10 Mart 2017 Cuma

ANTONIO ALTARRIBA RÖPORTAJI


Kim ve Altarriba
Bu röportaj 2016 yılında dBD dergisi tarafından yapıldı. İçerik %80 civarında çevrildi.

ANTONIO ALTARRIBA RÖPORTAJI
Tanıklık Sanatı

Antonio Altarriba ile röportajımızda Uçma Sanatı ve Hep Kırıktı Bir Kanadı albümlerinin ortaya çıkışından bahsedeceğiz.

Franko İspanya’sında kadınların söz hakkı olmadığını biliyoruz. Petra’nın hikayesinde Uçma Sanatındaki gibi birinci tekil şahsın uzun bir monoloğu gibi yazmayı tercih etmemenizin sebebi bu mu?
Uçma Sanatını yazmaya başladığımda bir çıkmaza girdim. Nasıl bir anlatım tarzı izleyeceğime karar veremiyordum. Üçüncü şahıs olarak babamdan bahsetmeye başladım. Fakat sonradan kendi sesimle babamınkini birbirine karıştırıp birinci tekil şahsın ağzından anlatmaya başladığımda hikaye istediğim akıcılığa kavuştu. Hep Kırıktı Bir Kanadı albümünde ise daha başında annemin ağzından konuşamayacağımı biliyordum. Yaşamında olup bitenleri anlatabilirdim ama olanları bir kadın gibi görmek, hissetmek, düşünmek ve anlatmak sanılandan çok daha komplike bir iş.


Albümün her bölümüne bir erkeğin ismi verilmiş. Bu tercih kadınların erkeklerin gölgesinde yaşadığına mı gönderme yapıyor?
Uçma Sanatıyla paralelliği olmasını istiyordum. Orada da 4 bölüm vardı ve hepsi babamın hayatındaki apayrı dönemleri yansıtıyordu. Annemi de aynı şekilde anlattım. Ama Uçma Sanatında babamın intiharla sonlanan düşüş aşamaları söz konusu iken, burada annemin hayatında ağırlığı olan erkek figürlerine göre ayırmak daha anlamlı geldi.


Albümün açılış sahnesinin annenizin bir kolunun neredeyse doğduğundan beri paralize olduğunu yıllar sonra fark edişiniz olmasına nasıl karar verdiniz?
Yıllarca annemle bu kadar yakın bir yaşam sürmeme karşın 46 yıl sonra kolunu oynatamadığını fark etmem şaşırtıcı bir durum..! Onca yıl hiçbir şey anlamamışım. Ama bu sayede annem hakkında aslında doğru dürüst hiçbir şey bilmediğimi, bildiğimi sandıklarımın da gerçeği temsil etmediğini anladım. Uçma Sanatı’nda da sondan başlamıştım, burada da paralellik olsun istedim.  


İki senaryodan hangisini yazarken daha fazla zorlandınız?
İkisi birbirinden çok farklıydı. Babamı yazarken daha fazla üzüldüm. Senaryoyu hemen intiharından sonra yazmaya başlamamın da etkisi var. Aslında bir ÇR senaryosundan çok daha fazlasıydı benim için. Suçluluk hissinden kurtulmak, kendi kendini tedavi etmek gibi bir süreçti. Bazen kendimi o kadar kötü hissediyordum ki, yazmaya ara verdiğimi hatırlıyorum. Annemi yazarken ise duygusal açıdan daha pozitif bir halet-i ruhiyem vardı. Sebebi ne olabilir? Bir kere annem yazmaya başladıktan çok önce vefat etmişti. Ve tabii ki annemin ölümü babamınki kadar dramatik değildi. Fakat yine de insan bir duygu fırtınasının içine giriyor. Mesela Uçma Sanatında annem derinliği olmayan bir karakter olarak yer almıştı. Aslında Hep Kırıktı Bir Kanadı albümünü yazma sebeplerimden biri de bu açıdan ona haksızlık ettiği düşünmemdi.  Yazdıkça annemi daha iyi anladım. Dine olan bağlılığı, tüm yaşamı boyunca zihninden eksik olmayan terk edilmişlik duygusu ve babasının yaşattığı korkunç reddedilme durumu. Bu duyguları paylaşmış oldum.  

Albümleri yazdıktan sonra anne ve babanıza karşı duygu ve düşünceleriniz değişti mi?
Uçma Sanatını yazmaya başladığımda babamı kahraman olarak görüyordum. Her sonbahar yanına gittiği arkadaşlarının anlattığı hikayeleri falan düşündüğümde çok mücadeleci bir insan imajı vardı kafamda. Yazdıktan sonra  buna benzer duygularım devam ediyor. Fakat annemi yazdıktan sonra ona eskisinden çok daha fazla saygı duyduğumu söylemeliyim. 

Araştırmalarınız sonunda General Bautista’nın Franko’nun emriyle öldürüldüğünü düşünüyorsunuz. O dönemin İspanya’sında Bautista’nın rolünün büyük olduğu gözüküyor. Tam olarak nasıl bir insandı?
İspanyol ordusu kraliyetçi bir eğilime sahipti. Ölümünü şüpheli görüyorum. Sanıldığı gibi İspanyol ordusu toptan Frankocu değildi. Onun içinde de fraksiyonlar vardı. Franko’nun kendine veliaht belirleme yetkisi veren bir kanun çıkartması kraliyetçi kesimin kabul edebileceği bir şey değildi.  Artık İspanyol İç Savaşının ardından 80 yıl geçti. Ama bu konular hala konuşulmuyor. Askeri arşivlerin açılması isteniyor. Ama bence baskıyla ilgili fazla belge çıkmayacak.

Aileler Franko dönemini kendi aralarında konuşur muydu ?
Hayır. Çocukluğumu düşündüğümde bir suskunluk ve gizlilik paktı var gibiydi. Korku hakimdi. Ölümünden 4-5 ay önce bile Franko’nun 8 idam kararı verdiğini unutmayalım. Dolayısıyla bilhassa 1950 ve 1960’lı yıllarda günlük hayata dair yazılanlar çok sınırlı. Kim, fazla kaynak olmamasına karşın dönemi canlandırırken çok iyi iş çıkardı. İnsanların birbirine TV seyretmeye gitmesi ya da resmi ağızlardan “Büyük İspanya !” sloganları yükselirken halkın sefalet içinde yaşaması aynen albümde yansıtıldı.

Annenizin hayatını anlatırken yanında büyüdüğünüz için daha avantajlıydınız herhalde?
Aslında annem hiçbir şey anlatmazdı. Bunun ona has olduğunu düşünmüyorum aslında kadınlarda bu var. Günlük hayatta yaşadıklarından pek bahsetmiyorlar. Erkekler İspanyol İç Savaşında katıldıkları çarpışmalardan bahsetmeyi severken, kadınlar daha muhafazakar bir tavra sahipti ve hep akşam ailelerinin önüne yiyecek bir şeyler koyabilmek için uğraşırdı. Mesela evi boşaltmak zorunda kaldığımızda babam daha intikamcı bir tavırla kendisini aldatanı öldürmeyi düşünürken, annem başımızı sokacak yeni bir ev bulmaya konsantre olmuştu.

Penceresi bile olmayan bir kömür deposunda yaşamak zorunda kalmak sizde travmaya sebep olmadı mı?
Hiç olmadı. Aslında şartlar ağırdı. Pencereyi bırak, şebeke suyu bile yoktu o depoda. Ama çok da kafaya takmadım. Zaten sadece dört yıl yaşamak zorunda kaldık orada (1969-1973). Ben 17-18 yaşındaydım, arkadaş grubum vardı ve evde çok vakit geçirmezdim. Tabii kendimi çok kötü hissetmememde annemin olumlu tavrının da etkisi vardır.

Kendi otobiyografinizi de yazmayı düşünüyor musunuz? 
(Gülümser).Eğer 15 sene önce karşılaşmış olsaydık, asla ailemi yazmayacağımı söylerdim. Halbuki şimdi bu konuda ÇRlar ve romanlar yazdım. Aslında bunda babamın trajik ölümü çok etkili oldu. Onu yazarak yaşadıklarının rövanşını alıyordum sanki, kendi kendime terapi gibi oldu.

Babanız sayesinde Fransız Edebiyatı profesörü olmuşsunuz, öyle değil mi?
Kesinlikle. Ben de Uçma Sanatını yazarken bunun farkına vardım . Fransa kelimesinin benim hayatımda çok önemli bir yeri var. Babam bir süre Fransa’da Cumhuriyetçi İspanyollarla yaşadı. 1936 yılında Franko’ya karşı mücadele etmek için İspanya’ya döndü. Sonra da sık sık gidip geldi. Fransızca öğrendi. Bana da daha çocukken öğretmeye başladı. Sonra beni arkadaşlarının yanına Fransa’ya gönderdi. 11-13 yaşlarımda oradaki kültürel ortamdan o kadar çok etkilendim ki, bugün dahi Fransız edebiyatını İspanyol edebiyatından daha iyi bilirim. Mesela hala sakladığım bir Tenten albümü var. Kastafiore’nin mücevherleri macerası. 1963 yılında babamın arkadaşlarından biri vermişti.

Gelecek projeleriniz neler?

Bir “Ben” Üçlemesi yapacağım. “Suikastçi Benim” zaten çıktı. Sırada “Deli Benim” ve “Yalancı Benim” albümleri var. Bunlar karanlık hikayeler olacak ve eleştirel, suçlayıcı bir dil kullanacağım. “Ben Deliyim” albümünde ilaçlarını daha fazla pazarlayabilmek için yeni yeni zihinsel hastalıklar icat edip duran ilaç endüstrisini anlatacağım. “Ben Yalancıyım”da ise medya manipülasyonları konu edilecek.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...