4 Ağustos 2018 Cumartesi

Enemy Mine (Düşmanım) (Bilimkurgu) (1985)

Dünyalı  asker Davidge (Dennis Quaid) savaştığı uzaylı Jeriba (Louis Gossett Jr) ile beraber aynı ıssız gezegene düşer ve düşmanlıkları önce zoraki bir yardımlaşmaya, zamanla da dostluğa dönüşür.

Bir Barry Longyear hikayesinden uyarlama. 80’lerin bilimkurgularından biri. Dünyalılar ve Drac’lar isimli iki ırk savaş halinde. Drac'lar efsane bilimkurgu dizisi Visitors'daki sürüngenlere benziyor. Kitap aslında bir üçleme. Drac'lar ve insanlar arasındaki savaş ana konu. "The Enemy Paper" ismiyle hepsi tek kitap olarak da yayınlanmış.  

Wolfgang Petersen’in ilk sinema filmlerinden. Belki de en zayıflarından biri. “Neverending Story”den (1984) sonra çekmiş. Zaten bundan sonra da “Das Boot”u yönetiyor. Bana sorarsanız en sevdiğim filmi “Perfect Storm”dur, onu daha sonra uzun uzun yazacağım.

Aslında filmi önce Richard Loncraine'in yönetmesi kararlaştırılıyor. Setler kuruluyor (İzlanda'da), ciddi masraflar yapılıp çekimlere geçiliyor ama anlaşmazlık çıkınca yönetmenliğe Wolfgang Petersen getiriliyor. O da sıfırdan başlayıp setleri kendi anavatanı olan Almanya'da kuruyor.


Başrolde Dennis Quaid’i seyrediyoruz. Yaratığı Louis Gossett Junior oynuyor. Tüm konuşmaları ve tuhaf sesleri efektsiz ya da protezsiz kendi çıkarmış. Brion James gibi dönemin aksiyon filmlerinde sık rastlanan isimler var. Carolyn McCormick’in kariyerine başladığı film. Müzikler Maurice Jarre imzalı ve başarılı. Kitabın yazarı Jeriba Shigan ismini, Hollywood'un meşhur aktörü James Shigan'dan esinlenerek koyduğunu söylemiş. 


1968 yılının "Hell in the Pacific" filminde sağ kalmak için beraber mücadele etmek zorunda olan bir Amerikan ve bir Japon askerinin ortak hikayesinden günümüzün  "Kukuşka" ve "Tangerines" gibi nefis filmlerine uzanan, düşmanların birbirini tanıdıkça dost oluşu ya da en azından suni düşmanlıkların ortadan kalkması temasının bilimkurgu alanındaki erken ve zayıf bir örneği. Soğuk savaş dönemine eleştirel bir bakışı da var, zaten Drac dili Rusça temel alınarak yaratılmış. Gişede batmış bir film, kırk milyon dolarlık maliyetinin bile çok gerisinde kalmış.  

Retro bilimkurgu filmlerine meraklı olanlar ya da zamanında seyrettiği için nostaljik yaklaşanlar daha çok zevk alacaktır. Aksiyonda xenophobia ve dostluk gibi kavramlara yer açmayı denemişler. Formülü tam tutturdukları söylenemez. Günümüzde hem senaryo hem de efektler açısından eskimiş olsa da seyredilebilir bir bilimkurgu. 





















solda Brion James







Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

3 Ağustos 2018 Cuma

Big Little Lies (Dizi) (2017) (HBO)

Liane Moriarty’nin kitabından uyarlama. Yine sadece ilk bölümünü seyrettim. Güzel ve zengin kadınlar başrolde. Çocukları, partnerleri, çevreleri, özel hayatları. Bir cinayet. Dedikodular ve şüpheler. Sırlar. Yalanlar. Desperate Housewives’a çok benziyor.

Kadro güçlü. Nicole Kidman, Reese Witherspoon, Laura Dern, Shailene Woodley (Snowden) ilk aklıma gelenler.

Bu kadar varlıklı ailelerin böylesine küçük şeylere takılıp çok dertli havalarında gezinmesi insanı çıldırtabilir belki ama hayat böyle bir şey. Herkesin yaşamı kendine göre problemli.

Reese Witherspoon’un canlandırdığı Madeline karakteri favorim oldu ilk bölümde. Hem sevimli hem iyi hem de seksi.

Sharp Objects kıyaslaması
İki dizinin ilk bölümlerini arka arkaya seyrettiğim için kısaca mukayese edeceğim. Zaten Jean-Marc Vallee iki dizide de yapımcı ve yönetmen.   

BLL’de daha çok karakter var. Tek kişiye yıkılmamış dizi. Kalabalık bir kadro. Hepsine zaman veriliyor. Ayrıca SO’ya göre çok daha tempolu. 

Atmosfer açısından SO daha stilize, depresif, tuhaf ve gerilimli. Tekinsizlik hissi var. Merak hissi daha yoğun. BLL ise daha sıradan, renkli, canlı, günlük hayattan sekanslarla ilerliyor.

SO’da aile ilişkilerinde gizem ve sırlar büyük yer tutarken, BLL’de gündelik olaylar, kuşak çatışması, sosyal zıtlaşmalardan örnekler ana eksene alınmış.

Yine ortalamanın üzerinde ve seyredilebilir kalitede bir dizi ama hemen ikinci bölümü seyredeyim hissini uyandırmadı. Pek bana göre olmadığına dair önemli bir gösterge. Şimdilik rafa kaldırdığım dizilerden oldu. Zaten laf aramızda önümüzdeki hafta en sevdiğim güncel dizi "Better Call Saul" dördüncü sezonuyla başlıyor. Hem de daha yeni açıklanan beşinci sezon onayının ardından. Yayın tarihi yaklaştıkça tüm karakterlerini özlediğimi daha çok hissediyorum. Bir aksilik olmazsa (genelde olur) tüm bölümleri yine tek tek burada yorumlayacağım.  




















Sharp Objects (2018) (Dizi) (HBO)

Camille Preaker (Amy Adams) gazetecilik yapan geçmişi problemli bir kız. Alkol sorunu da var. Yıllardır ailesiyle görüşmemiş. Doğup büyüdüğü kasaba olan Wind Gap’te cinayetler işlenmeye başlanınca patronu olayları araştırıp bir yazı hazırlaması için biraz da zoraki onu görevlendirir. Bu araştırma Camille için kendi geçmişiyle de hesaplaştığı bir kişisel mücadeleye dönüşür.

Gillian Flynn'in (Gone Girl, Dark Places) romanından uyarlama. Başrolde Amy Adams var. Hemen Arrival’dan hatırlanacaktır. Esas beni diziye çeken ise Patricia Clarkson oldu. Camille’in kasabanın önde gelenlerinden biri olan kontrol manyağı ve yer yer histerik annesi rolünde seyrediyoruz. En son “Bookshop” (2017) filminde yine benzer bir hırslı ve cadı kadın rolünde izlemiştim.

Sadece ilk bölümü seyrettim. Clarkson’a rağmen pek sarmadı. Birbirine soğuk bir anne kız. “Twin Peaks” dizisini andıran bir atmosfer. Sık sık tekrarlayan patenci kızlar imgesi. Stephen King romanlarında bolca ele alınan tipik bir Amerikan kasabasında ortalığın karışması ve hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı teması. Yavaş yavaş açığa çıkan sırlar. Sinematografi dizilerin çoğunda üst düzey artık, bu dizi de bir istisna değil. Tempo biraz ağır geldi. Camille diziyi dolduracak kadar ilginç bir karakter değil, mesela Rust Cohle’la kıyaslarsak felaket sönük kalıyor oysa dizi neredeyse her karede onu gösteriyor ve deyim yerindeyse tüm hikayeyi sırtlamasını bekler bir havada ama bence zor. Yan karakterler zayıf ve ihmal edilmiş gözüktü. Dizideki karakterlerden hiç biri daha fazla seyretme isteği uyandırmadı. Benim için önemli bir kriter bu. Muhtemelen sonraki bölümlerde kasabanın sakinlerine ağırlık verecekler ama ilk bölümde gördüğüm bu. 

Ortalamanın üstünde kaliteye sahip, küçük bir Amerikan kasabasında geçen, psikolojik gerilimli polisiye dizi meraklılarını memnun edebilir. Ben farklı bir şeyler görmezsem sıkılıyorum artık bu tip dizi ya da filmlerden.  

Seyrettiğim ilk bölümde Patricia Clarkson’ın varlığı ve üvey babanın çaldığı nefis müzikler dışında ilgimi çeken bir taraf olmadı. Herhalde devam etmem, iyi gittiğini duyarsam ileride yeniden bakabilirim. Şimdilik bu tarz bir dizi seçecek olsam True Detective’i tekrar seyretmeyi tercih ederdim.   























Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...