Mr Steele?
Dix: If they do, they arent
usually as outspoken as Miss Gray.We finished?”
Dix: “I’ll see that Miss Gray
gets home”
Miss Gray: “Thank u, but I always
go home with the man who brought me”
Ordudan arkadaşı Brub’a göre duygusuz tavrı onun karakteridir:
Brub: “Its hard to tell how Dix
feeels about anything. We never figured him out. But he was a good officer and
his men liked him. I like him too”
Mel’den nefis bir medya tespiti:
Mel: ıts easier to get people’s
names into newpapers than to keep them out”
Miss Gray ile cilveli ama zekayı elden bırakmayan bir
diyalog daha:
(Aynada bakar): “How could
anybody like a face like this? Look at it”
Gray: “I said I liked ur face. I
didnt say I wanted to kiss it. “
“U re a quitter…Get out before
you get hurt type”
“Is that bad?”
“Suppose U save urself from
trouble that way”
“I do. I think twice before I get
into something.”
“U re getting into something now.”
“No. I’m not. I’ve only thought
about it once”
“Are u a fast thinker?”
“Not right now. I didnt get much
sleep last night. A neighbor kept me awake.”
“Go ahead and get some sleep and
we ll have dinner together tonight”
“We ll have dinner tonight. But
not together.”
“When u walked into the police
station I said to myself: There she is the one thats different . Shes not coy,
or cute or corny. Shes a good guy. I’m glad she is on my side. She speaks her
mind. Ans she knows what she wants.”
“Thx sir. But let me add. I also
know what I dont want and I dont wanna be rushed.”
Dix kadının tarzı ve konuşmasından çok etkilenir. “Cant take
my eyes off her” şarkısının anlattığı kıvama gelir beklenmedik şekilde, her hareketinden belli eder :)
Öldürülen Mildred'ın erkek arkadaşı Henry Kessler ertesi gün polis merkezinde çok
üzgün görünür. Komiserin beklediği, emönemlisi de uygun gördüğü davranıştır. Şüphelenmez. Dix ise akşam arkadaşı
ve eşine yemeğe gider. İkisine cinayeti canlandırmalarını söyler ve nasıl
olduğunu anlatır. Karısı tatmin olmaz.
“U forgot my hands. I could
scratch his eyes out before he could kill me”
“Ahh, but u didnt. Your instinct
was to grab his arm, try to loosen his grip.Thats where u lost the battle just
as Mildred did.
“U ve given this a lot of
thought.
“I ve had a lot of experience in
matters of this kind. I ve killed dozens of people in the pictures”
“Tell lockner to look for a man
like me, only without my artistic temperament whcih may or may not be phony”
Mildred |
Şöyle bir huyu var sanki Dix'in. İnsanlarda şüphe yaratmayı seviyor. Belki daha özgür
hissediyor böyle olunca. Her an her şeyin beklenebileceği adam imajı verdiğinde
beklentileri de sıfırlamış oluyorsun ki, bulunmaz bir sosyal özgürlük demek bu. Düşünülenin aksine güvenilir görülmek, en
azından çoğu tanıdığın için, bir hapishane olabilir. Ne yapacağı belli olmaz
demeleri seni onların vasatlığından ve uzantısı olan beklentilerinden koruyan
bir kalkan gibi. Kişiliğin sürekli hareket ediyor sanki ve kimse aynı yerde
bulmayı beklemiyor bir süre sonra. Büyük bir rahatlık. Belki de huzuru bulmanın
farklı bir yolu. Deneyenler bilir. Ama sonradan üstüne giyilebilecek bir
özellik değil bu, doğuştan varsa vardır. Anlayabiliyorum.
Gittikten sonra Brub’un eşiyle konuşması da ilginç.
“Quite an evening. Well, what do
u think?”
“I’m glad u re not a genius. He s
a sick man Brun.”
“No he isnt”
“There s something wrong with
him.”
“He s always been like that.
He is exciting. Guy”
“Look when I took abnormal
psychology..”
“Everytime we disagre u throw that
college stuff in my face! I didnt go to college but I know Dix better than u
do. There s nothing wrong with his mind except that its superior”
“He is exciting because he isnt
quite normal”
“Maybe us cops can use some of
this abnormality. I learned more about the case from him in 5 minutes than our
entire investigations”
“Alright. But I still like the
way you are: attractive and average!”
“Well thank u kindly”
Toplumun normalin dışına çıkmaya cesaret etmiş insanlara
bakışını dile getiriyor Brun’ın eşi. Dix bu beraberlikle beraber işine
yoğunlaşır. Mel’in pencerelerden yeni durumu hayretle izlemesi ve sonunda Miss
Gray’e yakalanıp tatlı tatlı sohbet etmeleriyle bu durum izleyiciye aktarılır.
Mel: “If he d met you 10 years
ago, I wouldnt have ulcers today”
Thespian gelir sarhoş halde. Kapıdan girerken düşer. Kısa
iki cümle alışverişi bile Şekspirvari bir kaliteye sahiptir:
Dix:“You may arise now”
Thespian: “Easier said than done”
Thespian’dan "aşk böceklerine" bir sone, şahane:
“For thy sweet love remembered
Such wealth brings
That then I scorn to change
My state with kings”
Komiser Dixon’a takmış durumdadır. Üzülmüş göründüğü için ve
iyi giyimli, güümseyen, toplumsal kurallara saygılı, örnek bir adam olduğu için
sevgilisi Kessler’i şüpheli görmez.
Filmde Casablanca’dakine
benzer bir "piyanobaşı sahnesi" var. Ne
kadar ince bir ortam mesela. Acaba
Türkiye’de ocakbaşı kültürünün onda biri kadar piyanobaşı sohbet kültürümüz
olsa bugün başka ülkelerin işçiliğini yapar hale gelir miydik!? Arada böyle "uçuşmalar" da olmuyor değil zihnimde. Ne olacak bu memleketin görgüsüzlüğü sorusu önemli…
Kumsalda small talk. Brub’ün karısı sırasında komiserle
konuştuğunu ağzından kaçırınca Dix çok kızar. Hepsine öfkelenir. Hışımla atlar
arabaya, kız zor yetişir. Deli gibi kullanır arabayı. Başka bir arabayla
çarpışmayı kıl payı atlatırlar. Genç sürücü iner, şımarık bir tiptir “manyak
mısın lan” falan demeye başlar inip. Dix daha fazla dayanamaz atlar döver
genci. Tam eline taş alıp vuracakken baygın haldeyken Gray durdurur. Burası
abartıydı sanki, Dixon’ın yapmayacağı bir hareket. Kadın şüphelensin diye senaryoya
konmuş gibi. Niye o taşı alsın ki? Zaten dövmüşsün, yerde yatıyor hareketsiz.
Neyse sonra arabayla uzaklaşırlar ve yatışır. Yüzlerce böyle
kavga ettiğini söyler. Hakaret etti bana ne yapsaydım ben haklıydıma getirir.
Kadın büyünün bozulduğunu hisseder sanki. Bir kırılma noktası yaşanır. "Belki de söylenenler, tüm suçlamalar gerçek" kuşkusu hakim olur.
Kadının yatağı başındaki sahne yine anlamlıdır. Alarm
çalar. Dix odaya girip alarmı kapatır. Sanki kadının kafasının içindeki alarmın
seyirciye duyurulması için çalmıştır o alarm. Grey o alarmı dinleyeceğini
bundan sonraki diyalogda belli eder:
Dix: “Wanna go back to sleep”
Grey: “No I’ll get up”
Dix kadına evlilik teklif edince kadın hayır diyemez ama
buna cesareti de yoktur. Menejer Mel’in burada söylediği kesinlikle doğru. Adam
hep böyleydi, yapamayacaksan niye başladına getirir.
Gray“Why cant he be like other people? Why??”
Mel: “Like other people? Would u have liked him? U knew he was
dynamite. He has to explode sometimes.”
Sonrası final. “In a Lonely Place” çok sevdiğim bir film. Ara ara
seyrederim. Bilhassa diyaloglarının zenginliği, Dix’in sıradışı karakteri ve Miss
Gray’in dilbaz güzelliğiyle insanı içine çekiveriyor. Filmin içinde sohbet konusu yapılıp tartışılacak pek çok söz ve mesele var. Klasik bir "film noir" olmanın ötesinde, psikolojik gerilimin ağırlığını hissettirdiği bir içeriğe sahip. Tavsiye ederim.
Kavga sonrası arabayla dönerlerken Dix yazdığı senaryo için bulduğu harika bir lafı paylaşır. Aslında bu yine kendi yaşayacaklarının bir habercisidir. Dix'in veda notu olması açısından bu yazının da sonuna yakışacağını düşünüyorum:
“-I was born when she kissed me, died when she left me. I lived a few weeks while she loved me- I want to put it in the script. I dont know quite where.”
“The farewell note?”
“Dunno. Maybe”
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.