“Ocean with David Attenborough” belgeselinden bahsederken başka yazılara konu etmek istediğim birkaç konu çıktı. 2025 tarihli Ocean belgeselinin pek çok ülkede sinemalarda da gösterime girdiğini söylemiştim. Ama bu ülkeler arasında Türkiye yok. Öyle bir ilgi yok burada. Burası öyle bir yer değil. Belgesellerle alakası yok Türkiye'nin, bir avuç insan dışında. Yok dediğim binde bir bile değil. Yahu belgeselleri konuşan insan yok medyamızda. On binlerce insan çalışıyor gazetesinde radyosunda televizyonlarında. Yok, bir tane yok. Cumhuriyetin yüzüncü yılı geçti, bir tane uluslararası standartlarda akılda kalır bir belgesel seyrettik mi? Spot filmlerle geçiştirdiler yine. Yıl 2025 be. Değişiklik olsun entelektüel gözükelim diye arada sos niyetine kullanıyorlar belgeselleri. Hem insanlar hem kurumlar. En fazla bu kadar. Herkes hangi siyasetçinin kime ne cevap verdiğinin peşinde. Akşam ne yiyeceğini düşünüp duruyor bıkıp usanmadan. Hayatları bu kadar bunların, sıkışıp kalmış temel içgüdülerine. Aslında bunların sinema kültürü bile yok. Bakmayın laf kalabalığı yaptıklarına. Her şeyleri kalabalıktan ibaret. O kadar belli ki. Gencinde de yok yaşlısında da. Binde bir. Daha sinema kültürü olmayan ülkede belgesel kültürü olur mu be?
Okyanus belgeseli dedik değil mi….Okyanuslar, denizlerimiz.
Mavi gezegenimiz. Bugünkü rezilliğimiz pek çok ilkelliğe bağlanabilir,
bunlardan biri de denizci bir millet olamayışımızdır bana göre. Deniz
temizler çünkü, acımasızdır, yalana dolana yüz vermez. Rüzgarı, dalgayı
ayarlayamadın mı yapıştırır tokadı, alabora ediverir seni. Denize karşı paran pulun geçmez. Yalandan
değil, gerçekten aynı gemidedir herkes. Sarmasarık bir cehaletle yolunu bulamazsın. Cahilliğini yıkar, yalanlarında boğar.
Aksidir ama dürüsttür deniz, aklını
bulandırmaz, kullandırır, hayatını kurbanlaştırmaz, kurtarır. İktidar ustalıktadır, uşaklıkta değil.
Karacı halklar en bağnaz milletleridir yeryüzünün. Baş
belasıdırlar. Türkiye de bu karacılığın, bu karanlığın esiri olmuş bir kara kalabalığının
en net örneklerinden biridir. Ne değer bilir ne denge. Başıboş bir kara kalabalığı. Etrafına sallamak ve saldırmaktır tek yaptığı.
Bakın gelmiş geçmiş imparatorluklara. Özellikle medeniyetiyle
öne çıkan devletlere bakın. Denizci milletlerdir. Batı Avrupa’dan Japonya’ya, İskandinavya’dan
Rusya’ya. Greklerden Roma’ya. Denizcidir bu milletler. Tesadüf müdür günümüzün medeniyet
bayraktarlarının, teknoloji liderlerinin denizci milletler oluşu? Denizin
terbiyesinden geçmiş insanın milletin hali başkadır. Hele okyanusla terbiye
edilmiş milletler bambaşkadır.
Türkiye denizci olmayı bırakın denizlerini tüketmiş bir
millete sahip. Kusmuğunda boğulan Marmara ve canına okunmuş denizlerimiz. Bildiğin
içine sıçtık hepsinin. Doğayı, evreni okumak yerine küçücük dünyalarımıza
sıkışmış, çekirdek çitleyerek çevremizin canına okumayı seçmiş bir milletiz biz.
Bakın haberlere nasıl yakılıp yıkılıyor ormanlar, nasıl pisletilip kurutuluyor nehirler, göller. Uluslararası
maden şirketlerine peşkeş çekiyoruz vatan dediğimiz toprakları. Vatan sevgisi
olan bunu yapar mı? Bunu yapanı alkışlar mı? Oy verir mi? Vatanı falan yok bu
kalabalığın, günlük çıkarları var sadece, geçelim bu geyikleri. Yetti.
Müstehak olduğu yerdedir bu millet.
Siz bakmayın bu aziz millet bunları hak etmiyor diye halka
yaranmaya çalışanlara.
Bu kara kalabalığının hak ettiğinden iyi bir yerde olduğu
bile söylenebilir.
Onun da sebebi