Röportaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Röportaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Kasım 2017 Pazartesi

Margaret Atwood - Broadly Söyleşisi Notları - 2016


Lauren Oyler’ın Broadly adına New York City’de yaptığı bir söyleşi (2016)

Lauren'ın aşırıya kaçmayan ama ergenlikten de kurtulamayan tavırlarına karşın Atwood anlayışla, espriyle ama ciddiyeti de elden bırakmadan cevap veriyor. Bu Margaret Atwood nasıl birisiymiş diye kısa bir bakış atmak isteyenler için faydalı. 9 dakika civarında.

https://www.youtube.com/watch?v=PPPxR3PcXkQ

NOTLAR
(esprili kadın işte)
“Whats ur daily routine?”
“Get up in the morning, drink some blood…”

“Geleceğe dair öngörülerin olduğu kitapları öyle olmasını istediğiniz için değil, öyle olabilecekleri için yazarsınız.”

“Tüm totaliter hükümetler kadınların reproductive haklarıyla ilgilenmiştir”

“The real attraction of porn is that person cant say no. Böylece erkekler reddedilme korkusu olmadan cinselliklerini yaşayabiliyorlar”

“Sizce kadınlar için de porno böyle bir deneyim mi?”
“Tam da bu yüzde aşk romanları okuyorlar”

“Fifty shades içinde porno olan bir Cinderella story idi.”

Yeni yayın araçlarına, internete, dijital yayınlara meraklı ve deniyor.

“On my feed (twitter), politeness rules”

“Kendiniz hakkındaki yorumları okur musunuz?”
“I’m not very obsessed about reviews. Writers complain about bad reviews. But also they complain about no reviews.”

Twitter hakkında
“At its worst it is very bad. But everything is very bad at its worst. Think of it that way. Take the best. Ignore the worst.”





































20 Mayıs 2017 Cumartesi

Grzegorz Rosinski (Thorgal) Röportajı (dBD-2016)



-Kasım 2016 sayılı dBD dergisinde yayınlanan röportaj kısaltılarak tercüme edildi-

OĞLUM OLMADAN ASLA
ilk kez 1977 yılında Tenten dergisinde yayınlanmaya başlanan bu Kuzey Sagası pek de bitecek gibi gözükmüyor. Ana serinin 35 numaralı son albümü 2016 Kasım’ında raflarda olacak. Bu albümde baba oğul Rosinski’lerin ortaklığına da göndermesi olan bir kare dikkatlerden kaçmıyor. Bu karede Thorgal “Oğlum olmadan asla..!” diyor okurlara. Eylül ayında Brüksel’deki ÇR şenliğinde fırsat bu fırsattır diyerek karşılaştığımız baba oğula yeni albümlerinden hareketle Thorgal’in geçmişi ve geleceği ile ilgili akıllardaki pek çok soruyu yönelttik.

SORU: Yaratıcı yazar Van Hamme’dan sonra işi devralan Yves Saint ile yollarınız ayrıldı. Artık yazar olarak ÇRseverlerin farklı çalışmalarıyla tanıdığı Xavier Dorison ile beraber çalışacaksınız. Bu ortaklık nasıl ortaya çıktı?
Grzegorz Rosinski – Baba (GR): Yayıncımız teklif etti. Çok yönlü bir yazar arayışındaydık. Aynı hikayede mitoloji, gerilim, macera tarzı anlatımları birlikte kullanabilecek birisi gerekiyordu. Bu albümde önceki yazarımız Yves-Saint’in yazdığı Orta Doğu’da geçen macera sona eriyor ve Kuzey’de geçen yeni bir maceranın başlangıcı yapılıyor.
Piotr Rosinski – Oğul (PR): Ortadoğu’da geçen macera babamı yordu. Yayıncımızdan bir sonraki albümde bu maceranın bitmesini istedik. O da herşeyi birden bağlayamayacaklarını söyledi. Böylece bu albümde Dorison yeteneğini konuşturarak bu macerayı sonuca bağlarken, tanıdık olduğumuz Kuzey’de geçen yeni bir macerayı kurgulamaya başladı.

SORU: Peki sizin babanız, yayıncı ve çizer arasındaki rolünüz nedir?
PR: Aslında ben babamın koçluğunu yapıyorum diyebiliriz. Beraber senaryoyu ve sahneleri tartışıyoruz. Babamın çizmekten zevk aldığı ve almadığı sahneleri çok iyi biliyorum. Mesela son albümde bazı kareleri değiştirttim çünkü biliyorum ki babam hoşuna giden sahneleri tekrar tekrar özenerek çizerken, sevmediğinde fazla efor sarfetmiyor.

SORU: Babanız önceki röportajlarında senaryoya müdahale etmediğini, gelen hikayeyi aynen resimleyerek kendi yeteneklerini de test ettiğini söylemişti. Anlattıklarınıza göre artık çalışma tarzı değişmiş oluyor?
PR: Kesinlikle. Bu şekilde benim aracılığımla yazarla da süreç boyunca iletişim halinde olmaya başladı.
GR: Piotr’un ilgisi ve çalışmaları sayesinde kendimi daha serbest hissediyorum ve çizerken yeniden zevk almaya başladım.
PR: Aslında genel kalite düşmüyorsa, ana hikayeden uzaklaşarak yan hikayelere girilmesi beni rahatsız etmez ama Yves Sante ile bu dengenin olumsuza kaydığını hissettim ve herşey komplike bir hal almaya başladı. Dolayısıyla yeni bir yazar arayışına girdik.
GR: Mesela Van Hamme’ın yazdığı Ka’nın Ülkesi macerasında da böyle bir durum olmuştu. Ben ormanın Thorgal’ın doğal fonu olmadığını ve fazla uzatmadan Kuzeye dönülmesini istedim.. Buzullar, drakkar denilen viking gemileri, kar, soğuk. Bunları Thorgal’a daha çok yakıştırıyorum. Kuzeye ait mekanları çizmeyi daha çok seviyorum ve daha fazla zevk alıyorum.

SORU: Çizme tutkunuz hiç eksilmeden devam ediyor?
GR: Ben ÇRı her zaman görsel bir ifade biçimi ve iletişim tarzı olarak gördüm. Bu sanata karşı tutkum hiç eksilmedi. Yaptığım işi seviyorum.

SORU: Çizmeyi sevmediğiniz şeyler var mı?
GR: Şiddet ve cinsellik. Bir önceki albümde erotik sahneleri reddettim. Bu tarz sahneler olmazsa daha iyi oluyor. Şiddete gelirsek, mesela filmlerde şiddet sahnelerinin ağır çekimle gösterilmesi falan beni tiksindirir. Birisinin kafasının uçurulmasını ağır çekimle seyretmekten kim zevk alır ki?

SORU: Piotr, babanın neleri isteyip neleri istemeyeceğini anlamakta zorlanıyor musun?
PR: Bazen zor olabiliyor ama bu zorluk beni daha da isteklendiriyor. Onu çok iyi tanımam benim adıma büyük avantaj ve işleri kolaylaştırıyor.

SORU: Baba-oğul beraber çalışmaya ne zaman başladınız?
“Barbare” sırasında (Thorgal 27. Albüm ). Tanıtım broşürlerini gördüğümde gözlerime inanamadım. Kabul edilebilir bir kalite değildi. O günden beri grafikerlikle uğraşmaya başladım. 15 yıl oluyor. Yani ilk işim bu serinin tanıtımlarıyla başladı. Sonra albümlerin ve kapakların tasarımıyla da ilgilenmeye başladım. Sonunda babamın resmi temsilcisi oldum diyebiliriz.
GR: Oğlum bu işlerle ilgilenene kadar her şey biraz tatsızdı. Mesela yayıncıya birkaç kapak teklif ediyordum ve hep en kötülerini seçiyorlardı . Tabii o zamanlar Lombard yayınevinde artistik direktör yoktu.

SORU: Kapaklarınız çok kendine has. Bilhassa da drakkar denilen viking gemilerinin pruvası artık alamet-i farikanız gibi oldu. Kütüphanede kitabın sırtında o figürü görünce hemen Thorgal olduğu anlaşılıyor?
GR: Evet, onları bilhassa isteyen bendim. Benden önce bu figürü ÇR dünyasında kullanan yoktu.

SORU: Kapakları öneren de sizsiniz değil mi?
GR: Evet. Sanırım kapakta yağlı boya çalışmaları kullanan da ilk bendim. O zamanlar guaj kullanılıyordu.

SORU: Barbare’daki çalışmanıza kadar babanla ilişkinizin biraz uzak olduğunu düşünürsek, beraber çalışmaya başlamak aynı zamanda babanla daha fazla zaman geçirmek için de bir vesile olmuş oldu herhalde Piotr, öyle değil mi?
PR: Zaten aramızda bir sorun yoktu. Benim kendi halkla ilişkiler ajansım var. Polonya’da grafikerlikle uğraşıyordum ve bu sayede pek çok firmayla çalıştım. Barbare ile birlikte hem kişiliğine hem de işine saygı duyduğum babamla çalışma fırsatı buldum. İyi ve kötü müşterilerim oldu. babam ise zor ama iyi bir müşteri diyebilirim 

SORU: Baban kibar bir insan olarak tanınmasına karşın ÇR endüstrisiyle her zaman iyi geçinen birisi olmadığını biliyoruz. Kendi fikirlerinin peşinde biri…Bu konuda ne diyeceksin?
PR: Babam inatçı bir insandır. Ara sıra beğenmediğim bir şey olduğunda albümü bekleyen 200.000 okuyucuyu da düşünerek müdahale ediyorum. Bazen beni bu gibi detayları fark ettiğim için tebrik ediyor bazen de kızıyor. O zaman ona Photoshop’da albümdeki son halinin nasıl görüneceğini gösteriyorum. Önce bir şey demiyor bir süre. Birkaç gün sonra söylediğimin aklına yattığını ve o haliyle gönderdiğini görüyorum. Aslında dediğim dedik gibi gözükse de başkalarını dinlemeyi bilen biri aynı zamanda. Benim kendi egomu ya da kapağa adımı yazdırmak peşinde olmadığımı, tek amacımın sanatının en iyi halde sunulması olduğunu biliyor. Eleştirilerimden sonra saatlerce yeniden çalıştığını bildiğim için, ben de iyice emin olmadan eleştirmemek gibi bir vicdani sorumluluğa sahibim.

SORU: Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
PR: Bu albümün en sıkı birlikte çalıştığımız albüm olduğunu söyleyebilirim.


26 Nisan 2017 Çarşamba

Dean R. Koontz Röportajı - Arroyo (2012)


Raymond Arroyo'nun 2012 yılında yaptığı genel konularda bir röportaj.

NOTLAR
Flannery o ‘Connor ve Walker Percy – Catholic authors

“Subconsciously farkındaydım katolik inançlarım olduğunu ama sonradan bilincinevardım”
400 milyonun üstünde kitabı satılmış tüm dünyada.

“Başlarda eşim Gerda ‘ben sana 5 yıl ekonomik destek olurum. Zaten başarabileceksen bu 5 senede başarabilirsin’dedi. Yedi yıl yapmaya çalıştım ama Sicilyalı kanı var, 5 seneden fazla zaman vermedi. Ben de kabul ettim. Ailede herkes işe yaramazın teki olduğumu düşünüyordu (useless bum). Bazen ben de kendimi öyle hissettim. Neyse ki çok çalıştım ve başarılı oldum. Beş senenin sonunda işini bırakıp kitaplarımın business kısmıyla ilgilenmeye başladı. Önceleri yılda 25.000$ kazansak ekonomik olarak yeter diyorduk. ”

“Her gün sabah 6’ya çeyrek kala kalkıyorum. 7.30 gibi duş, kahvaltı, köpek gezdirme. Öğlen yemeği yemiyorum. Akşam yemeğine kadar çalışıyorum. Haftada 6 gün böyle. Bazen 5 güne düşürüyorum ama kitabın teslimi öncesi son aysa 6 gün çalışırım. Uzun çalışmayı seviyorum çünkü hikayenin içine gömülebiliyorum böylelikle.”

Bir röportajında kendi yaşadıklarının kitaplarındaki etkisinin büyük olduğunu söylemiş.
Babası Ray Koontz hakkında ne düşünüyor?

Çocukken bir şey anlayamıyor. Baba alkolik. Sürekli iş değiştiriyor. Patronlarına da saldırırmış işte babası. Geçim sıkıntısı karşısında annesi 5 and dimer’da çalışıyor ama yine yetmiyor. Baba sık sık “sizi öldüreceğim” diyor ailesine. İnancı yoktmuş ama başına kötü şeyler geldiğinde İncil okumaya başlarmış babası. “Karanlık bir çocukluktu benimki ama mutsuz değildim. Çocukken bile mutluluğun bir seçim olduğunu biliyordum. En kötü zamanda bile mutlu olacak bir  şey bulunabilir. Ben kitaplarda buldum çıkışı. Evde kitap yoktu ben de kütüphaneye giderdim. Okumaya başlayınca çok şey keşfettim mesela ben her aileyi bizimki gibi sanırdım ama öyle değildi. İnsan içinde büyüdüğü ortamı normal sanıyor.”  

“The benefit of my childhood is to show that there is evil in the world. And that u have to find a way to thread through it, reject it, find other ways to live.”

“Annem fiziksel şiddetten beni korurdu ama bu sefer şiddet kendisine dönerdi. Verbal abuse’ çok sık maruz kaldım. Geçim sıkınıtısını çok hissettim. 53 yaşında a series of strokes sonucu  öldü annem, yaşadıklarının bunda etkisi vardı.”

United church of Christ’a devam etmiş ailesiyle. Eşiyle çocukluk arkadaşı. Hatta bir doğum gününde toplu resimleri var. Gerda 2,5 Koontz 3,5 yaşında. “Eşimle çıktığımızda halalarını ziyaret ederdik. Bizi iyi karşılarlardı, ikramlar olurdu, hepsi mutluydu. Oysa benim ailemde insanlar böyle değildi, herkes birbiriyle küstü. Öfke ve üzüntü vardı. Onları görünce katolikliğe yaklaştım. Aslında Gerda bu konuları hiç açmadı.Sonra üniverstede Chesterton ve diğer katolikleri okuyarak katolikliğe geçmeye karar verdim.”



The supernatural pulse between the lines
Crafting words

“Romanların hikayelerinin çoğunun aklıma nereden geldiğini bilmiyorum. Sanki yukarılarda bir yaratıcılıktan pay alıyorsunuz. Face kitabını yazarken birden Odd Thomas karakteri ve “My name is Odd Thomas, I’m living an odd life” cümlesi geldi aklıma.  Sonra birden yanımdaki not defterine tüm bölümü kalemle yazıverdim. Normalde kalemle yazmam. Bir sayfanın 20-30 taslağını çıkarırım çünkü İngilizce dilinin en iyi halinin olmasını isterim. Birkaç saatte bölümü tamamladım. Bu ani fikirler nereden geliyor? Belki tanrı belki guardian angel, bilmiyorum, ama tamamen kendi içimizden değil bence, kendinizi açtığınızda dışarıdan gelen bir şeyler var.”

“ Yazma öncesi romanın planını çıkarma, outline belirlemeyi yapardım ama sonra bunlara uymadığımı fark ettim. Publisher’a outline’ı veriyordum önce. OK alırdım. Sonra kitabı teslm ettiğimde bu verdiğin outline değil ki diyorlardı. Ben de evet, ama bu daha iyi oldu derdim.
Strangers romanında 12 major character var 900 civarı sayfa, içiçe geçmiş story lines vardı. Burada planlama yapmamış. İlk hard cover best seller’ı. Başarılı olunca o şekilde devam etmiş.

Straight suspense.

“Science-fiction okuyarak büyüdüm ama that was not what I was born to write.”

 Heavy science reader hala. Quantum mechanics ve Molecular Biology okuyor. Böylece aklına ilginç bir fikir geliyor bazen.

“Bilim Tanrı'ya giden yollardan biridir. Bize dünya hakkında inanılmaz gerçekleri gösterebilir. Dünyanın nasıl bir mucizevi bir yer olduğunu görürüz.”

“Science and faith are not mutually exclusive” Bunu söylediği için çok eleştiriliyor. 

Hallway in his home with all editions of his books across the world



From the corner of the eye’da  Quantum Mechanics ve effect of distance konusu var. Kelebek etkisi. Interlaced world. Bunu insan ilişkilerini uyarladım bu romanda. Bir kısım inanmayan insan grudging letters göndermiş. Kitabı sevmek istememelerine karşın sevmeleri durumu.

One Door Away from Heaven’da Bioethical realm’e giriyor. Disabled girl is in the center of the book. “Disabled persons sağlam olanlar kadar çok şikayet etmiyor. Bu romanda toplumdaki her bireyin bir değeri olduğunu işledim.  Romanda kızın hayatına herkes acıyor, poor quality of life diyordu ama gerçekte immense bir quality of life vardı. Utilitarian bioethicism. Bunun ne kötü olduğunu göstermeye çalıştım. Down’lı ya da sakat olanları niye öldürelim? Peter Singer. Küçük kız ile bilim adamının karşıtlığıyla anlattım. Smart olmak demek, common sense’e sahip olduğunu anlamına gelmez.”

Service dogs for the disabled

“Engelli insanlar ya kitaplarda yok ya da acınacak durumlarda. Onları daha gerçekçi ve makul bir şekilde göstermek istedim. Çünkü bu insanlar dışarıdan bir bakış açısı sunabiliyor. Kitaplarımda hep outsiders oldu. Topluma farklı bir bakış açısı sunuyorlar. Okuyucuya da farklı bir insan sunuyorlar.”
Odd Thomas toplamda 7 kitaplık bir seri.

“Odd Thomas daha önce dediğim gibi kendi geldi ve kendi kendini yazdırdı bana sanki. Özel bir durumla karşı karşıya olduğumu hissediyordum. En belirgin özelliği humility. He is on a multiple book journey to perfect humility. Bu nasıl bir şey bilemiyorum aslında. Her kitapta belli bir virtue’ya odaklandım. Okuyucu hissetmemiş olabilir. Subtextual olarak hissetmiş olabilir. İlk yazdığımda yayıncım hiç beğenmedi. Editörüm sevdi.” Sonra iyi reviewlar ve satışlar gelmiş. Böylece devam edebilmiş. Sonunucusu saint Odd olacak. Odd’da catholic.  Elvis, Sinatra, Hitchcock’un hayaletleri Odd’u ziyaret ediyor.   



“Hayatımda supernatural olduğuna gerçekten inandığım tek bir deneyimim oldu. Babamın son yıllarında bir daire tuttum. Ama durumu kötüleşti. Degenerative alcohol syndrome. Şiddeti arttırdı etrafına. Retirement home’a yatırmışlar (gidip gelebiliyorsun, nursing home’da sürekli kalıyorsun). Bir gece geç vakit çalışıyordum. Telefonum çaldı ve bir kadın “Be careful of your father” dedi ve kapattı. Yıllar önce ölmüş annemin sesine çok benziyordu.  Ertesi gün bakım evinden aradılar, durumu kötüleşiyor gelin alın dediler. Gittiğimde odasına bıçak çekip üstüme yürüdü. Eğer o telden uyarılmamış olsaydım başıma bir iş gelebilirdi. Gardıroptan bıçakla çıkıp saldırdı.”

“Bir keresinde neuromuscular disease souncu hiç bodily movement’ı olmayan bir kızın köpekle arkadaşlığı sonrası iyileşme yoluna girdiğini gördüm.  Sevmek için elini oynatabildi. “Good doggie” diyebildi. Köpek diğerlerinin arasında o kızı seçti. When u see things like this, u think the world is so much more mysterious,  thats big theme in my world. To think u understand the world is to be foolish in the extreme. The world is too complex for us to understand. I believe dogs have a major role in the world if we allow that. One dog changed my life.”

Bir rahip şöyle demiş: “There is a theory that when the supernatural  enters the world, in doesnt enter  with great glorious flashes of drama, enters in mundane ways, and a dog might be a perfect way.”

Trixie was a theophany of God’s presence in my life.”


Second Part
“Humans have changed the world in an absurd way. Life expectancy comic bir novel’dı bir yandan. Suspence ve comic kaynaştırdım.”

“I give my characters a free will. Strangers’la başladı. Planlamadan yazmanın bir parçası. Akışına bırakıyorum ve adım adım bir karakterin neler yaşayacağını önecden planlamıyorum.”  Life expectancy’nin başında eşinin doğumunu bekleyen adamı birden palyaço olarak yazmış. Sonra nasıl olacak diye düşünmüş. Ama sonunda niye olmasın ki demiş ve bu fikirle barışmış. Kendi egonu aşmaktır biraz da yazarlık diyor. “Paniğe kapılabilirsiniz, kitabın sonuna yaklaşırsınız ama sonu kafanızda yoktur hala. Ama şimdiey kadar hiç yarı yolda kalmadım”

Üniversitede tarih okumayı düşünüyormuş ama lisedeki İngilizce öğretmeni senin yazarlığa yeteneğin var, İngilizce oku demiş ve hayatımı büyük oranda olumlu bir katkı yaptı diyor. “İnsanların yeteneklerini kullanma gibi bir sorumlulukları olduğuna inanıyorum. Ben yeteneğimin ne olduğunu anladığım için şanslıydım. Başka bir iş bilmiyorum zaten. “

“Culturally we are in a terrible place. In many ways we are in a terrible place. You have to weight into the culture you bemoan about.”   

“Ben çocukluğumdan beri kötülüğün relatif bir kavram olmadığını biliyordum.”

Din adamlarından da hayranları var.

“Bad things happen in my novels but I dont dwell in gore”

“Long ago I realized there was no point at all in trying to write about sex because its so boring to write him and also brings the wrong tone in anything you write”

“Kanlı, vahşet içeren filmlere gidemem ben. Dolayısıyla kendim de yazamam. Ama evil ve good arasındaki eternal battle ilgimi çekiyor.”



Inverted moral akımı, antihero, misunderstood bad people hakkında ne düşünüyorsunuz? Inverting realities.

“Bence it is meant to confuse people. I used to just think people write these things because they think its cool and different.”  Evil’In relative olabileceğine inanmıyor. Evil evil’dır diyor.

Multiculturalism says every culture is equal. They are equal in its integrity as a culture. But some cultures are a little wiser than other cultures. Yoksa bazısı çökerken bazısı yükselmezdi.” 

Denialism is boring, not cool, not chic anymore. Maybe because the world is becoming a scarier place. “

Nolan’ın Batman filmleri Batman’in önceki değerlerinden çok farklıydı ve bilerek yapıyordu. Hollywoo’'da görmeyi beklemeyeceğiniz türden işler. The late Batman movie very strangely underlines certain values we would not see in holivud movies generally. “

“ When u start trying to push out of the culture, the very thing that formed the entire culture, the culture’s gonna collapse,  its gonna be a very terrible collapse.” Dini kastediyor burada. Onların durumu korkutucu burada biraz çekidüzen vermeye başladığa getiriyor. Avrupa’da kiliselerin boş olması ve Amerika’nın bundan ders çıkarması.

“Every word is a symbol of something. Symbols speak to people subconsciously.” Karakter isimlerini kişiliğine uygun seçiyor. Seyo isimli bir Japon nanny var. Japanese’de “born in the night” anlamındaymış mesela.

Vatikan’ın Latince’yi bir kenara bırakarak halka yaklaşmasında o kelimelerin depply seated anlamları olduğunu söylüyor ve eleştirel bakıyor. Bilinçaltları ihmal edildi diyor. Touchstones. “Reducing it to a conceptual faith. Just sometihing like a intellectual experience, rather than a spiritual one. “

Bir dönem kısa kitaplarla aynı intellectual ve emotional ortamı yaratmaya çalışmış challenge olarak.

Şimdiye kadar hiç bir kitabı için rüyada ilham almamış. İlk kez bir gece 4te uyanmış ve Tom Tryon ile bir yemek yediğini görmüş, hepsini htırlıyor. Tekrar uyuyamamış. Kalkıp not almış. Bambaşka bir kitap olacak diyor.


Cennete gitme konusunda hepimiz “have to worry” diyor. 



10 Mart 2017 Cuma

ANTONIO ALTARRIBA RÖPORTAJI


Kim ve Altarriba
Bu röportaj 2016 yılında dBD dergisi tarafından yapıldı. İçerik %80 civarında çevrildi.

ANTONIO ALTARRIBA RÖPORTAJI
Tanıklık Sanatı

Antonio Altarriba ile röportajımızda Uçma Sanatı ve Hep Kırıktı Bir Kanadı albümlerinin ortaya çıkışından bahsedeceğiz.

Franko İspanya’sında kadınların söz hakkı olmadığını biliyoruz. Petra’nın hikayesinde Uçma Sanatındaki gibi birinci tekil şahsın uzun bir monoloğu gibi yazmayı tercih etmemenizin sebebi bu mu?
Uçma Sanatını yazmaya başladığımda bir çıkmaza girdim. Nasıl bir anlatım tarzı izleyeceğime karar veremiyordum. Üçüncü şahıs olarak babamdan bahsetmeye başladım. Fakat sonradan kendi sesimle babamınkini birbirine karıştırıp birinci tekil şahsın ağzından anlatmaya başladığımda hikaye istediğim akıcılığa kavuştu. Hep Kırıktı Bir Kanadı albümünde ise daha başında annemin ağzından konuşamayacağımı biliyordum. Yaşamında olup bitenleri anlatabilirdim ama olanları bir kadın gibi görmek, hissetmek, düşünmek ve anlatmak sanılandan çok daha komplike bir iş.


Albümün her bölümüne bir erkeğin ismi verilmiş. Bu tercih kadınların erkeklerin gölgesinde yaşadığına mı gönderme yapıyor?
Uçma Sanatıyla paralelliği olmasını istiyordum. Orada da 4 bölüm vardı ve hepsi babamın hayatındaki apayrı dönemleri yansıtıyordu. Annemi de aynı şekilde anlattım. Ama Uçma Sanatında babamın intiharla sonlanan düşüş aşamaları söz konusu iken, burada annemin hayatında ağırlığı olan erkek figürlerine göre ayırmak daha anlamlı geldi.


Albümün açılış sahnesinin annenizin bir kolunun neredeyse doğduğundan beri paralize olduğunu yıllar sonra fark edişiniz olmasına nasıl karar verdiniz?
Yıllarca annemle bu kadar yakın bir yaşam sürmeme karşın 46 yıl sonra kolunu oynatamadığını fark etmem şaşırtıcı bir durum..! Onca yıl hiçbir şey anlamamışım. Ama bu sayede annem hakkında aslında doğru dürüst hiçbir şey bilmediğimi, bildiğimi sandıklarımın da gerçeği temsil etmediğini anladım. Uçma Sanatı’nda da sondan başlamıştım, burada da paralellik olsun istedim.  


İki senaryodan hangisini yazarken daha fazla zorlandınız?
İkisi birbirinden çok farklıydı. Babamı yazarken daha fazla üzüldüm. Senaryoyu hemen intiharından sonra yazmaya başlamamın da etkisi var. Aslında bir ÇR senaryosundan çok daha fazlasıydı benim için. Suçluluk hissinden kurtulmak, kendi kendini tedavi etmek gibi bir süreçti. Bazen kendimi o kadar kötü hissediyordum ki, yazmaya ara verdiğimi hatırlıyorum. Annemi yazarken ise duygusal açıdan daha pozitif bir halet-i ruhiyem vardı. Sebebi ne olabilir? Bir kere annem yazmaya başladıktan çok önce vefat etmişti. Ve tabii ki annemin ölümü babamınki kadar dramatik değildi. Fakat yine de insan bir duygu fırtınasının içine giriyor. Mesela Uçma Sanatında annem derinliği olmayan bir karakter olarak yer almıştı. Aslında Hep Kırıktı Bir Kanadı albümünü yazma sebeplerimden biri de bu açıdan ona haksızlık ettiği düşünmemdi.  Yazdıkça annemi daha iyi anladım. Dine olan bağlılığı, tüm yaşamı boyunca zihninden eksik olmayan terk edilmişlik duygusu ve babasının yaşattığı korkunç reddedilme durumu. Bu duyguları paylaşmış oldum.  

Albümleri yazdıktan sonra anne ve babanıza karşı duygu ve düşünceleriniz değişti mi?
Uçma Sanatını yazmaya başladığımda babamı kahraman olarak görüyordum. Her sonbahar yanına gittiği arkadaşlarının anlattığı hikayeleri falan düşündüğümde çok mücadeleci bir insan imajı vardı kafamda. Yazdıktan sonra  buna benzer duygularım devam ediyor. Fakat annemi yazdıktan sonra ona eskisinden çok daha fazla saygı duyduğumu söylemeliyim. 

Araştırmalarınız sonunda General Bautista’nın Franko’nun emriyle öldürüldüğünü düşünüyorsunuz. O dönemin İspanya’sında Bautista’nın rolünün büyük olduğu gözüküyor. Tam olarak nasıl bir insandı?
İspanyol ordusu kraliyetçi bir eğilime sahipti. Ölümünü şüpheli görüyorum. Sanıldığı gibi İspanyol ordusu toptan Frankocu değildi. Onun içinde de fraksiyonlar vardı. Franko’nun kendine veliaht belirleme yetkisi veren bir kanun çıkartması kraliyetçi kesimin kabul edebileceği bir şey değildi.  Artık İspanyol İç Savaşının ardından 80 yıl geçti. Ama bu konular hala konuşulmuyor. Askeri arşivlerin açılması isteniyor. Ama bence baskıyla ilgili fazla belge çıkmayacak.

Aileler Franko dönemini kendi aralarında konuşur muydu ?
Hayır. Çocukluğumu düşündüğümde bir suskunluk ve gizlilik paktı var gibiydi. Korku hakimdi. Ölümünden 4-5 ay önce bile Franko’nun 8 idam kararı verdiğini unutmayalım. Dolayısıyla bilhassa 1950 ve 1960’lı yıllarda günlük hayata dair yazılanlar çok sınırlı. Kim, fazla kaynak olmamasına karşın dönemi canlandırırken çok iyi iş çıkardı. İnsanların birbirine TV seyretmeye gitmesi ya da resmi ağızlardan “Büyük İspanya !” sloganları yükselirken halkın sefalet içinde yaşaması aynen albümde yansıtıldı.

Annenizin hayatını anlatırken yanında büyüdüğünüz için daha avantajlıydınız herhalde?
Aslında annem hiçbir şey anlatmazdı. Bunun ona has olduğunu düşünmüyorum aslında kadınlarda bu var. Günlük hayatta yaşadıklarından pek bahsetmiyorlar. Erkekler İspanyol İç Savaşında katıldıkları çarpışmalardan bahsetmeyi severken, kadınlar daha muhafazakar bir tavra sahipti ve hep akşam ailelerinin önüne yiyecek bir şeyler koyabilmek için uğraşırdı. Mesela evi boşaltmak zorunda kaldığımızda babam daha intikamcı bir tavırla kendisini aldatanı öldürmeyi düşünürken, annem başımızı sokacak yeni bir ev bulmaya konsantre olmuştu.

Penceresi bile olmayan bir kömür deposunda yaşamak zorunda kalmak sizde travmaya sebep olmadı mı?
Hiç olmadı. Aslında şartlar ağırdı. Pencereyi bırak, şebeke suyu bile yoktu o depoda. Ama çok da kafaya takmadım. Zaten sadece dört yıl yaşamak zorunda kaldık orada (1969-1973). Ben 17-18 yaşındaydım, arkadaş grubum vardı ve evde çok vakit geçirmezdim. Tabii kendimi çok kötü hissetmememde annemin olumlu tavrının da etkisi vardır.

Kendi otobiyografinizi de yazmayı düşünüyor musunuz? 
(Gülümser).Eğer 15 sene önce karşılaşmış olsaydık, asla ailemi yazmayacağımı söylerdim. Halbuki şimdi bu konuda ÇRlar ve romanlar yazdım. Aslında bunda babamın trajik ölümü çok etkili oldu. Onu yazarak yaşadıklarının rövanşını alıyordum sanki, kendi kendime terapi gibi oldu.

Babanız sayesinde Fransız Edebiyatı profesörü olmuşsunuz, öyle değil mi?
Kesinlikle. Ben de Uçma Sanatını yazarken bunun farkına vardım . Fransa kelimesinin benim hayatımda çok önemli bir yeri var. Babam bir süre Fransa’da Cumhuriyetçi İspanyollarla yaşadı. 1936 yılında Franko’ya karşı mücadele etmek için İspanya’ya döndü. Sonra da sık sık gidip geldi. Fransızca öğrendi. Bana da daha çocukken öğretmeye başladı. Sonra beni arkadaşlarının yanına Fransa’ya gönderdi. 11-13 yaşlarımda oradaki kültürel ortamdan o kadar çok etkilendim ki, bugün dahi Fransız edebiyatını İspanyol edebiyatından daha iyi bilirim. Mesela hala sakladığım bir Tenten albümü var. Kastafiore’nin mücevherleri macerası. 1963 yılında babamın arkadaşlarından biri vermişti.

Gelecek projeleriniz neler?

Bir “Ben” Üçlemesi yapacağım. “Suikastçi Benim” zaten çıktı. Sırada “Deli Benim” ve “Yalancı Benim” albümleri var. Bunlar karanlık hikayeler olacak ve eleştirel, suçlayıcı bir dil kullanacağım. “Ben Deliyim” albümünde ilaçlarını daha fazla pazarlayabilmek için yeni yeni zihinsel hastalıklar icat edip duran ilaç endüstrisini anlatacağım. “Ben Yalancıyım”da ise medya manipülasyonları konu edilecek.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...