“Babam niye öldü? Niye öldürüldü?
Cevabını hiçbir zaman bulamadım…”
Sabahattin Ali. Barbarların
musallat olup genç yaşta canını aldığı sayısız değerli insanımızdan birisi. Kitaplarını çok okudum, çok düşündüm. Bu
gece bir belgeselini seyredeyim dedim. “Şehirler
ve Yüzler” serisinin bir bölümü. Kızı
Filiz Ali’nin yazdığı kitaptan hareketle anıları ve anlattıkları üzerinden
ilerliyor. İlerliyor da seyrettikçe sinirden kasılıyor insan. Adamcağıza
yapılanlar…Yaşamak zorunda bırakıldığı haksızlıklar…Ailesine reva görülenler…Daha
önce okuduğun şeyleri kızının ağzından bir kez daha dinlemek bile ağır geliyor, düşünün. İkide
bir durdurup, evin içinde sinirli sinirli dolandım gece vakti. Dışarı çıktım sabaha karşı ama kar etmedi. Çıldırtıcı bir
çaresizlik var sanki havada…Hala…
Bugün bile göz göre göre yapılan “yasal zalimlikler” kanına
dokunuyor haktan yana olanın. Bir yanda
katlettikleri adamın ceketine bile çıkarttığı derginin borcu vardı diye el
koyan bir devlet anlayışı, diğer yanda “biz
bunları hak etmiyoruz, aziz milletimiz, Türk adaleti” falan diye nutuklar
atıp duran insanlıktan çıkmış bir güruh. Hani Sabahattin Ali'nin katilleri? Yok! Ya Sivas'ta yakılanların? Ve daha binlercesinin? Yok. Cinayet gelenek olmuş, kötülük en kutsal miras. Hukuk, evin uşağı gibi emir kulu. Ekonomiyi
bırakın, yüzyıllardır “insanlık krizi”
var bu topraklarda. Ona çare bulmadıkça, bir dilim ekmek bile haramdır hepimize.
Bu canilerin arasında ayakta kalmaya çabalayan tüm kimsesiz
vicdanlara “derviş sabrı” diliyorum.
Barbarlara karşı “dağ
gibi bir direniş”in bu büyük yolcusunu saygıyla anıyorum.
Ne diyordu büyük Sabahattin Ali:
“Bir gün kadrim bilinirse, ismim
ağza alınırsa, yerim soran bulunursa, benim meskenim dağlardır”
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.