Katolik papazı O’Shea (Humphrey Bogart) Çin’in ücrâ köşesindeki bir misyonerliğe gelir ve buradaki hemşireyle (Gene Tierney) aralarında bir yakınlaşma doğar. Fakat adamın bir din adamından beklenmeyecek sert davranışlarıyla gerçek kimliği kendini belli etmeye başlar. Çinli çete lideri Yang'ın (L J. Cobb) kasabaya gelişiyle hesaplaşma kaçınılmaz bir hâl alır.
Yönetmen Edward
Dmytryk. Sevdiğim filmleri var (meselâ The Mountain) ama vasat filmi de çok
(Shalako). General Yang rolünde efsane Lee
J. Cobb var. O dönem Çinli rollerini beyazların oynaması normalmiş. William Edmund Barrett’in aynı adlı
romanından senaryolaştırılmış. Barrett katolik ve genelde dini motifleri
kullanan kitaplarıyla tanınıyor.
Hatta yine böyle bir kitabı (The Lilies of the Field) filme uyarlanıyor
ve Sidney Poitier’ye Oskar ödülünü kazandırıyor (1963) (Bir Afro-Amerikalı’nın
kazandığı ilk en iyi aktör Oskarı).
İngrid Bergman’ın başrolünde oynadığı The Inn of Sixth Happiness diye bir film vardır. Büyük mücadeleler
sonrası Çin'e misyoner olarak giden bir hizmetçi kızın yaşadıklarını anlatır. Çok
severim, birkaç kez zevkle seyrettim. Bu filmin de benzer bir konusu vardı,
üstelik Humphrey Bogart başroldeydi. İzlemeye karar verdim ama açık
söyleyeyim, bana göre değilmiş.
Senaryoyu (Alfred Hayes) ve kurguyu beğenmedim. Karakterler derinliksiz. Ekrandan herhangi bir duygu ya da
düşünce yansıması olmuyor. İnandırıcı değil. Bir türlü olaylar ve karakterler yerli yerine oturmuyor. Ne yönetmeninin ne başrol oyuncularının kariyerinde önemli bir
yer tutmayacak vasat bir çalışma gibi gördüm.
Filmin ardından Bogart filmlerini seyrettikten
sonra başvurduğum, daha önceki yazılarda da alıntılar yaptığım Stefan Kanfer’in “Tough without a Gun” kitabındaki bu filmle ilgili kısımlara bir göz
attım.
Bogie’nin son filmlerinden. Edward
Dmytryk ile ikinci filmleri. İlki meşhur “Caine Mutiny”. Bir kere Gene
Tierney, yan baş kadın oyuncumuz depresyondaymış. Engelli bir çocuğu var.
Manik depresif (bugün bipolar sendromu deniyor). Film sırasında depresyonda.
Laflarını unutuyor, kendini bir köşeye çekiyor. Bogart yakından ilgileniyor ve
yardımcı oluyor ama kendi hastalığı da son evresinde. Akciğerleri rahatsız.
Bâzen beş dakika kadar süren öksürük nöbetlerine yakalanıyor. Zaten iki sene
sonra vefat etti. Bunların dışında bu konuyla ilgili kayda değer bir şey yoktu.
Filmin vasatlığının oyunculardan kaynaklandığını
düşünmesem de bu durumun da bir katkısı olduğunu yadsıyamayız. Açıkçası bu
fiyaskoyu senaristin ve yönetmenin hesabına yazarım. Bogart hayrânı değilseniz
tavsiye etmem. Benzer konularda “The Inn
of Sixth Happiness” ya da daha yeni tarihli “Children of Huang Shi” gibi filmler zamanınızın karşılığını daha
fazla verecektir.
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.