BRODECK RAPORU
Yazar/Çizer: Manu Larcenet (2015-2016)
2 albüm - 400 sayfaya yakın
Dargaud
2016 yılında okuduğum çizgiromanlar arasında açık ara en çok
beğendiğim tamamı iki albümden oluşan Le
Rapport de Brodeck oldu. Türkçesi Brodeck
Raporu. Philippe
Claudel’in 2007 tarihli aynı adlı romanından uyarlama. Senaryo ve
resimleme Türk okuyucuların Sıradan Zaferler’den tanıdığı Manu Larcenet’ye ait. İlk albümün ismi "L’Autre" yani “Öteki”, ikincisinin ismi ise "L’Indicible", yani “Söylenemeyenler”.
ÇRı okuduktan sonra büyük bir iştah ve hayranlıkla romanını
da okudum. O da kendi kategorisinde üstün bir eser ve bana göre geleceğin dünya
klasikleri arasındaki yeri kesin gibi.
Bilinçsiz yığınların kalabalıklaştıkça kabalaşıp kendini
haklı sayarak adaleti ve bilgiyi boğması üzerine bir destan. Cahillikleri
oranında azgınlaşan, korkularını saklamak için binbir takla atan vasatların,
çıkarlarına göre ahlakı eğip bükmesiyle yaşamları dayanılmaz hale getirilmiş
insanlar üzerine epik bir hikaye. “Öteki”nin bitmek bilmeyen çilesine şahitlik
eden anıt eserlerden biri. Sözün kısası, 2016’da Le Rapport de Brodeck’i tek geçerim..! Hepimiz Anderer’iz..!
KONU
Konsantrasyon
kampından kurtulan Brodeck Alman sınırındaki kasabasına döner. Kasabadan uzaktaki
evlerinde kendisini büyüten Fedorine, eşi ve kızıyla beraber yaşamaktadır. Bir
akşam tereyağı almak için köydeki hana gittiğinde içeride gergin bir kalabalıkla karşılaşır. Kötü bir şeyler
olduğunu anlar. Handaki herkes durmuş ona bakmaktadır. Suratlar asık ve
endişelidir. Brodeck “Öteki”nin kaldığı odanın kapısına kaçamak bir bakış
attığında acı gerçek zihninde somutlaşır. Cinayet. Kalabalık işledikleri suçu
okuyanların anlayabileceği ve affedebileceği bir rapor yazmasını ister. Aslında
bu bir istek gibi sunulsa da Brodeck çevresini saran insanların yüzlerindeki
ifadelerden seçme şansı olmadığını anlar ve korku içinde çaresizce kabul edip,
koşarak evine gider.
Eşi
savaşta yaşadıklarından sonra konuşmayı bırakmış, sadece ara sıra ve hep aynı
şarkıyı mırıldanan bir kadındır. Çocukken yakıp yıkılan doğduğu kasabada tek
başına sağ kaldığında onu yanına alıp büyüten Fedorine’le ilk karşılaşmalarını
ve kadının ona söylediklerini hatırlar:
“Köyüne iyi bak Brodeck. Geldiğin yeri bil, ama döneceğin yer orası olmayacak çünkü yakında ondan geriye hiçbir şey kalmayacak. Brodeck, gözlerini dört aç Brodeck.”
Brodeck
ertesi gün raporunu yazmaya başlar. İlk sözleri çarpıcıdır:
“İsmim Brodeck. Bir hiç değilim. Burada oluşum boşuna değil. Olanları herkesin bilmesi gerekiyor. Ben hiçbir şey yapmadım. Aslında gerçeği öğrendikten sonra bir daha hiç konuşmamayı yeğlerdim. Ama diğerleri beni mecbur etti. Herşeyi yazacağım. Tek kaygım gerçeği olduğu gibi anlatmak olacak. Hem bu insanların sırlarını hem de kendiminkileri açıklayacağım. Sonunda bu rapor karmaşık ve gizemli bir canavar gibi gözükse bile hayatımın gerçek yüzüyle karşılaşmaktan korkmuyorum”
(Not: Burada
“bir hiç değilim” demesi, esir kampında boynuna “Ben bir hiçim” yazarak
insanların asılmasına atıf aynı zamanda (s81))
Brodeck,
raporu yalnız başına ıssız ormanda yazarken köylülerin kendisine bir şey
yapabileceği korkusunu hep hisseder. Hep bir gözü arkasındadır. Anderer gibi
kendisini de öldürmelerinden korkar. Yazarken tüm olayları tekrar yaşar ve
okuyucu da bu geri-dönüşlerle hem Brodeck’in hikayesini hem de kasabada olanları
yavaş yavaş öğrenir.
Her
an öldürülme korkusuyla yaşamak Brodeck’e savaş zamanı tıkıldığı esir kampında
yaşadıklarını hatırlatır. Bir Thomas Ott albümünden fırlamışa benzeyen
esir kampındaki askerlerin önünde boyun eğip hayatta kalmak için böcekleştiği günleri acıyla
yeniden yaşar. Korkudan bu raporu yazmayı kabul etmesiyle korkudan kamptaki subayların her dediğini
yapması arasında bir fark yoktur. İki sene o cehennemi kampta hayatta kalmaya
çalışır. İşin kötüsü diğer tutsaklar da ondan nefret eder çünkü Nazilerin her
türlü aşağılamasını sineye çekmektedir. Döndüğünde orada yaşadıklarını sadece
Fedorine’e anlatır. Yine Fedorine sayesinde fiziksel yaraları iyileşir ve
sağlığına kavuşur.
Hikaye
boyunca raporu yazarken Brodeck kasabalılarla baş başa konuşmalar yapar.
Bunlardan biri de rahiptir. O herşeyin farkındadır ve artık Tanrı’ya
inanmadığını itiraf eder ve önemli tespitlerini sıralar:
“C’est la peur qui leur gouverne. La peur ! Rien d’autre..!”
“Bu insanların çekindiği tek bir şey var. O da korku! Başka da bir şey umurlarında değil.”
“il etait si different. Anderer. İl confrontait chacun a la verite de son image. Pour certains, c’est insupportable de se voir ainsi, nu et honteuseent vrai, dans le regard d’un etranger. Parfois on prefere casse le miroir”
“Anderer onlardan o kadar farklıydı ki…Gerçekliğiyle herkes için tehdit unsuru haline geldi. Bazıları için bir başkasının onları ayna gibi olanca çıplaklığıyla görmesi dayanılabilecek bir şey değildir. Bu durumda bazen aynayı kırmayı seçerler…”. Rahip bu sözlerin ardından elindeki içki şişesini duvara parlatıp kırar.
“Ne garip değil mi?…Sonradan saygıyla andığımız azizlerden biriyle ilk karşılaştığımızda ya alay ederiz ya da yüzüne bakmayız.”
Brodeck
raporunu yazarken kasaba halkının davranışları iyice tersleşmeye başlar. Selamı
sabahı keser çoğu. Başbaşayken herkes bir şeylerin farkındadır belki ama bir
araya gelindiğinde bambaşka bir kimliğe bürünürler. Sadece erkekler değil kadınlar da aynı
vahşetin bir parçasıdır. Yine kampı hatırlar Brodeck. Her sabah hiç sektirmeden bebeğiyle
kalkıp esirlerin asılmasını izleyen komutanın karısı gelir aklına. Bir kadın
asılmış insanları sanki askılardaki giysilere bakar gibi niye seyreder?
Brodeck
bildiklerini, düşündüklerini, suçluları tüm açıklığıyla yazmaya kararlıdır.
“Je suis le seul innocent parmi tous. Le Seul. En ecrivant ces mots, je comprends soudain le danger que cela represente, d’etre innocent au milieu des coupables. C’est en somme tres proche d’etre seul coupable parmi les innocents.”
“Olaya bir tek ben karışmamıştım. Tek masum bendim. Bu kelimeleri yazarken birden korkunç gerçeğin farkına vardım. Suçluların arasında kalmış bir masum kadar kim tehlikede olabilir? Aslında bu durumun masumlar arasındaki tek suçlu olmaktan çok da farklı olmadığını fark ettim”
Korkularından saklanmak için günahlarını
hatırlatanların peşine düşmek. Gündelik hayatta çok sık başvurulan bir yöntem
bu. Siyasette eleştiriye tahammülsüzlüğün kökenlerinde bu var. Sadece algı
üzerinde yükseldiğinde ve bu algının gerçekle bir bağlantısı, sağlam bir temeli olmadığında, algıyı korumaktan başka
çaren kalmıyor. Çünkü her şeyin algıdan ibaret. Algı değişirse sen de yoksun. Kölesi oluyorsun o algının. Bu
da ne yaptığından çok nasıl algılanacağına yönlendiriyor insanın dikkatini. Ne kişilik kalıyor ne adalet doğal olarak.
Farklılıkların
hedef olduğunu gören bir toplumun fertleri için korku gündelik hayatın bir parçası
haline gelir. her çeşit farklılık, kayıklarını
batıracak bir delik gibi gözükür onlara. Farklılıklar bastırılmalı ve yok
edilmelidir. Oysa o farklılıkların aslında en kıymetli varlığımız olduğu
gerçeği, köleleşmek uğruna gözden gelinerek yaşamın en kutsalı kirletilmiş
olur.
Kasabanın
Anderer’den korkmasının esas sebebi kendilerini saklandıkları perdenin
arkasındaki tüm çıplaklarıyla görebilmesi ve gösterebilmesi. İki kişinin
bildiği sır değildir sözünden hareketle bundan rahatsızlık duyuyorlar. Ne statüleri ne tehditkarlıkları ne de
sahtelikleri onları olanca alçaklıklarıyla yansıtmasına engel olamıyor. Kasabada
herkes birbirinin ne halt olduğunun farkında. Böyle bir ortamda herkes kendini
rahat hissediyor çünkü herkes boğazına kadar günaha batmış durumda. Tek problem
bu çamuru paylaşmaya niyeti olmayan “yabancıların” aralarında dolaşması. Metinde
bahsedildiği gibi “herkes suçlulukta buluşunca, günahlar masuma kalıyor”.
Olanlara
şahitlik etme güdüsü de yüksek yazarlığın olmazsa olmaz bir dinamiği. Engel
olunamayan haksızlıkların hiç değilse tarihe not düşülerek geleceğe havale
edilmesi ve bunu yaparken bir nebze de olsa direnmiş olma hissi hafifsenecek
bir gayret değil.Brodeck bu açıdan bir nevi "birikmişlerini" yazıya döken insanları da temsil ediyor.
Anderer’in
kasaba halkını resmettiği sergide konuşulanlar o kadar çok şey anlatıyor ki:
“C’est etrange…Ton portrait ne te ressemble pas trop. Et pourtant, c’est tout a fait toi..!”“C’est pareil pour tous, portraits ou paysage. Pas vraiment fideles mais absolument vrais…”
“Aslında bu resim sana pek benzemiyor. Çok tuhaf bir durum bu, çünkü tıpatıp sensin..!” “Tüm resimlerde aynı durum var. İster portre olsun ister manzara. Aslına sadık değil, ama tamamen gerçek..!”
Asıl
raporu Anderer yazıp suratlarına okumuştu kasabalıların.
Brodeck’in yaptığı raporun raporu oldu. Günahlarının
ortak paydasında buluşmuş bir toplumun içinde o günaha karışmadan yaşamanın ve
yalancı şahitliği reddetmenin bir bedeli olacaktır. Anderer bunun bedelini
canıyla öder. Peki Brodeck ve ailesinin sonu ne olacak dersiniz?
PHILIPPE CLAUDEL
Brodeck
Raporu, Philippe Claudel’in 2007 tarihli aynı adlı romanından uyarlama.
Türkçesi Doğan Kitap’tan çıkmış. Yazarın bir üçleme olarak da değerlendirilen
“La Petite Fille de Monsieur Linh” (Bay Linh’in Küçük Kızı) ve “Les Ames
Grises” (Gri Ruhlar) kitaplarının son ayağı. Ama üç roman arasında karakter ya
da hikaye açısından bir bağlantı yok. Sadece tematik bir bağ bu. Romana ve
yazarına başka bir mesajda değineceğim için şimdilik bu kadar bilgi yeterli.
MANU LARCENET
1969 doğumlu. Larcenet
insanlarla geçinemeyen bir sanatçı. Hareketli bir yaşamı var. Bipolar. Mesela kendi evinde verdiği
bir röportajda gazeteciler sohbete terasta devam edip edemeyeceklerini
sorduğunda olumsuz bakıyor çünkü komşularıyla arası bozuk. İleride yaşamı üzerine bir yazı yazmak istediğim için burada kısa kesip, Brodeck
Raporuyla ilgili görüşlerini içeren bir röportajdan alıntılara geçiyorum.
2015 Anna Douhaire Telefon Röportajı – Brodeck Raporu’nun ilk albümü ardından. Kısa hali.
“Philippe Claudel’in romanını eşim tavsiye etti.Üç kere kitabı kaybettim.
Ama sonunda okumaya başladığımda her sayfada kendi kendime “İşte tam resmi
yapılacak bir sahne...!” diyordum. Her sahne film gibi gözümün önünde
canlanıyor ve nasıl resmedeceğimi hayal ediyordum. Bir kitabın bende böyle bir
etki yapması çok nadirdir”
“Başkasının kelimeleri üzerinden gitmek kolay bir şey değil.
Bazen yaptığım işi beğenmiyordum ve ara veriyordum. Sonunda aslında düşündüğümden
daha sadık bir uyarlama ortaya çıktı.”
“Şiddetin estetiğiyle uğraşmayı seviyorum. Ama beni asıl çeken
anlatıcı değil, kurban oldu. Bir sanatçının gittiği köyde husumetle karşılanması
bana çekici geliyor. Sanatçıların işlerini anlayamayan kalabalıklarla yaşadığı
çatışmalar ilgimi çekiyor.”
“Her yaptığım iş bir öncekine reaksiyon gibi oluyor aslında.
Bundan öncekiişim Blast da siyah beyazdı ama grinin tonları çok fazlaydı,
başka teknikler de kullanmıştım. Brodeck Raporu uyarlama olduğu için hikaye
kısmıyla fazla uğraşmak zorunda kalmadım ve resimleme aşamasına ağırlık vererek
daha önce yapmadığım bir şeyler yapmaya çalıştım.”
“Artık çizimlerimi sayfa boyutlarında değil, daha büyük
yapıyorum. Zaten grafiker de olduğum için bunları sonradan alıp bilgisayarda
albüm formatına dönüştürüyorum. Ama bazen hesapta olmayan şeylerle karşılaşabiliyor
insan. Mesela bu albümde kar çizimleri bu aktarma sırasında biraz tesadüfi bir
şekilde ortaya çıktı. “
Uçurumun Kenarında |
“Bu benim okumaktan en çok zevk aldığım çalışmam oldu."
“İkinci albüme başladım ama kolay gitmiyor. Nehirdeki ölü
hayvanları resmetmem gereken bir sahne var. Albümün başından beri kafamda bu
sahneyi tasarlıyorum. İyi bir iş çıkartamazsam yazık olacak.”
KARELER
İnsan, aydınlığının peşindeki bir karanlık mıdır? |
Sayfa 38'de tuzak
iple tavşanı yakalayan Brodeck evine dönerken arkasında bıraktığı izlerin de
tavşanın kapan ipine benzer bir iz bırakması gibi detaylar gözlerinizi o karede
tutarken, geçmişin boynunuza geçirilmiş bir tuzaktan farksız olduğunu düşündürtüyor.
LIBER FLORAE MONTANERUM
Brodeck,
Anderer’i odasında ziyaret ettiğinde Anderer kütüphanesinde bir kitabı ona
gösterir Kitabın ismi “Liber Florae Montanerum” dır. İşte dikkatimi çeken bir
başka ayrıntı da “liber” kelimesinde gizli. Ne ilginçtir ki Latince “liber”
kelimesi zamanında başlıca iki anlamda kullanılıyordu. Hem kitap hem özgürlük. Dolayısıyla
Brodeck’in şaşkınlıkla “Bu kitabın sadece bir efsane olduğunu düşünüyordum”
diyerek haşyetle kitaba dokunması aslında bir kelime
oyununu da içeriyor. Brodeck geçmişinin ve korkularının zincirlerinden
kurtulmak isteyen bir adam. Anderer’in bu kitabı raftan alarak ona göstermesi,
aslında aralarındaki sözsüz ama derin iletişimin bir meyvesi. Özgürlüğün bir
efsane olmadığını, nadiren de olsa kazanabileceğini hatırlatıyor ona. Hem Anderer hem de Brodeck toplumun dışında
ve ötesinde yaşayan nispeten özgür birer dağ çiçeği adeta, yani "Florae Montanerum”.
Portreler ve Manzaralar |
Anderer'in gözlemlerini ve çalışmalarını tamamladıktan sonra açacağı serginin içeriği davetiyelerinde Portreler ve Manzaralar olarak yazılır. Zaten bu sergiyle birlikte kendilerini inandıkları gibi değil de oldukları gibi görünce azgın kalabalığın saldırıları başlar. Aynı saldırılara maruz kalan bir başka ismin suçu da yine gözlerden uzak tutulmaya çalışılan, yok sayılan benzer manzaraları eserlerinde resmetmesiydi. Ne gariptir ki onun da bugün en tanınan eserlerinden birinin ismi "Memleketimden İnsan Manzaraları". "Akrep gibi" bir karanlık onu da içinde eritmek için ne çok uğraştı.
ESİNTİLER
Çizgiromanı okuyunca hemen tanıdık sesler yükseldi hafızamın
derinliklerinde.
Mesela bir Lars von Trier filmi olan Dogville vardı. Grace isimli kadın peşindeki kalabalıktan kaçarak Dogville isimli kasabaya sığınır. Kasaba halkı önce ona yardımcı olur. O da onlara işlerinde yardım eder. Fakat sonrasında Grace’in iyi niyetli ve masum karakterine aldırmadan çaresizliğini suistimal ederek iyilik ve adalet adı altında ağır talepler sergilemeye başlarlar. Grace de benzer şekilde toplumun iki yüzlülüğünü ortaya seren bir başka “Anderer”di. İsminin Grace olması tesadüf müydü sizce?
Enemy of the People - Steve McQueen kasabayı uyarmaya çalışan doktor rolünde |
Ya büyük Henri Ibsen’in yıllar önce “Enemy of the People” oyununda resmettiği kasaba halkı…Şu diyalog size de tanıdık gelmiyor mu?
Dr, Stockmann: It is the majority in our community that denies me my freedom and seeks to prevent
my speaking the truth.
Hovstad: The majority always has right on its side.
Billing: And truth too, by God!
Dr. Stockmann: The majority never has right on its side. Never I say! That is one of those social lies against which an independent, intelligent man must wage war. Who is it that constitute the majority of the population in a country? Is it the clever folk or the stupid? I don't imagine you will dispute the fact that at present the stupid people are in an absolutely overwhelming majority all the world over. But, good Lord!—you can never pretend that it is right that the stupid folk should govern the clever ones! [the crowd cries out] Oh yes— you can shout me down, I know! But you cannot answer me. The majority has might on its side unfortunately; but right it has not. I am in the right—I and a few other scattered individuals. The minority is always in the right."
Ama hepsinden çok Çağan Irmak’ın Ulak filminden sahneler
geldi gözümün önüne.
Ne diyordu "Bu öyle bir masal ki anlatan kadar dinleyene de iş düşmekte, anlatan kadar dinleyen de yorulmakta...neden bilir misiniz? çünkü bu masaldaki kişileri siz önce kafanızda göreceksiniz"
Hikayeyi okurken sadece sayfalardaki karakterler değil akşam
haberlerde seyrettiğiniz gündüz sokaklarda rast geldiğimiz zalimler ve
mazlumlar da gözünüzün önünden geçiyor.
Ulağın köye gelişiyle Anderer’in gelişi ne kadar benzer. Ne diyordu köylerine gelen yaşlı yolcuyu uyarmak için :
-Ömer: “seyyahsan, gezginsen, ters bir yerdesin, olmaz bir
köydesin.”
-Ulak Zekeriya: “neden sebep?”
-Ömer: bu köy başka köylere benzemez beyim. belli görmüş geçirmiş, okumuş yazmış adamsın. seni anlamazlar burada. bu köy... sanki dünyanın bütün günahını yük etmiş kendine.... sen iyi bir adama benzersin. durma burada, git.
-Ulak: gidemem, gidersem masal yarım kalır.
-Ömer: neden ille de anlatmak istersin?
-Ulak: yapacak başka şeyim yok da ondan. dilim olmazsa ben neylerim..
-Ömer: ama bana birşey dedin ilkin: "dudaklar sussa da kalbin yüz dili vardır" diye. okuduğum kitaplarda da öyle der.
-Ulak: doğrudur. ama benimki susacak mesele değil. anlatmalı. anlatmalı bu masalı, anlatmalı ki yüreğim soğusun. sen bana sus değil öl dersin be civan.”
-Ulak Zekeriya: “neden sebep?”
-Ömer: bu köy başka köylere benzemez beyim. belli görmüş geçirmiş, okumuş yazmış adamsın. seni anlamazlar burada. bu köy... sanki dünyanın bütün günahını yük etmiş kendine.... sen iyi bir adama benzersin. durma burada, git.
-Ulak: gidemem, gidersem masal yarım kalır.
-Ömer: neden ille de anlatmak istersin?
-Ulak: yapacak başka şeyim yok da ondan. dilim olmazsa ben neylerim..
-Ömer: ama bana birşey dedin ilkin: "dudaklar sussa da kalbin yüz dili vardır" diye. okuduğum kitaplarda da öyle der.
-Ulak: doğrudur. ama benimki susacak mesele değil. anlatmalı. anlatmalı bu masalı, anlatmalı ki yüreğim soğusun. sen bana sus değil öl dersin be civan.”
Ulak masallarıyla köyün ipliğini pazara çıkarıyordu, Anderer
ise resimleriyle. Ve o da Ulak gibi kaçıp gitmedi. Brodeck yaşanan tüm alçaklıkları olanca açıklığıyla
anlatmalıydı ki “yüreği soğusun”
Yaşar Nuri Öztürk |
Brodeck Raporu tam da Türkiye’de içinde yaşadığımız toplumsal ikiyüzlülüğün eskizi gibi. Bu riyakarlıkları, yaşarken bıkmadan usanmadan herkesin gözünün içine baka baka haykıran Anderer’lerden biri de Yaşar Nuri Öztürk’tü. Bu tanıtımı onun “Kötülük Toplumu” kitabından bir alıntıyla bitirmek istiyorum. Uzun yıllardır gözlemleyip kani olduğum bir tespiti Kurani açıdan ortaya koyarak nefis bir noktaya cesurca değiniyor ölümsüz Yaşar Nuri Öztürk dehası:
"Bayram'da bir mahkumun affedilmesi gelenek olmuştur. Roma valisi Pilatus, İsa'yı ve katil/tecavüzcü Barabbas'ı halkın önüne çıkartır. Hangisinin affedilmesini ve serbest bırakılmasını istediklerini sorar. Herkes Barabbas'ı seçer. Bu olayın ardından Hz İsa çarmıha gerilir. Halk Barabbas'a özgürlük verir"
"Lut kavmi homoseksüel olduğu için lanetlenmedi, buna bulaşmış çok toplum vardı. Kuran'a göre Lut kavminin lanetlenmesinin sebebi dürüstlük ve temizliği cezalandırmasıdır. Temizlik ve dürüstlükte çok ileri oldukları için Lut halkının Hz Lut ve takipçilerinden rahatsız olduğu belirtilir. İşte Kuran bu gibi toplumları "Kötülük Toplumu" olarak niteler"
“Türk toplumu bir kötülük toplumu. Türkiye toplumu büyük çoğunluğu ile aklın değil, aldanmanın, ilmin değil, cehaletin, Kur'an'ın değil, hurafenin, ciddiyetin değil, laçkalık ve ucuzculuğun yanında yer almaktadır. Kısacası, Türkiye toplumu bir 'mefsedet toplumu' manzarası arzetmektedir. Mefsedet varsa bunun miktarı, sayısı önemli değildir. Varlık yasaları ve Kur'an, hükmünü mefsedete göre vermektedir.
Hüküm mefsedete göre verilmiş ve Türkiye toplumuna çok ağır bir ceza faturası kesilmiştir.”
Anderer |