29 Temmuz 2019 Pazartesi

"3 Ayda 6 Dil Öğretiyorum..!"


Acaba şu başlığı görüp de "3 ayda 6 dil öğreneyim" niyetiyle bloğa tıklayan saftirik olmuş mudur? Duruma bakılırsa kesin olmuştur :)) Üzgünüm ama benim sözüm olmadığı için öyle bir faaliyetimiz de olmayacak. Dikkat ederseniz tırnak içinde alıntıladım. Zaten altı dil falan da bilmiyorum. Bilsem de burada öğretmekle niye uğraşayım ki. Konumuz başka. 

Youtube’da bir kanala denk geldim. Ferhat Yıldız diye birinin kanalı. Kendisi “Master of Languages” imiş. Dillerin efendisi yani. Çeşitli iddiaları vardı, saçmalıklarını görünce dikkatimi çekti, birkaç tanesine mizah kültürü açısından baktım:

48 saatte İngilizce..!
3,5 yaşında 6 dil biliyor..!
Önce kendine 10 dil öğreten Ferhat Yıldız...
48 saatte B1 Korece..!
3 Ayda 6 dil..!
Beş günde Hollandaca..!
Beş günde Fransızca..!
İngilizce bilmeden İngilizce Sınavı nasıl geçilir..!
10 dil öğrenmenin sırrını açıklıyorum..!
3 ayda 6 dil öğrettim..!

"Beş liraya beş çeşit yemek" diyor anlayacağınız :))))

Bunları görünce bir gülmedir aldı beni. Bu tiplere alıştık artık ama genelde farklı alanlarda faaliyet gösterirler. Merak ettim, tıklamaya başladım komedi niyetine. Tam düşündüğüm gibi çıktı. Herifin Türkçesi bile öğretmenlik için yetersiz. Bildiğin hiç inceltmeden “alfağbe” diyor :)

Birkaç videoyu atlaya atlaya 5-10 dakika seyrettim. Korkunçtu. Burada hatalarını sayıp dökmeye vakit ayıramam. Trajikomik dedikleri türden bir vaka. Tek bir dili dahi doğru dürüst bilmediği o kadar belli ki. Sırf temel seviyede gramer ezberi. Hem anlatımda hem telaffuzda hata üstüne hata. Üstelik bu yanlışlar en basit seviyelerde.  

Standart kalıpları ezbere seslendirmekten ibaret yaptığı. Çarpım cetvelini ezberleyip ben matematiğin efendisiyim ve en iyi ben matematik öğretirim demekten hiçbir farkı yok yaptığının ki onu bile yapamıyor. Bilgiyi falan geçtim, en basit konuyu öğretme yeteneği dahi yok. Zaten ortada bir öğretme eylemi yok, ezberlediklerini hızla tekrarlayan ve kendini dahi olarak sunan bir tuhaf tip var.

Ezberlediği her gramer kitabında olan temel kalıpları berbat bir diksiyon ve telaffuzla seslendirerek dil öğretiyorum diye sunuyor. Kapalıçarşı satıcıları gibi 5-10 dil biliyorum iddiasıyla da kendini “master” ilan edip reklam yapmış oluyor :)) “Deli herhalde” dersin geçersin ama herif buradan ciddi paralar kazanıyor belli ki. Kitaplar falan çıkartıyormuş. Üşenmedim baktım, kitaplarının neredeyse her biri 374 TL. İndirimli fiyatları 99 TL. Bugün itibarıyla Nobel Tıp Kitabevinde indirimli fiyattan 10 tane baba diş hekimliği kitabını paket olarak 250 TL'ye alabiliyorsunuz. Tasarımı eşsiz güzellikteki, içeriğinin bir araya getirilmesi yıllar sürmüş DK yayınlarının kitaplarını 10-20 sterlin arasına edinebilirsiniz. Mukayeseyi siz yapın artık. Herifin Rusça kitabının kapağı yukarıda (sağda), bir bakın yahu. 374 TL istediği kitabın kapak tasarımı amatör seviyede bile değil, içinin nasıl olduğunu Allah bilir! Kapağa koyulan 3 tane güzel kız "2009 Miss Rusya finalistleri" haberine ait olan fotoğraf. İnternetten apartma yani. Alın size linki. Ve bu kitaba 374 TL etiket fiyatı konulmuş. Daha ne söyleyeyim.


Böyle oltacı sloganlarla ve aklı başında kimsenin inanmayacağı performanslarla yolunu iyi buluyor anlaşılan. Kurcalasan, temel bilgileri veriyorum diyecek ama o bile doğru değil. Neresinden baksan yanlış dolu videoları.

Hadi o kendisinin farkında değil ya da işine geliyor, bunu da anlarım. Yığınla böyle tip var ülkede. Ama bunu TRT, CNN, Fox gibi kanallar haber yapmış. Vallahi yapmış, şaşırdım kaldım. Alkışlarla "başarılarını!" paylaşmışlar. Olacak şey mi bu..! Hiç mi aklı başında editörünüz yok..! Görmüyor musunuz ne yaptığını..! Herhangi bir videosunu 2-3 dakika izlesen anlarsın olayı. Her şey ortada. Ahmak mısınız siz? Daha da büyük bir rezalet var. Milli Eğitim'den teklif geldiği için derslere girdim diyor :)))

Herifin Youtube’da 300.000 civarı takipçisi var :) Onu da geçtim, yorumlar teşekkür üstüne teşekkür ve “ne olur bana da öğretin” yakarışlarıyla dolu. Evet, evet,  neredeyse yalvarıyor insanlar. 

Demedi demeyin, Ferhat Yıldız bu rüzgarla 10 sene sonra milli eğitim bakanı da olur, okul zinciri de kurar. Dil bilimini değil ama “TR’deki metodolojiyi” iyi çözmüş. 

Bir laf vardı, nasıldı: 

“TR’de her şey olabilirsiniz, ama asla rezil olamazsınız.” 

Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

21 Temmuz 2019 Pazar

"The Witch: A New England Folktale" (Cadı)

On yedinci yüzyıl Amerika’sında bir ailenin toplum tarafından sürülünce ormanın kenarındaki kulübelerinde doğaya ve doğaüstüne karşı tek başlarına yaşam mücadelesi.

Yönetmen Robert Eggers. “The Lighthouse” diye 2019 yapımı yeni bir filmi seyredilecekler listemde. Anya-Taylor Joy (Split, Glass), Ralph Ineson (Game of Thrones, Harry Potter) gibi tanıdığım oyuncular var. Kate Dickie’den ayrıca bahsetmek istiyorum. İskoç aksanı ve sıradışı yüzüyle bana ilginç geldiği için takip ettiğim bir aktris. Ralph Ineson gibi Game of Thrones’da da vardı, Lysa Arryn rolünde. Wasted (2008) diye bir filmde uyuşturucu bağımlısı bir kadını oynuyordu ve çarpıcı gerçekçilikte bir filmdi. Outcast (2010) filminde kurtadam bir çocuğun annesi olarak izledim ama vasat bir işti. Burada da harika bir oyunculuk çıkarmış ve role çok yakışmış. Herkes iyi oynuyor zaten.

Film salt korkudan ziyade korku temasını da içeren psikolojik gerilim filmi gibi. Mark Gatiss’in tabiriyle folk horror öğelerini taşıyor. Özellikle 60lar ve 70ler İngiltere'sinde gündem olan bir film türü. Mesela ilk aklıma gelen örnek "Blood on Satan's Claw".

Witch filmi fikri, hikayesi ya da diyaloglarından ziyade atmosferiyle öne çıkan bir çalışma. Özellikle o dönemi çok etkileyici yansıtmış. Açılış sahnesinin ısrarcı fısıltıları, uygun ortam bulunca düşüncelerimizi esir eden kurban arayışını düşündürdü.  


Tabiat Dost mu Düşman mı?
Günümüzde tabiat güzellemeleri yoğunlaştı. Ağaçlar, hayvanlar ve bitkiler arasında yaşamak. Romantik ve yeşilci cümleler kurmak. Heidi iyimserliği. Kent yaşamını yerden yere vurmak. Ben de kaptırıyorum bazen. Haklı yönleri de yok değil bu yaklaşımın sağlıksız şehirlerin bunaltıcı sosyolojisinde. Hepsi iyi güzel ama unutmayalım ki bunlar doğanın sadece bir yüzünü yansıtıyor. Diğer yüzü öylesine karanlık ki. Gidin dağda 1 hafta tek başınıza yanınıza yemek, çadır falan da almadan kalın, zorluklarını da hissettirdiklerini de anlarsınız. Korkunç, acımasız ve sonsuz bir mücadele var tabiatta. Küçücük kalıyorsun içinde. Zaman zaman zavallı ve çaresiz hissediyorsun. Süslü yaşamların uzağında fiziksel ihtiyaçlarınla yüzleştiğinde ne olduğunu şaşırıyorsun.

Dolayısıyla insan kesinlikle tabiattan kopmamalı, her şeyden önce kendi iyiliği için ona saygı göstermeli derken, teknolojiye de sıkı sıkıya tutunmayı bırakmamalı diye düşünenlerdenim.


Bu noktada aklıma bir dahi geliyor. Bir ara Darwin'le ilgili okuyordum. Birkaç tane de belgeselini seyretmiştim. En etkileyici olanlarından biri “Türlerin Kökeni” kitabının yazılış sürecini anlatan “Darwins’s Struggle: The Evolution of the Origin of Species” idi. Belki buraya konuk ederiz ilerde. Burada Darwin’in kızı Anna’yı kaybettikten sonra tabiatın romantik çağrışımlarının altındaki gerçek yüzü hakkındaki sözleri alıntılanır:

Darwin talks about struggle for existence. Years after Annie’s death. He describes for us nature as it is and how nature really is. He refers to the smiling face of the nature. The green and pleasant land of England. Insects, birds, beauties. "We do not see" , he says, "beneath the surface". “It’s a continual state of war. Under the surface of nature the young are dying young, and the rest of the animal life struggles to survive.”Then he says that” the struggle for existence is like, he uses the old notebook figure, wedges being driven into the face. “

“Destruction inevitably falls either on the young or old, during each generation. The face of nature may be compared to a yielding surface with the thousand sharp wedges packed close together and driven inwards by incessant loads. “

Anlayacağınız filmdeki tabiat bizim bugün anladığımız manada bozulmamış bir saklı cennet değil. Sağ kalmanın pamuk ipliğine bağlı olduğu, alabildiğine acımasız bir ölüm kalım arenası.


The VVitch: A New-England Folktale (2015)
Toplumun dışında kalan insanın nasıl yabani bir dünyayla karşı karşıya olduğu çok iyi hissettiriliyor. Tüm imkansızlıklar ve çaresizlikler sinir törpüsüne dönüşüyor. Bugünün şehir insanının bunu anlaması epey zor. Böyle bir ortamda kendisine yardım edebilecek, yol gösterebilecek bir gücün varlığına inanmadan yaşamak imkansız. Yaşam koşulları o kadar sert ki umudu, suçu, kurtuluşu her şeyi doğaüstünde arayarak akıl sağlıklarını koruyabiliyorlar. İnsanın kendisinin ve sevdiklerinin en ufak bir yaşam güvencesi bir dayanağı olmayınca inançlar ağırlığını hissetiriyor, boşluk doluyor ve onların da nereye götürecekleri belli olmuyor. Hukuksuz bir psödo-kent ortamının, kendini medeniyet diye pazarlayan bir barbarlığın  "jungle" olarak nitelenmesi boşa değil.

Tekrar seyretmem herhalde ama farklı bir deneyimdi. Klasik kanlı, vahşetli, öcülü korku filmi sevenlere göre değil. İnsan psikolojisine ve en ilkel hallerine şiirimsi, masalsı, makyajsız, atmosferik, tarihi ve folklorik bir yaklaşım.

Bir sahnede baba gümüş kadehinin kaybolduğunu anlayan karısına götürüp sattığını söyleyemedi ve  konuyu değiştirmek için çocuğundan kutsal kitabı sesli okumasını istedi. Anlamak isteyene çok şeyler anlatıyordu ama o "cadılı ormandan" hala çıkamamış zavallıların fark ettiğini sanmam :)

“We must find some light in our darkness”
















Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

2 Temmuz 2019 Salı

Çürük Çeviriler (#6): Trump ne demek istedi? "Central casting?" “Güzel insanlar?”


Bugün çok mühim! bir konudan bahsetmek geldi içimden. Ne yapayım, güzide basınımızda /medyamızda doğru dürüst ele alan görmeyince iş başa düştü. Trump'ı biraz tanıdığımı düşünüyorum :) Nereden diyeceksiniz, yıllar önce adamın "The Apprentice" diye bir realite yarışması vardı. Üç dört sezon seyretmiştim, enteresandır. Hala da arşivimde tutarım.  Dolayısıyla en azından oradaki tarzını biliyorum, çok da farklı değil biliyor musunuz? Doğal adam bence. E İngilizce konusuna da meraklıyımdır, bir göz atalım bakalım neler dönmüş. 

Trump ne demişti bizimkilere:
Look at these people. How nice they are. Look at them. They re so easy to deal with. Look at them. Central casting. There s no Hollywood set where u could produce people that look like them.”

(1)Trump “güzel” demiyor!
Hemen herkesin katıldığı bir hatayı düzeltelim. Burada “nice” derken “güzel” falan demiyor. Birine “nice person” demek iyi huylu, iyi karakterli, terbiyeli, efendi, iyi çocuk anlamlarına gelir. Güzel anlamına gelmez! Uydurmayın! Ancak kalkıp da “nice body” diye kullanırsan güzele kayar. Burada öyle bir durum yok. Zaten sonra gelen ifadeden belli:

(2)“They are so easy to deal with”
Yani bunlar sorun falan çıkartmaz, bakın ne kadar terbiyeli, ne kadar uslu, ne kadar söz dinleyen insanlar diyor. Kısaca “Uslu çocuklar” demiş bizimkilere :) Bu kısım genelde doğru anlaşılmış.  


(3)“Central Casting” deyimi
En çok da burada çuvallamış medyamız. Bu “central casting” deyimini “casting ajansı” ve figüranlık bağlantısından ziyade Trump dili içinde incelemek en doğrusu çünkü Trump bundan önce de defalarca kullanmış bu sözü. Bunlardan bahseden yok. Acaba bu ülkede sadece benim mi internetim var diye düşünüyorum bazen :) Tam olarak ne anlama geldiğini anlayabilmek için aynı ifadeyi kullandığı iki farklı örneğe bakalım:

(1)Yardımcısı Pence hakkında
“They’re telling me I have to pick him. It’s central casting. He looks like a Vice-President.”

(2)Anayasa mahkemesine atayacağı Brett Kavanaugh hakkında
"I'm going to nominate you for the United States Supreme Court. I said this is going to – you are so central casting. Great marks, great schools, the best everything, the best of everything."

İlkinde başkan yardımcısı olarak Pence’in “biçilmiş kaftan” olduğunu anlatmaya çalışıyor kendi dilinde. Tam işe uygun adam demek istiyor. Kendince övüyor yani.

İkincide ise iyi okullardan mezunsun, her şeyinle tam yakışıyorsun bu göreve demek istiyor. Yine “biçilmiş kaftan” deyimi tam karşılıyor.

Dolayısıyla Amerika’da genelde figüranlar için kullanılan deyimi Trump iyi anlamda, birinin bir işe ya da makama uygunluğu için “biçilmiş kaftan” sözü gibi kullanıyor. En azından görünüşte bir uygunluk bu. Alttan alta bir alaycılık var mı? O da vardır belki ama adamın her hareketinde alaycılık var zaten. Neticede kendi atadıkları, yardımcıları için de söylüyor, önemli olan kısmı o. O kadar da kötü bir şey değil yani. Zaten buna gelene kadar neler neler söyledi, devlette kimsenin gıkı çıkmadı. Onların yanında bu laf sanıldığı gibi çok da önemli değil. 

Hollywood kısmı tartışılır ama bana göre yine aynı komplimanın devamı olarak "görevlerine yakışan insanlar" gibi söylemiş olabilir.    

Sonuca gelirsek, Trump’ın en basit sözlerini dahi doğru dürüst anlamaktan/anlatmaktan aciz ülkemiz gazetecileri, televizyoncuları için söyleyecek bir kelime düşündüm de, “central casting”  olabilir mi sizce? Ama hangi anlamda ona siz karar verin :))

Bu ilüstrasyonu çizen Kanadalı Michael De Adder gazeteden daha yeni kovuldu




Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...