İkinci bölüm, John Ford’un “Stagecoach” (Posta Arabası) filmi üzerinden Western Sineması ve John Wayne üzerine bir program oldu. Canlı yayın savrukluğuyla konunun dağıtmadığım yeri kalmadı :)
Western etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Western etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
26 Temmuz 2020 Pazar
Podcast #2: "Stage Coach" ve Western Sineması
İkinci bölüm, John Ford’un “Stagecoach” (Posta Arabası) filmi üzerinden Western Sineması ve John Wayne üzerine bir program oldu. Canlı yayın savrukluğuyla konunun dağıtmadığım yeri kalmadı :)
Etiketler:
cehennemden kaçış,
Film,
John Ford,
John Wayne,
Podcast,
posta arabası,
Sinema,
stage coach,
Video,
Western,
Youtube
16 Mayıs 2019 Perşembe
Hostiles (Vahşiler) (2017) (Western Filmi)
Siz bu sorunun cevabını düşünürken ben kısaca filmi
özetleyeyim. Yeni tarihli bir Western. “3:10
to Yuma”dan sonra Christian Bale’in
rol aldığı ikinci kovboy filmi. Kızılderili şefini oynayan Wes Studi'yi burada da bahsettiğim (link) PBS kanalında yayınlanan Çeroki sürgünü belgeselinde yine bir kızılderiliyi canlandıran isim olarak hatırlıyorum. Yönetmen ve senarist Scott Cooper.
Yüzbaşı Joseph
Blocker (Christian Bale) kanser olan Cheyenne şefi Yellow Hawk (Wes Studi) ve ailesini onlardan nefret etse de sağ salim
kendi topraklarına götürmekle görevlendirilir. Yolculuk, herkesin hem
kendisiyle hem birbiriyle hesaplaştığı bir maceraya evrilir.
“If we are not regularly deeply
embarrassed by who we are, the journey to self-knowledge hasn’t begun.” Alain de Botton
Bu açıdan bir yol
filmi sayabiliriz ve her yolculukta olduğu gibi burada da karakterler ciddi
değişimlerden, hatta dönüşümlerden geçiyor. Yüzbaşı ve kızılderililer dışında diğer askerler ve ailesini yerlilerin katlettiği kadın da
bu başkalaşımdan payını fazlasıyla alıyor. Karşılıklı sorgulamalardan ziyade şahit oldukları olaylar, insanların kendini ve bulundukları tarafı sorgulamasına yol açıyor.
Beyazlar yerlilere “hostiles”
adını takmış. Kötü niyetli, düşmanca
davranan anlamında. Fakat yolculuk süresince tüm vicdanlı karakterler düşmanlık
ifade eden böyle bir sıfatın sadece bir ırka ya da gruba ait olamayacağına
şahitlik edip gerçekle yüzleşerek pişmanlıklarının ateşinde arınıyorlar.
Filmi seyrederken özellikle TR'de yaşadıklarım geçti aklımdan. İlişkilerinde aşırı bağlayıcı olan bir toplumuz. İster aile içinde olsun ister arkadaşlıklarda biraz çete mantığıyla hareket ediliyor. Yani yakın çevrendense ya da tanıdığınsa sürekli kollayacaksın, öveceksin, yanında duracaksın. Herkeste bir gruplaşma merakı, birbirine kayıtsız şartsız aptal aptal kefil olma durumu var. Bireyselliğe saygı duymayan bir toplumuz, ancak tek tip bir çoklaşmanın içinde kendimize güvenebiliyoruz. Kişisel gelişim yerlerde sürünüyor. Beklendiği gibi hareket etmezsen güvenilmez bir insansın. Çevrendekilere değil de aklına ve vicdanına sadık kalırsan yandın. Birden "hain" ilan edilmen, "rahatsızlık yaratan" bir "mikrop mayk" muamelesi görmen işten bile değil :) Siyasette yersizce sık sık kullanılan bu söylemin toplumun içinde de güçlü bir temeli var aslında.
Melankoli
Bir sahnede Yüzbaşı’nın en yakın arkadaşı Çavuş Thomas Metz melankoliden
yakınıyor ve konuşurken yüzünün yarısı karanlık çekilmiş. Bu sinematografiyi
görünce melankoliyi düşündüm. Belki melankoli ile depresyonun farkı bu. Depresyonda tamamen
karanlıktasın, melankolide hala aydınlık kalan, tutunduğun bir şeyler var. Kendini tam bırakmamışsın ama ilerlemek de beyhude geliyor. Susan Sontag melankoliyi şöyle tarif
ediyor: “Depression is melancholy
minus its charms.” Melankolinin tıbbi tarifleri de var ama sınıflamış olmak
için yapılmış gibiler. Zaten söz konusu
psikiyatri olduğunda tıbba kesinlikle güvenemeyiz. Nihayetinde, biraz romantik gözükse de benim en akla yakın bulduğum tanımı büyük Victor Hugo yapmış: “Melancholy is the happiness of being sad.” Bu tarife göre içinde bir miktar suçluluk hissi barındırması da muhtemel. Neyse çok uzayacak, bu konuya
ayrı bir başlık altında döneyim en iyisi. Belki de "Melancholy" filminde uzun uzun konuşmak zevkli olabilir.
![]() |
melankoli |
"Ur spirit within me,
mine within u”.
Yine bir saldırı sırasında Yüzbaşı’nın kızılderilere çok
ihtiyacı olmasına karşın kelepçelerini çıkarmaması aslında kendi kafasındaki
kelepçeleri söküp atamayışının yansıması
olarak hoşuma giden bir detaydı.
Şefin beyaz kadına teşekkürünü duyar duymaz not aldım, o
kadar iyi bir kindness tarifiydi ki: “Thank
u for ur kindness. Ur spirit within me, mine within u”.
Derinlikli karakterlere sahip, oyunculukları başarılı, “intikam”
temasının ötesine geçebilen, şiddet içeren ama aksiyona yaslanmayan, klişeleri bir adım ileri taşıyabilen, revizyonist
bir son dönem Western örneği.
7 Nisan 2019 Pazar
Silverado (1985) (Western): Kovboy Filmleri
Nasıl öldü denilen Western hem televizyonda (Westworld) hem de oyun dünyasında (Red Dead Redemption 2) yeni nesille
buluştuysa, bu film de kovboy filmlerinin artık yüzüne bakılmayan bir dönemde
başarılı bir Western olarak kayda geçiyor.
Western dedin mi Kevin Costner ismini yazacaksın köşeye. Modern zamanların kovboy
filmleriyle en fazla adını duyduğum aktörü. Bu aralar yine bir kovboy dizisiyle (Yellowstone) gündemde. Çağdaş bir Western yıldızı. Üstelik de filmlerinin çoğu ortalamanın üzerinde. “Dances with Wolves” seyrettiğim en
iyi 5 kovboy filminden biriydi diyebilirim. Özledikçe tekrarlarım. “Open Range” desen vasatın üzerinde bir
maceraydı, beğenmiştim. Dolayısıyla şimdilik Kevin Costner ismini gördüğüm her Western’i
sepete atmakta tereddüt etmem.
Filmin yönetmeni ve senaristi meşhur Lawrence Kasdan. Silverado’nun özelliklerinden birisi de, geçenlerde
bahsettiğim “The Quick and the Dead”den
bile daha çok ünlü oyuncuyu barındırması. Karakterlerin çoğu karizmatik ama bar
sahibesi Stella (Linda Hunt) ve Paden (Kevin Kline) benim için biraz daha öne çıktı. Kötü şerif rolünde First Blood: Rambo’da da şerifi
canlandıran Brian Dennehy var. Ayrıntılara
IMDB’den bakabilirsiniz, kızlı erkekli en az 10 kişi saymak lazım :)
Senaryo başarılı. Hikaye
bildik ama akıcı ve canlı. Büyük bir yenilik getirmese de Western’in hakkını
veriyor. Arada sürprizler var. Diyaloglar zekice, not aldığım cümleler
oldu. Karakterler ilgi uyandırıyor. Müzikler coşturuyor. E daha ne olsun :) Birkaç
yıla tekrar seyredebileceğim bir klasik Western ziyafeti. Bir de olumsuz yanını
söyle derseniz, kötü adamların biraz zayıf kalması diyebilirim.
Diyaloglar ve Dersler
Paden (Kevin Kline) stoacı bir tip. Arkadaş diye yanına
aldıkları soyup çölde ölüme terk ettikten sonra kendisine yardım eden Emmett
(Scott Glenn)’a söyledikleri önemliydi:
“I figure I should approach life like everybody’s ur friend or nobody
is. Dont make much difference”
Mal’ın (Danny Glover) babasının kendi topraklarından
kovulması üzerine söyledikleri benim için Türkiye’yi de esir etmiş
kanunsuzluğun nefis bir tarifi:
“Afraid to walk my own land”
“The law here runs a man down
just like these cattle”
Stella’nın (Linda Hunt) barda söylediği cümle ve ardından
kameranın gösterdiği düzenek başlı başına bir hayat felsefesi:
“The world is what u make of it. If it doesnt fit, u make alterations.”
Paden’ın bir köpek için herkesi karşısına alabilirken, herkesin kıymet verdiği zenginliklere sırt çevirmesi:
“I’m a great believer in doin nothing”
Ve Emmett çatışmaya hazırlanırken mermisi bitince pusuda bekleyenlerin yakalayıp söyledikleri, hazırlanmaktan harekete geçemeyenler
için bir başka büyük hayat dersi, benim de ara sıra düştüğüm bir yanılgı:
“He was practicing so hard for a fight, he missed the whole thing”
Filmin son cümlesi olarak Kevin Costner’ın canlandırdığı
karakter “We’ll be back” diye
sesleniyor. Ama belki de gişede başarısız olduğu için devam filmi çekilmiyor.
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
11 Mart 2019 Pazartesi
The Last Outlaw (Son Kanunsuz) (1994) (Western)
Bir banka soygunuyla açılan film, çetenin acımasız şefleri Albay Graff (Mickey
Rourke) ile ters düşmesiyle farklı bir derinlik kazanarak ölümcül bir kovalamacaya dönüşüyor.
Yönetmen Geoff Murphy. Kadro sağlam. Ted
Levine, John Mc Ginley, Steve Buscemi, Dermot Mulroney. Ve Mickey Rourke. Bir kez daha karizması ve oyunculuğuyla
yıldızlaşıyor.
Açılışın “The Wild
Bunch” ile benzerliğini fark etmemek mümkün değil. Bugün Meksika’dan gelen insan seline karşı duvar örmeye çalışan Amerika’yı düşününce Rio
Bravo’yu geçip Meksika’ya kaçmaya çalışan Amerikalıları seyretmek ayrı bir güncel
ironi. Yine doğaüstü güçlere inanan, kemik falı bakan zenci karakterin isminin Lovecraft olması da sırıtmayan bir göndermeydi.
Sıkı bir kovboy filmi. Gerçekçi. Şiddet dozu yüksek.
Klişeleri kullanıyor ama kendine has bir tarzı ve özgünlüğü var. Bazı insan sıradan
bir konudan bile bahsetse kendini sıkmadan dinlettirir, “The Last Outlaw” da
kendini seyrettiren filmlerden.
“The Quick and the
Dead” gibi denemeler bu filmin yanında Mickey
Mouse çizgiromanı gibi kalıyor.
Hem Mickey Rourke
takipçisi hem de western seyircisi olarak beğendim. Unutulup gidecek “tek seyirlik” kovboy filmlerinden değil.
Yine bir alıntıyla bitirelim. Çete doğuya mı güneye mi
kaçmaları gerektiği yönünde tartışırken fikri sorulan Lovecraft’ın cevabı beklenmedik
hareketler yapmaları gerektiğini özetlemesi açısından önemliydi:
“I say it doesn’t make sense to go East, and thats why it
makes sense”
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)