Belgesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Belgesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Temmuz 2025 Perşembe

Belgeselsiz Toplum: Kara Kalabalığı

“Ocean with David Attenborough” belgeselinden bahsederken başka yazılara konu etmek istediğim birkaç konu çıktı. 2025 tarihli Ocean belgeselinin pek çok ülkede sinemalarda da gösterime girdiğini söylemiştim. Ama bu ülkeler arasında Türkiye yok. Öyle bir ilgi yok burada. Burası öyle bir yer değil. Belgesellerle alakası yok Türkiye'nin, bir avuç insan dışında. Yok dediğim binde bir bile değil. Yahu belgeselleri konuşan insan yok medyamızda. On binlerce insan çalışıyor gazetesinde radyosunda televizyonlarında. Yok, bir tane yok. Cumhuriyetin yüzüncü yılı geçti, bir tane uluslararası standartlarda akılda kalır  bir belgesel seyrettik mi? Spot filmlerle geçiştirdiler yine. Yıl 2025 be. Değişiklik olsun entelektüel gözükelim diye arada sos niyetine kullanıyorlar belgeselleri. Hem insanlar hem kurumlar. En fazla bu kadar. Herkes hangi siyasetçinin kime ne cevap verdiğinin peşinde. Akşam ne yiyeceğini düşünüp duruyor bıkıp usanmadan. Hayatları bu kadar bunların, sıkışıp kalmış temel içgüdülerine. Aslında bunların sinema kültürü bile yok. Bakmayın laf kalabalığı yaptıklarına. Her şeyleri kalabalıktan ibaret. O kadar belli ki. Gencinde de yok yaşlısında da. Binde bir. Daha sinema kültürü olmayan ülkede belgesel kültürü olur mu be?

Okyanus belgeseli dedik değil mi….Okyanuslar, denizlerimiz. Mavi gezegenimiz. Bugünkü rezilliğimiz pek çok ilkelliğe bağlanabilir, bunlardan biri de denizci bir millet olamayışımızdır bana göre. Deniz temizler çünkü, acımasızdır, yalana dolana yüz vermez. Rüzgarı, dalgayı ayarlayamadın mı yapıştırır tokadı, alabora ediverir seni. Denize karşı paran pulun geçmez. Yalandan değil, gerçekten aynı gemidedir herkes. Sarmasarık bir cehaletle yolunu bulamazsın. Cahilliğini yıkar, yalanlarında boğar. Aksidir ama dürüsttür deniz, aklını bulandırmaz, kullandırır, hayatını kurbanlaştırmaz, kurtarır. İktidar ustalıktadır, uşaklıkta değil.   

Karacı halklar en bağnaz milletleridir yeryüzünün. Baş belasıdırlar. Türkiye de bu karacılığın, bu karanlığın esiri olmuş bir kara kalabalığının en net örneklerinden biridir. Ne değer bilir ne denge. Başıboş bir kara kalabalığı. Etrafına sallamak ve saldırmaktır tek yaptığı.

Bakın gelmiş geçmiş imparatorluklara. Özellikle medeniyetiyle öne çıkan devletlere bakın. Denizci milletlerdir. Batı Avrupa’dan Japonya’ya, İskandinavya’dan Rusya’ya. Greklerden Roma’ya. Denizcidir bu milletler. Tesadüf müdür günümüzün medeniyet bayraktarlarının, teknoloji liderlerinin denizci milletler oluşu? Denizin terbiyesinden geçmiş insanın milletin hali başkadır. Hele okyanusla terbiye edilmiş milletler bambaşkadır.

Türkiye denizci olmayı bırakın denizlerini tüketmiş bir millete sahip. Kusmuğunda boğulan Marmara ve canına okunmuş denizlerimiz. Bildiğin içine sıçtık hepsinin. Doğayı, evreni okumak yerine küçücük dünyalarımıza sıkışmış, çekirdek çitleyerek çevremizin canına okumayı seçmiş bir milletiz biz. Bakın haberlere nasıl yakılıp yıkılıyor ormanlar, nasıl pisletilip kurutuluyor nehirler, göller. Uluslararası maden şirketlerine peşkeş çekiyoruz vatan dediğimiz toprakları. Vatan sevgisi olan bunu yapar mı? Bunu yapanı alkışlar mı? Oy verir mi? Vatanı falan yok bu kalabalığın, günlük çıkarları var sadece, geçelim bu geyikleri. Yetti.

Müstehak olduğu yerdedir bu millet.

Siz bakmayın bu aziz millet bunları hak etmiyor diye halka yaranmaya çalışanlara.

Bu kara kalabalığının hak ettiğinden iyi bir yerde olduğu bile söylenebilir.

Onun da sebebi

İhanet ettikleri “Rumeli Cumhuriyeti”dir. 



Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

1 Temmuz 2025 Salı

Belgesel: Ocean with David Attenborough (2025)

Geçen gece seyrettiğim bir belgesel. 2025 tarihli. 8 mayısta sinemalarda gösterime girmiş. 8 hazirandan sonra NG ve Disney platformlarında seyredilebiliyor.

Sunucu her belgeselseverin tanıdığı David Attenborough. Defalarca bahsettim.

Sinemalarda gösterime girdiği 8 mayıs aynı zamanda Attenborough’nun doğum günü. Tam 99 yaşına girdi 2025’te. Platformlarda yayına girdiği 8 haziran da anlamlı bir gün, Dünya Okyanuslar Gününe (World Oceans Day) denk getirilmiş.

Süresi 1 saat 24 dakika.

Bu belgeselin özellikle BBC yapımlarından farkı doğayı tanıtma değil doğayı kurtarma odaklı olması. Okyanuslarımıza zarar veren özellikle trol balıkçılığının dipleri, deniz tabanını demir ağlarla paramparça etmesinin trajik sonuçları aktarılırken bu doğa katliamının sualtı görüntüleriyle verilmesi etkileyici birkaç sekanstan biriydi. Tam bir toplu katliam. Hem de her gün binlerce kez tekrarlanan.

Görselleri ekran koruyucu yapılacak kadar şahane olmasına karşın esas ağırlık Attenborough’nun seslendirdiği metinde. Okyanusların perişan hali ve neler yapılabileceği konusu gündeme getiriliyor.

Trollerin okyanus yatağında yarattığı tahribat etkileyici demiştim, bir de bir köpekbalığının zokayı yutmuş çırpındığı bir sahne var ki kısa ama unutulmaz görüntülerdi. Aklımda kalan bir başka ayrıntı uydu görüntülerinde bile deniz dibinde yapılan hasarın izlerinin gözükmesi. Dip Trolü diyorlar buna.Yara izleri gibi. Enine boyuna. Denizin altında. Gözden uzakta. Neşeli sofralarımızın altında yatan vahşet.


Bir üretim endüstriyel hale geldi mi korkunç zararları oluyor. Faydası da var elbette ama zararları bence çok daha fazla ama bunlar hep örtbas ediliyor. Endüstriyel üretimin kesinlikle sınırlandırılması lazım çünkü yerel üretimi boğuyor. Şirket tonlarca balık yakalayacak diye köylü balıkçılar 3-5 kilo balık yakalayamaz hale geliyor. Fransa'daki şarabının yanında daha ucuza balık yiyecek diye Nijeryalı akşamı aç geçiriyor. Aslında olan bu. Endüstriyel balıkçılık bu. Yani sadece florasıyla faunasıyla doğaya değil insanlara da zararı var bu gözü dönmüş ekonomik sistemin. Her alanda trollük yapıyor, kazıntı bile bırakmıyor.

Genelde yabani yaşam deyince ormanlar dağlar akla gelir. Denizler ve okyanusların da tabiat tahribatından payını aldığını bir kez daha bizlere anlatıyor belgesel. Güvenli bölge bırakmamışız yeryüzünde.


BM bu korkunç gidişe dur demek için 30x30 planını devreye soktu. Ne demek bu? 2030'a kadar okyanusların %30unun koruma altına alınması planlanıyor. Şu anda %3'lerdeymiş. Nasıl korunacak peki?

Tam da bu sebeple kurulan MPAlardan da bahsediliyor. Nedir bu_ Marine Preservation Areas. MPA. Balıkçılığın yasaklandığı muhafaza alanları bunlar. İşte bunların yenileri kurularak, eskileri genişletilerek %30 hedefini tutturmak istiyorlar ama pek de iyi gitmiyor şimdilik. Yine de büyük iş başarıyorlar bence. 

Bu noktada belki her şey için çok geç değildir diye de düşündürtüyor çünkü denizler karasal doğadan çok daha hızlı iyileştirebiliyor kendini. Koruma altına alınan alanlardaki hızlı canlanma buna somut bir delil olarak ümit veriyor.


Ocean with David Attenborough sualtı yabani hayatından yaşam kesitleri görmek isteyenlere göre bir belgesel değil, çevreci bir odak noktası var. Dolayısıyla Bu noktada bir eleştirim olabilir.  bence bir alt başlıkta bu belirtilmeliydi.

Benim aklımda sualtı trol tahribatı ve çırpınan köpekbalığı sahneleriyle yer eden çevrecilik ağırlıklı bir doğa belgeseli olarak kayıtlarıma geçti. 




Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

30 Ağustos 2020 Pazar

Belgesel ve Çizgiroman Konulu Podcast Bölümleri


Podcast Çizgiroman #1: "Dünyada Çizgiroman" 
4-5 ay önce çektiğim programlar. Gecikmeli yayınlayabildim.

Çizgiroman konulu podcast serisi dünyanın farklı coğrafya ve ekollerinden çizgiromanın her türlüsü üzerine gelişine, bol resim destekli bir monolog şeklinde gidiyor. Zaten kendim için aldığım notları önüme koyup canlı yayın mantığıyla bir yayın çıkardım. Sadece çizgiroman üzerine değil, ilgilendiğim farklı alanlarda da bu tarz yayınlar yapmayı planlıyorum. Resim, zooloji, sinema, belgesel, televizyon, edebiyat, filoloji, retro bilgisayar oyunları gibi konularda seri programlar gelebilir. Teknik açıdan da ciddi yenilikler var aklımda.   

Bu bölümdeki konular
Türk TVlerinde Çizgiroman, "Altın Fırçalı Adam" belgeseli, Alberto Breccia ve "Buscavidas", "Joe Shuster Story", Herge Külliyatı, "La Fille de Vercingetorix" (Son Asterix albümü), "Maggy Garrison", "Nos Vies Prisonnieres", "They Called Us Enemy", "Tremen", "Enki Bilal" ve "Bug", "Monsieur Blaireau ve Madame Renarde", "Aurora Borealice", Fransız 2018 "Conan" Serisi, Hüseyin Aksakal ve Robert E Howard Külliyatı çevirileri, "Audubon", "Blossoms in Autumn", "Kebek", "The Dead Eye and the Deep Blue Sea", Pif Gadget, "Aliens: Labyrinth", Albert Uderzo, "Medicine: A Graphic History", Vefatlar (Gimenez, Suat Yalaz, Abdullah Turhan), "Fables Ameres 2", "La Bombe"


Podcast Belgesel #1: "Sherpa" belgeseli 
Şerpa kültürü, Nepal'de dağcılık turizmi, yaşanan facialar ve dağcılık üzerine şerpa bakış açısını yansıtmaya çalışmasıyla farklı bir belgesel.



Podcast Belgesel #2: "Planet Earth 2" belgeseli (Islands bölümü)
Temel yapım bilgilerinden ziyade yine neler hissettirdi, neler düşündürdü üzerine odaklandığım bir yayın oldu.


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

3 Ağustos 2019 Cumartesi

"Ne yediriyor yahu bunlar bize?" (BBC) (2019)


“The Honest Supermarket: What’s Really In Our Food” (2019)
BİM’de satılan dörtlü pizzaları biliyor musunuz? Benim gibi fakir ve beceriksiz olanlar için büyük kolaylık :) Ne yiyeceğim derdinden kurtarıyor. İçeceklerle falan yaklaşık 20 TL’ye  iki akşamlık yemek çıkıyor. Yalnız bir püf noktası var. Üzerine ekstra kaşar, kekik, sos, nane vs eklemelisiniz, yoksa bir şeye benzemez. Salam, sucuk, sosis gibi etli kısımları mikrodalgaya atmadan çıkarıp ayrıca pişiriyorum. Niye mi? Et yemeyi büyük oranda bıraktım yıllardır. Hem böylece kedilere ziyafet çıkmış oluyor.

Bu BİM marketleri ilk çıktığında bazı insanlar orada görülmek istemezdi, birisi görülürse “Ya duydun mu Müzeyyen hn’ı BİM’e girerken görmüşler. Yazııık, durumları kötü demek ki “ gibi konuşmalar geçerdi. Çok ciddiyim, ben şahit oldum böyle durumlara. Mesela birisi vardı, sabahtan BİM’e gider, ama giderken bugün torba parası vermemek için kendi torbasını taşıyanlar gibi yanına örneğin Migros poşeti alır, BİM alışverişini o torbayla taşır, soranlara asla BİM’den geldiğini söylemezdi :) Ne delilikler ne komediler yaşadık yahu :) Nereden nereye…


Geçenlerde BBC’nin bir süpermarkette geçen belgeselini seyrettiğimde ister istemez bunlar da bir an gelip geçiverdi aklımdan.

Belgeselin sunucusu TR’de BBC belgesellerinden bahseden tek yer olan bu bloğun takipçilerinin daha önce burada misafir olmuş başka bir belgeselden hatırlayacağı bir isim: Matematikçi Hannah Fry (bkz. "Contagion: Salgın" - 2018).

Konu epey ilginç, güncel ve Fry'ın bir önceki belgeseli gibi yine hepimizi ilgilendiren bir durum. Süpermarketlerde satılan ürünler ne kadar sağlıklı sorusunun peşine düşülüyor. Bu araştırma için farklı bir yöntem takip edilmiş. Bir süpermarket oluşturup arka tarafına laboratuvar kuruyorlar. Analizleri yapıp içinde karşılaştıkları gerçek maddeleri ve zararlarını ambalajlara kocaman kocaman yazıp o süpermarkette raflara koyuyorlar. Sonra da alışveriş yapan insanların bunlarla karşılaştığında tepkilerini ve düşüncelerini öğreniyorlar.

İnceledikleri ürünler arasında girişte bahsettiğim ucuz ve dondurulmuş pizza paketleri de var. Bunun yanında pet sular, balıklar, şeker çeşitleri, palmiye yağı, katkı maddeleri, “doğal” etiketinin gerçekliği ve sebzelerdeki pestisid ilaç kalıntıları gibi farklı konular işlenmiş. Hatta bir ipucu vereyim, meğer bizim pizzalardaki kaşar, kaşar değilmiş! Şaşırdık mı? Hayır :)  

Pratik bilgiler veren faydalı bir belgesel. Dört sayfaya yakın not çıktı. Tavsiye ederim. 


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

22 Mayıs 2019 Çarşamba

Why Reading Matters (Belgesel) (BBC)


Notlar
Rita Carter

The brain changes as it is not a natural thing to read and write.

Human brain was built for smelling, hearing but when faced with a new challenge, reading, it rearranged its existing parts.

Early humans discriminated animal tracks, wild animals, and primitive weapons. All required honing the visual skills.

Hippocampus works in knowing the space we are in. Cab drivers use it quite frequently. So hippocampus of Londn cab driwers were significantly larger than the ordinary people. So brain arranges itself according to the requirements. Reshapes, restructures itself.

A man of 60 age suddenly loses reading ability. He can read the letters but they don’t evoke a word or image in his mind. Just like looking at another language. The reason was a stroke.

Doctors searched for the responsible area in his brain by MRI.

Some patients, after stroke, looks at word yacht and sees it as food. No connection again.

A lot of areas of the brain were found to be involved in those studies. Not one big chunk. No reading center, but a highly complex network.

Because reading is not a normal human activity, parts of brain involved in reading also do other things.

Pronounciation is very hard in English. The brain builds a complex modification to itself as it learns a hard new language.

Brain accomodates with your intellectual skills just like muscles of a bodybuilderdo. In other words, use it or lose it.

Electroencephalograph – elektroankefalograf okunur

If the brain is intrigued by the meaning of a word, it sends out distinct electrical response. (400msecs after reading the word = N400)

If the grammar intrigues brain, sends out signals after 600msecs = P600 (that’s odd but it means something)

N400 brain signal : says “that doesn’t make any sense, nonsense” = Semantic error eg: “They thought so well of the hero that they printed him”

Brain response to syntatic errors and meaning error. These appear to be separate processes.

P600 response from brain: no violation of meaning

A test: examining response against sentences of different grammar and sense characteristics.

While reading normal sentence both in sense and grammar. Brain signals are baseline (saying that its normal)

“They thought so well of the hero that they candled him.” Demonstrated both N400 and P600

“They thought so well of the hero that they godded him” gives out fundamentally p600 effect. Message is: Grammatical issue at hand. Cause in this sentence shakespeare creates a verb from a noun.



So it seems, shakespeare used these odd different words every so often, in order to make the reader not relax for long. Thrwe oddball words now and hten to keeo the suspense.

Comment of the literature prof: this is like an evolutionary tool, the brain encountered many odd and strange situations during reading the shajespeare pieces, and subsequently evolves to overcome them, adapt to them, it primes the mind for difficulties, prepares mind to be able to take different pathways from the obvious or ordinary ones. So shakespeare literally electrifies the brain a lot. He frequently turns a noun into a verb.

Fictional works may indeed be the most energetic cerebral workouts.

Phrenology – Charlotte Bronte was curious about this craze of 19th century. Concocting characteristics of a person by the bumps in one’s head.

Reading brings about empathy, its not just reading or learning. Novels make you symphatize with other people.

Amygdala is thought to be heavily involved in emotions. But also play a role when you try to understand others’ emotions.

Dancing movements are controlled by motor cortex of brain. But even when we watch those action in other people, the same region fires up in us. Other people’s actions are mirrored in our own brains. Not only dancing and motorcortex; music, climbing, talking as well.

So our own brain does the things we watch as well. (Bara: interesting, think about horror movies)

Bara: Brain undergoes an evolutionary path and changes in Western civilization. Eg: first their brain get used to reading and formed itself accordingly, then came the others, in the 3rd world, people jump into the futher steps without completing the very first, reading. That may be causing new diseases and behavior pathologies.

Mirror neurons

When we read or see omeone scratching his head, involuntarly our hand aims to the same. Empathy in action.

Magnetoencephalography (MEG) is used for mapping out the active areas of brain while reading or watching. The action words (verbs) appear and disappear and together they form sentences. Meanwhile, they observe the areas firing up in your brain as the words go on. On the screen those areas light up.

Other people’s actions are mirrored in our brains to a certain degree.

Empathy in action: when a human grabs a banana, monkey tries to grab too.

The reader becomes the book and the book becomes the reader.

Humans – interdependent species.

Reading provides much more than mere transfer of knowledge. It muscles up the empathy network in brain.

Bara: Gene leap, genlerimiz büyük ölçüde grand parents ağırlıklı şekilleniyor olabilir mi? despite our parent? Quite interesting thought!!!

Reading gives us rehearsal stage. We edit, and rehearse events of real life in our brain.

There are also therapeutic book groups for people with psychological problems in England.

Reading is the best antidepressant for some.

Our neural circuits change as we read.

Bara: We face the structure of another brain when reading a book. So our brain tries to know it and pick some traits of it. Books are like brain maps of other people. We read them and evlve around htem as we read. We explore different opportunities and brain structures which we quickly adapt.

In 2005, 218 million books were bought in England.

30% rise since mid 1990s

Vox Pops = sokaktaki adamın görüşleri, man on the street interview, MOTS

Usually the interviewees are shown in public places, and supposed to be giving spontaneous opinions in a chance encounter — unrehearsed persons, not selected in any way

Some say video games give no empathy but some say they do. There is one thing certain, video games reduce reading rates among teenagers.





21 Nisan 2019 Pazar

"Anthropocene": Belgesel, Opera ve Kitaplar


Bu yazıyı yazdığım tarihlerde Türkiye ilkel bir Ortadoğu ülkesine yakışır şekilde hala seçim iptalleri ve geberesice dinci yobazların linç girişimlerini konuşurken, Londra'da yaklaşık bir haftadır insanlar sokaklara dökülüyor ve pasif direnişle yollara, meydanlara kamp kurup oturma eylemleri yaparak ekolojik dengenin bozulmasına karşı devletlerinin ciddi adımlar atması için gösteriler yapıyorlar. "Extinction Rebellion" grubunun öncülük ettiği bu bilinçli insanlar hükümetlerine "Artık yeter!" derken gözaltına alınmak da dahil pek çok fedakarlık yapmaktan çekinmiyorlar. Emma Thompson'dan (oyuncu) Chris Packham'a (biyolog, televizyoncu) pek çok ünlü bu harekete destek veriyor. Bir gün vakit olursa bu konudan daha uzun konuşmak istiyorum.




Dünyaya minik bir pencere açtıktan sonra asıl konumuza dönecek olursak, jeolojik devirler açısından bulunduğumuz dönemi resmi olarak “anthropocene”, yani “insan devri” olarak saymak gerektiğini savunan bir görüş var. Sebebi basit. Artık insan aktivitelerinin hem dünya jeolojisi hem de ekolojisi üzerine etkilerinin diğer tüm doğal değişim dinamiklerini geride bıraktığı bir çağda yaşadığımız ileri sürülüyor. Haklılık payı da yok değil aslında fakat henüz resmi olarak kabul görmüş değil, halen “holocene”de  sayılıyoruz. Belki de bunu kabul edersek sorumluluklarımızın iyice belirginleşeceğinden korkuluyordur. 


Bu görüş ve ifade eden “anthropocene” terimi o kadar popüler oldu ki bu konuda bir İskoç operası bile yazıldı: “Anthropocene” (2019) Sözler, yani opera terminolojisiyle libretto Louise Welsh’e ait. Müzikleri ise Stuart MacRae bestelemiş. Kutupların keşfinde kullanılan bir gemide geçiyor, mürettebat kutuplarda buzun içinde donarak canlı kalmış bir insan buluyor ve olaylar gelişiyor. Bu açıdan Dan Simmons'ın 19. yy’da geçen romanından uyarlama 2018 yapımı  “The Terror” dizisiyle de benzeşiyor fakat buradaki gemi son teknolojiye sahip ve günümüzden bir hikaye anlatılıyor. Bir opera eseri için çok farklı ve enteresan olan öyküsüyle bana “The Thing” filmini de hatırlattı. Çalışmanın bence en önemli yanı operanın saraylarda ve antik çağda geçen klasik hikayelerin ötesine geçerek modernize bir eser sunması. Yine insani zaaflar var merkezde ama çağdaş bir yorumla ve olayla sunulmuş. Operayla aram olmamasına karşın benim dahi ilgimi çekti ve seyretmek için bir fırsat yaratma isteği oluştu. Merak edenler için aşağıda birkaç link veriyorum: 



Louise Welsh ve Stuart MacRae

Dönelim belgeselimize. 2018 tarihli Kanada yapımı Anthropocene belgeseli işte yukarıda bahsettiğim bu görüş etrafında oluşturulan projenin belgesel ayağı diyebiliriz. Süresi bir buçuk saat. Dünyanın çeşitli yerlerinden etkileyici görüntüler ve konuyla alakalı örnekler verilmiş. 6 kıta 20 ülke. Kenya ve fildişi ticareti. Rusya ve Norilsk şehrindeki dev metal tesisleri. Almanya’da 12.000 ton ağırlığında dünyanın en büyük ekskavatörleri. İtalya’da mermer yatakları. Potas madenlerinin ebru benzeri fantastik görünümü. Yirmi milyon insanı aşan nüfuısuyla son dönemde sık sık belgesellere konu olan Lagos, Atakama çölündeki lityum tarlaları (!) ve daha pek çok coğrafya ziyaret edilerek etkileyici görüntüler toplanmış. Bende iki sayfa kadar not çıktı. En fazla ilgimi toplayan kısımları dünyanın en derin ve uzun tüneli olduğu yazılan İsviçre'deki Gotthard Tüneli'nin biletle gidilecek kadar ilginç açılış seremonisi ve Hong Kong'da mamut dişinden yapılan el işi eserlerdi. Eskiden fil dişinden yapıyorduk şimdi Sibirya'daki permafrost'tan açığa çıkan mamut dişlerini kullanıyoruz dedi adam. İklim değişikliğinin böyle ufak tefek faydaları da oluyor demek ki.
   

Anthropocene terimiyle ilgili yazılan kitaplar da var. İlki süs kitabı denilen (coffee table book) ve belgeselin kitap hali olmasının yanında Margaret Atwood’un da katkı yaptığı proje dahilindeki “Anthropocene” isimli çalışma (2018/236s). Bir başkası geçen sene okuduğum Elizabeth Kolbert’in "Sixth Extinction" eseri. Son derece ciddi ve bilgilendiriciydi. Ayrıca David Wallace Wells’in “The Uninhabitable Earth” kitabı da kindle okuma listemde beni bekliyor. Bu konuda daha pek çok çalışma ve kitap olduğunu da belirteyim. 


Tüm ihtişamına karşın beğenmediğim taraflarından da bahsetmek istiyorum. Bir kere fazla ham bırakılmış. Yapılandırması iyi değil. Dağınık bir akış var. Verilen rakamsal ve istatistiki bilgilerin sadece anlatımda kalmayıp ekranın bir köşesinde kısa bir süreliğine de olsa belirmesi, bazılarının grafiklerle sunulması daha iyi olurdu. Müzik yetersiz. Baichwal’ın ("Manufactured Landscapes") metni zayıf, daha etkileyici  olabilirdi. Anlatıcı Alicia Vikander (Ex Machina, Tomb Raider). Yerel halkla röportajlar yine basit ve bir şey katmıyor. Görüntüler görkemli ama iyi dramatize edilememiş.

“Salt of the Earth” gibi derli toplu ve şairane değil, “Cowspiracy”deki gibi rakamları anlaşılacak şekilde sunmuyor ve sadece rakamları verip susan bir minimalizme sahip. Eksilerine karşın savunduğu fikre katılıyorum ve bu tarz belgeselleri sevenleri bilhassa görselleriyle tatmin edeceğini düşünüyorum. 

Fragman


















































Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...