Arjantin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arjantin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Kasım 2017 Perşembe

"El Eternauta, Daytripper ve Ötesi" kitabı (David Foster)


El Eternauta, Daytripper, and Beyond: Graphic Narrative in Argentina and Brazil 
David William Foster / Ekim 2016

Son günlerde gözüme takılan kitaplardan biri. Fırsat bulduğumda okumak için listeme aldım. Burada kısaca haberini vermiş olalım. Yazar David William Foster Güney Amerika üzerine pek çok kitabı olan bir araştırmacı. Bu kitapta Arjantin ve Brezilya çizgiromanı üzerinden Latin Amerika ÇR sanatının özelliklerine değiniyor. Latin ÇR ekolünü takip edenlerin ilgisini çekebilecek bir çalışma. 

2 Mayıs 2017 Salı

El Eternauta (Eternaute) (1) - Sonsuzluk Yolcusu













EL ETERNAUTA (1)
Sonsuzluk Yolcusu, Oesterheld'in bir şaheseri. Breccia gibi bir ustayla yakaladığı uyumun zirvelerinden birisi. Bu konudaki yazıyı uzun olacağı için iki parçaya bölmeyi düşünüyorum. Eserle ilgili bilgileri ve yorumları bir sonraki yazıya saklarken, burada çizgiromanın hikayesini detaylı bir şekilde baştan sona özetleyeceğim. 

SONSUZLUK YOLCUSU
“Les etoiles sont loin. Au chaud. Mes livres. Ma solitude.”

"Yıldızlar ne kadar uzakta. İçerisi sıcak. Kitaplarım ve yalnızlığımla başbaşayım." 

Giriş sahnesi harika. Dışarıda kar yağıyor. Evinin güvenlikli ortamında macera hikayeleri kaleme alan bir yazar masasında çalışmakta. Duvardaki Mort Cinder posteri ile Oesterheld okuyucusuna adeta göz kırpıyor.


Birden adamın karşısındaki sandalye sanki birisi oturuyor gibi gıcırdar. Bulanık bir görüntü belirir. Yavaş yavaş netleşir ve cisimleşir. Bakışları delip geçen bir adam durmaktadır yazarın karşısında. Ona baktığında hayretle karışık bir huzur kaplar içini. Yabancı ona ne iş yaptığını sorar. Çizgiroman senaristi olduğunu öğrenir. Kendisini sonsuzluk yolcusu (eternot) olarak tanıtır. Zamanın içinde gidip gelebildiği için 22.yy.da böyle isimlendirildiğini söyler. Rahat bir koltuğa geçer ve başından geçenleri anlatmaya başlar.


"Dört arkadaş laboratuvarda iskambil oynuyorduk: Favalli, Lucas, Polski ve ben, Juan Salvo. Eşim Helene ve kızım Martha da yukarıdaydı. Birden radyoda son dakika haberi girdi. Antarktika’daki üsle bağlantının kesildiğinden ve uçan daire görüldüğünden bahsediyordu. Dört arkadaş haberi alaya alırken dışarıda bir ışık çaktı. Radyonun sesi kesildi. Hepimiz pencereye gittik. Şimdiye kadar şahit olmadığımız türden mutlak bir sessizlik hüküm sürüyordu. Dışarıda cesetler vardı. Tuhaf bir kar yağıyordu. Favalli bunun normal bir kar olmadığını pencereyi açmamamızı söyledi. Ailem aklıma geldi, hemen üst kata fırladım. Neyse ki hayattaydılar. Penceresi ya da kapısı açık olan evdeki insanların hepsi ölmüştü. Kara benzer maddenin girdiği yerde canlı kalmıyordu. Buenos Aires’e ölüm yağmaya başlamıştı sanki. Polski kendi kaybetti. Eşi ve çocuklarına gitmek için dışarı çıktı. Kar taneleri bedenine dokunduğu anda yere düştü ve birkaç dakika içinde hareketsiz yerde yatıyordu. Ölüm yağdığı doğrulanmıştı. Evin içi adeta bir adaya, bizler de Robinson Ailesine dönüşmüştük. Pencere ve kapı aralıklarındaki yarıkları kapadık. Bu sırada radyo kanallarında gezinince kısık ve çıtırtı halinde bir anonsa denk geldik. Uzaylıların işgali altında olduğumuzu ve iktidar odaklarının ihanetini duyabildik. Lucas metanetini kaybetmeye başlamıştı. Evin içinde hayatta kalmayı başarsak bile karı yağdıran uzaylıların gelip bizi bulacaklarını söylüyordu. Haklıydı. Odama çıkıp faydalı olabilecek eşyalara bir göz attım. Dalgıç giysisini yanıma alarak aşağı indiğimde Lucas sakinleşmişti.
 



Korkunç gerçek yavaş yavaş ağırlığını hissettiriyordu. Dünyamız yok olmuş gibiydi. Martha tek bir gözyaşı dökmeden yanımda cesur bir duruş sergiliyordu. Havalandırmaya filtre takarak hava problemini hallettik. Bu sırada pencereden bakan Helen karşı evde bir ışık gördü. Ramirez’in eviydi. Muhtemelen mum yakmıştı. Birden pencereye doğru yürüdüğünü fark ettik.Aynı anda yapmamasını haykırdık duymayacağını bilsek de. Ramirez pencereyi açtı ve yığıldı kaldı. Herşey bir sessiz filmden farksızdı. Çığlık bile yoktu. Kim bilir kaç evde bu trajedi yaşanıyordu. Dalgıç elbisesini giyip dışarı kimin çıkacağını konuşmaya başladık. Zar atmaya karar verdik. En düşük sayıyı ben attım. Giysiyi giydim, eldivenleri taktım ve bir tüfek alarak dışarı çıktım. Maipo caddesi hiç bu kadar huzursuz edici bir sessizliğe bürünmemişti. Ölüm dolu caddede etrafımda cesetler olduğu halde ilerledim. Hırdavatçı dükkanına girdim. Herkes ölmüştü. Bu sırada birisinin bir yerlerde kapıyı yumrukladığını işittim. Bodrum kapısıydı. Dansa gitmesini istemediği için kuzenini kilitlemişti dükkan sahibi. Genç kız bu sayede hayatta kalmıştı. Kızı kurtarıp etrafını muşambalarla sardım ve onu da alıp eve döndüm.


Eve getirdiğim kızın adı Suzanna’ydı. Lucas ve Favalli’nin kıza bakışlarındaki değişikliği hemen fark ettim. Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm kitabında söyledikleri aklıma geldi. Salgın hastalık ya da savaş gibi ölümü yakın hissettiren ortamlarda insanlar genetik bir içgüdüyle genlerini aktarma hedefine yürümeye başlıyor ve normal sayılan ahlak gibi davranış paternlerini terk ediyordu. Ölüm korkusu insanı bir sağkalım makinesine dönüştürüyordu. İşte arkadaşlarımın bakışlarında bunu gördüm.  Dışarıdan erzak ve malzeme toplamamız gerekiyordu. Bu sefer Favalli giyinip dışarı çıktı. Bakkalın minibüsüne erzak yükleyip getirdi. Bir dahaki sefere Lucas ile çıktık. Canı sıkkın gibiydi. Favalli’ye güvenmediğini, bize ihtiyacı olmadığını söyledi. Çıkarken gizlice elbisemizde bir delik açarak bizi öldürmesinden korktuğunu itiraf etti. Onu susturdum ama benim de içimi kemiren şüpheler vardı. Arkadaşlık gibi kavramlar eski dünyada kalmıştı. Eczaneye girdim ve ilaçları çantama doldurmaya başladım. Dışarı çıktığımda Lucas yerde yatıyordu. Sırtından bıçaklanmıştı. Katil yakınlarda olmalıydı ama korkumdan arayamadım ve eve geri döndüm. Ben yokken radyoda dünyanın saldırıya uğradığı ve ABD, Rusya ve diğer süper güçlerle uzaylıların dünyayı paylaşmak için anlaştıkları açıklanmıştı. Güney Amerika uzaylılara hediye edilen bölge olmuştu. Bu üstün gücün karşısında Avrupalılara direnmeye çalışan İnka ya da Aztekler gibiydik. Favalli bu habere şaşırmamıştı.


“Şaşıracak bir şey yok. Uzaylılardan önce bizi sömürgeci ülkeler ve uluslararası şirketler istila etmiyor muydu? Onların ölümcül karları yağmadı mı üzerimize? Sefaletimiz, geri kalmışlığımız nedendi? Yaralı bir av gibiydik…bu sefer kan kokusunu uzaylılar aldı.”

Bazı ülkelerde direniş hareketleri başlamıştı. Uzaylı istilacıların amacının ne olduğunu bilmiyorduk. Bu sırada kapı yumruklanmaya başladı. Dışarıdaki paniklemiş biri, giysisinin yırtıldığını, içeri almamızı haykırıyordu.  Pencerenin önüne gelmesini istedik. Ateş açarak karşılık verdi. Biz de karşılık verdik. Lucas öldü. Bir karar vermemiz gerektiğini anladık. Daha fazla sayıda insan saldırabilirdi. Evden ayrılmalıydık. Aynı gece kamyonlar eve geldi. Dışarıdakiler istilacılara karşı savaşmak insana ihtiyaçları olduğunu, 3 dakika içerisinde dışarı çıkmazlarsa ateş açıp pencere camlarını kıracaklarını söyledi. Eşim Helene ve kızım Martha’yı evde bırakıp Favalli ile birlikte dışarı çıktık. Mahalleden toplanan diğer erkeklerle birlikte bir kamyona binip yola çıktık. Herkes korkmuş gözüküyor ve yeni şartlara adapte olmaya çalışıyordu, bense nihayet istilacılara karşı bir şeyler yapabilecek olmaktan memnundum.“


"Je decouvre que la haine dans l’action est horriblement gaie”.
"Eyleme dönüşmüş nefretin korkunç bir keyif verdiğini farkettim"

Merkezlerinde bize daha iyi izole edilmiş giysiler dağıtıldı. Ben askerden henüz döndüğüm için birliğin komutanı oldum. Diğerlerine ateş etmeyi öğretmem söylendi. Suzanne da evde kalmak yerine gelmeyi seçmişti.

“Suzanne…Je ne sais si elle est belle ou l aide, mais c’est une femme. Des yeux humides, une peau plain de promesses sous le tissu grossier. Et Helene? Comment puis-je regarder Suzanne comme ça?”

Askerlerden birisi sürekli notlar alıyordu. Adı Heriberto Mosca’ymış. Tarihçiydi. Gelecek nesillere olanları aktarmak gerektiğinden söz etti. Gelecek bir nesil olacağından emin değildim. Diğerlerine tüfeklerini nasıl dolduracaklarını gösterirken kumandan Yüzbaşı Piedras beni çağırttı. Favalli de bilim danışmanı olarak onun yanındaydı. General Paz caddesinde bilinmeyen bir kuvvet olduğunu anlattı. İki tane keşif ekibi gönderilmesine karşın hiçbiri dönmemiş. Daha fazla burada bekleyemeyeceğimizi, ilerlemek zorunda olduğumuzu söyledi. Teğmen Alonzo geri çekilip daha güçlü bir şekilde saldırabileceğimizi söyleyince bu intihar görevinden kurtulabilme umudu doğdu içime. Ama beklenmedik bir şey oldu. Kumandan silahını çekip Alonzo’yu vurdu. Tartışma değil, eylem zamanı dedi. Bir anda artık yeni teğmen ben olmuştum. Üçüncü keşif ekibi olarak General Paz caddesine doğru ilerlemeye başladık. Bir anlığına da olsa düşmanı gördük. İşte tüm bu dehşetin müsebbipleri nihayet karşımızdaydı. Heyecandan titriyordum. Onlar da bizi görmüştü. Hemen tankımızın arkasına kaçtık ama bir atışta tankı patlatıverdiler. Bizimkiler geriden hücuma başladı. Topçu ateşiyle lazerlerini etkisiz hale getirmek istiyorlardı ve başardılar. Işın silahları olmayınca uzaylıların dövüşemediği ortaya çıktı. Hepsini öldürdük. Tam zaferimizi kutlarken yeni bir uzaylı grup geldi. Franco ve Favalli sayesinde ele geçirdiğimiz ışın silahıyla yeni gelenleri de yok etmeyi başardık. Birden gözümüze güçsüz gözükmüşlerdi. Bu sırada Mosca uzaylıların reseptör organlarını gösterdi. Anlattığına göre bu organa gelen emirleri uygulayan robotlardan farksızdılar. Mosca sadece uşakları yendiğimizi söylüyor ve efendilerinin bu kadar kolay alt edilemeyeceğini düşünüyordu. Mosca notlarına devam etti. Bu mücadeleyi General La Paz Savaşı diye kaydetti defterine. İlerlemeye devam ettik. Her yer ölülerle kaplıydı. Yüz kadar adam tek başımıza direnmeye çalışıyorduk. Yolu yıkıntıların kapattığı bir noktaya geldiğimizde bir yan yol aradık. Belli ki şehir merkezine tanklarla ve ele geçirdiğimiz ışın silahlarıyla gelmemizi istemiyorlardı. Tankı stadın içinden geçirmeye karar verdik. Kumandan bana manevra sırasında tankı korumamı emretti. Aslında bunun tercümesi “Git bir bak bakalım seni öldürebilecek bir şey bulabilecek misin” idi. Tank stadın içine girdikten sonra uzaylıların saldırısına uğradık. Onları yenip hemen tankın yanına kaçacaktık ki, uzaylıların tankı ele geçirdiğini gördük.


Hikaye buradan sonra hızla ileri sarıyor sanki. Juan karakteri de hızlandığını söylüyor. Pek çok olay bir kaç karede özetlenerek geçiliyor.  Sanki çizgiromanı bitirmeleri gerektiğini, daha fazla devam edemeyeceklerini görmüşler gibi.

“River-plate’i ele geçirdikten sonra bir sıcaklık hissettim. Amaya ve Mosca ışınla vurulmuştu. Bulunduğumuz yer bir kraterin içi gibi ısınmıştı. Gökten muazzam büyüklükte korkunç bir uzay gemisi indi. İçinden çıkıp kabus gibi üzerimize saldıran askerler insandı ama uzaylı canavarlardan farksızdı. Durumumuz pek parlak gözükmüyordu. Sonra merkezlerini havaya uçurabilirsek onları yok edebileceğimizi düşündük. Ama uzaktan kumandalı bir uzaylıya esir düştük. Bizi de robot askerler haline getireceklerdi. Franko ustaca ellerinden kurtulmayı başardı ve uzaktan kumanda edilen uzaylıyı da alıp oradan kaçtık. Her yerde bizi arıyorlardı. Esir uzaylı konuşmaya başladı ve birazdan öleceğini söyledi. “Onlar” onun içine de bir korku kilidi yerleştirmişlerdi. Asla isyan edemiyorduk çünkü korkumuz bizi öldürüyordu.

Aynı mekanizma uzaylı uşağın içine de yerleştirilmişti. Kendi gezegeninden bahsetti. İki güneşleri varmış; barış ve güzellik içinde bir yermiş. Taa ki "onlar" gelene dek. Onlarla birlikte korku kilidi içlerine girivermiş. O da bizler gibi kozmik nefretin ve lanetli ırkın kurbanlardan biriydi. Uzun uğraşlar sonunda uzaylıların merkezini yok etmeyi başardık. Ailemin yanına döndüm. Şehirden uzaklaştık ve güvenli bölge yazan bir yere geldik. Ama tuzakmış, üzerimize ateş açtılar. Martha ve Helene’i saklayıp Franco ve Favalli’nin yanına dönecektim ama beklenmedik bir şey oldu. İkisini de insan robotlara çevirmişlerdi. Ailemin yanına döndüm ve uzay gemisine bindim. Çalıştırmaya uğraştım. Derken önce bir sessizlik oldu. Sonra sanki koca bir dağ patladı. Kendimi kaybettim.

“Tu as toute l’eternité pour les chercher. Tu seras une eternaute de plus, cherhant, cherchant toujours. Chacun a sa façon, nous sommes tous des eternautes…”

Gözlerimi açtığımda garip bir canlının önünde diz çökmüş halde tek başımaydım. Ailemi sordum. “Onlara seslenmen faydasız. Burada değiller. Ama onları tamamen kaybetmiş değilsin. Sonsuzluk içinde onları arayabilirsin. Sen de bir sonsuzluk yolcusu (eternot) olacaksın. Sürekli bir şeyleri arayan bir sonsuzluk yolcusu. Hepimiz öyleyiz.” Gerçekten de öyle oldu. Her yeri ve zamanı gezdim. Gittiğim her boyutta her dünyada ailemi haykırdım: "Helene, Martha..!" Ve işte sonunda buraya geldim. O sırada elimdeki gazetenin tarihi ilişti gözüme. 1969 yılındaydık. Anlattığım olaylar 1971 yılında olduğuna göre Martha ve Helene hala evde beni bekliyor olmalıydı. Dışarı çıktım.



Bu noktadan sonra anlatıcı senarist oluyor.

"Juan’ın peşinden gittim. .Evine gitti kapıyı açan eşiyle sohbet etmeye başladı. Helene onu bekliyor gibiydi. Sanki hiçbir şey olmamıştı. Ona seslendim ama eski hayatına dönmüştü artık ve olanları hatırlamıyordu. Beni tanımadı bile. Yoksa ben mi bir rüya görmüştüm. Senaristlerin hayal gücü uçar bazen, halüsinasyon görmüş olabileceğimi düşünüyordum ki hikayenin başında bahsettiği 3 arkadaşı misafirliğe geldiler. Evet, yaşadıklarım gerçekti. Sonsuzluk yolcusu bana iki sene sonra olacakları haber vermişti. Bunca dehşet ve ölüm hemen yanı başımızda gibiydi ama farkında değildik. Peki acaba olacakları engellemek mümkün müydü?

Mümkün mü?"


13 Nisan 2017 Perşembe

Mort Cinder - Babil Kulesi


MORT CINDER - LA TOUR DE BABEL
Mort ve Ezra antikacı dükkanında gelen eşyaları incelemektedir. Ezra tuğlalardan birinin değersiz olduğunu düşünüp tam atacakken Mort “Hayır, bu tuğla çok tarihi bir öneme sahip” der. Fırat (Euphrate) yakınlarındaki bir vadiden çıkan yeşil çamurdan yapılmış bir tuğla olduğunu söyler ve Babil kulesinin inşasında çalışan esirlerden biri olduğunu açıklayıp o günleri anlatmaya başlar. Her gün yüzlerce insanın sıcak ve kötü beslenmeden öldüğü zamanlardır. Bir gün cüzzamlılar gibi yüzünü saklayan biri gelir ve kölelere kendi ölümlerine giden yolu döşediklerini söyler. Mort ise kuleyi ilginç bulduğu için gençlik heyecanıyla itiraz eder. Yabancıdan yüzünü göstermesini ister. Karışıklık olur ve adam kaçar. Bu sırada kuleyi tasarlayan 3 şeften biri olan Merkin gelir. Ustabaşı köleleri kaytardıklarını öne sürerek kırbaçlamaya kalkar. Merkin, Mort’un yabancıya karşı kuleyi savunduğunu görmüştür. Engel olur ustabaşına ve Mort’u tuğlacılıktan alıp madene yerleştirir. Merkin bir çeşit simyacıdır. Ateşten eliyle maden çıkaracak kadar ustadır. İkinci şef Amur, altın çeneli bir adam. Matematik dehasıdır.  Üçüncü şef Rub’da ise nadir görülen bir körlük olduğu için gündüzleri göremez. Taşlardan mineral çıkarır. Bunlar fosforlu bir toza dönüştürülür. Soğuyunca taş bloklara dönüşür. Radyoaktif bir maddedir. Dokununca elektrik gibi çarpar. Ayrıca tünelde çalışanlarda gözleri ve deriyi etkileyen bir hastalık vardır. Mort, Merkin’in yardımcısı olarak Kral Nipal’in gelişinde bulunur ve gizli bir tünelde uzay gemisi gibi bir şey yapıldığını görür. Kral’ın geliş sebebi de bu uzay gemisinin son durumu hakkında bilgi almaktır. Ayın eski ismi Astarte’dir ve amaçlarının bu gemiyle oraya gitmek olduğu anlaşılır. Mort’u da gelmeyecek olan şeflerden birinin yerine yanlarına almayı planlamaktadırlar. Bu sırada cüzzamlıya benzeyen adam yine gelir, köleleri isyana teşvik eder. Köleler emir üzerine onu susturmak için taş atarak kovalamaya başlarlar. Oesterheld burada sağlam bir tespit yapar:

”Les esclaves trouvent toujours une pierre a jeter a quelqu’un qui est plus bas  qu’eux…”
“Kölelerin kendilerinden daha aşağı birisine atacak taşları her zaman vardır…”


Cüzzamlı görünümlü adamın kafasına taş gelince yere düşer. Ama birden Mort herkesi durdurur. Bir aydınlanma yaşar. Köleliğin acılarını düşünür. Diğerlerini kovalar. Adam onu gizli bir geçitten bir yere götürür. Tuhaf bitkiler ve asidik bir koku vardır girdikleri galeride. Cüzzamlı olmadığını ama yine de korkacağını söyleyerek yüzünü açar. Canavar gibi bir yüz ortaya çıkar. Bir çeşit uzay aracını göstererek uzaklardan geldiğini söyler. Ay'da yaşayan bir canlı grubundandır ve  insanların aya gitmesini engellemek için dünyaya gönderilmiştir. Ona aya gitmeleri için henüz erken olduğunu söyler. Bir cihazla aya bir ışık gönderir ve oradan da dünyaya bir ışık gönderilmesiyle her şey değişir. İnsanlar birbirini anlamamaya başlar. İletişim yetenekleri kaybolur. Uzaylı elini Mort’un alnına götürür ve kendisiyle ilgili anıları siler. Mort ayıldığında mağara boştur. Kule inşası durmuş, çalışan kalmamıştır. Merkin yerde öldürülmüş vaziyette yatmaktadır.

Mort Cinder - Ana Sayfa




4 Nisan 2017 Salı

Mort Cinder - Kurşun Gözlü Adamlar

MACERA ÖZETİ
Resmi olarak ikinci macera olarak gözükmesine karşın serinin temelinin atıldığı macera bu. Ezra Winston’la tanıştığımız ilk maceranın ardından (T0) bu uzun ve sürükleyici hikayede Mort Cinder ve hikayesi okuyucuyla buluşuyor.

Kılçık lakaplı yaşlı bir seyyar antikacı. Sıskalığından ötürü böyle diyorlar. Ölenlerin evinden eski eşyaları satın alıp antikacılara satarak yaşıyor. Bir gün Ezra Winston antikacı dükkanında işiyle meşgul olurken saati ilk kez durur. 9.30’u göstermektedir. Ezra bunun şaşkınlığını yaşarken Kılçık bir muska taşı getirip bırakır. Örümceğe benzeyen obje Mort Cinder asıldı yazan bir gazete kağıdına sarılı olarak getirilmiştir. Ezra ağırlığına bakarak meteorit olabileceğini düşünür. Masaya bırakınca elinde bir iz bıraktığını görür. Yıkar ama  çıkmaz. Yanık izi gibi olan izden bir türlü kurtulamaz. Belki de radyoaktif bir taştı diye düşünür. Sonra korkuyla zehirlenmiş olabileceği aklına gelir. Tam bu sırada merdivende ayak sesleri duyunca neden olduğunu bilmeden taşı saklar.

Üç adam Kılçığın niye geldiğini sorar. Neden olduğunu bilmeden yalan söyler. Karşısındaki adamların gözleri kurşuni yoğunluktadır. Adamlar bir şey demeden giderler. Ezra elindeki izin hala geçmediğini görünce panikler. Bir doktorun adresini bulur. Yola çıkar. Adresi bulamayınca bir polise adres sorar ve onunda yanağında elindeki örümcek izinden olduğunu görür. 3 kurşun bakışlı adamla karşılaşır. Bıçak çekerek üzerine yürürler. Hemen kaçar, gara girer. Biletçi saat 7.30 olmasına karşın birden 9.30 olduğunu söyler. Onda da örümcek izi olduğunu görür. Trenden inince birkaç yüz metre ilerideki Dr Lund’a gider. Durumu anlatır. Doktor muska taşını görmek ister. Ezra kurşun kutuyu çıkarıp açar ama içi boştur. O anda doktorun gözlüklerinde de örümcek izi çıkar. Ezra hızla dışarı kaçar. Delirmeye başladığını düşünür artık. Dükkanına gitmeye niyetlenir. Yolda rastladığı bir bebeğin elinde de aynı izi görünce çılgın gibi koşmaya başlar. Yolu mezarlığa çıkar. Birden tedirginliği gider, huzur bulur. Eline bakar, iz kaybolmuştur. Sanki herşey onu mezarlığa çekmek için meydana gelmiştir. Mezarlık bekçisi gelir.

“Mort Cinder için mi geldin” der. Bu arada mezarlığın kapısı gıcırdar, 

Üç kurşun gözlü adam girer. Ezra hemen saklanır. Adamlar Mort Cinder’in mezarına gider. Ellerindeki metal kazıkları çıkardıkları tabuta saplayacakken Ezra engellemesi gerektiği hissine kapılır. Adamlara toprak atar. Onlar da yine bıçaklarını çekerler. Ezra saklanır. Düşürdükleri demir kazığı ararlar, bir dalı demir zannederek alıp tabuta saplarlar. Ezra’nın kafasında cevapsız sorular uçuşur. Saat 9.30 olduğunda çanlar çalar. Tabutun kapağı oynar. Mort Cinder çıkar ve en yakındaki banka oturur. Ezra’nın şaşkın bakışlarına aldırmadan "yıldızlara aşağıdan bakmanın çok güzel olduğunu" söyler. Ezra kurşun gözlü adamları söyleyince hemen ayağa kalkar, kaybedecek vakit yok der ve tabuttan çıkış izlerini kapatmaya koyulur. Hayatını kurtardığı için ona borçlu olduğunu söyler.

Ezra Mort Cinder’i şu sözlerle tarif eder:  “Abime du temps, un abime insondable qui peut attirer avec une force irresistible.  

Birden Ezra ondan uzaklaşma ihtiyacı hisseder. Mort’tan saklanmaya çalışır ama Mort onu bulur hemen. Bu arada kurşun gözlü adamlar gelir ve kavga başlar. Mort cinder üçünü de haklar. Trene binerler ve Prof. Angus’un evine giderler. Kırsaldaki bir köy evi. Ezra’ya kimseye gözükmeden giren çıkanı gözetlemesini söyleyip ortadan kaybolur.


Sonra polis ve başka kurşun gözlü adamlar Ezra’yı yakalar ve hastane gibi bir yere götürür. Operasyon odasında tuhaf aletler ve tuhaf resimler vardır duvarlarda. Prof Angus gelir. Hayal gücü yüksek olanların hipnotizasyonu yani gözlerinin kurşunileşmesi daha kolay olur diyerek insanları beyin ameliyatı yaparak kontrol ettiğini anlatır. Ne isterse onu yapıyor ameliyat ettikleri.


Tam operasyon başlayacakken gürültüler duyulur. Mort, Ezra’yı kurtarır ama sıkışırlar. Mort "beni öldür canlı yakalanmamam lazım" der. Kovalayanlar canlı yakalayın diye bağırır. Ezra Mort’u bıçaklar. Bıçaklarken "sanki kendimi bıçaklar gibiydim" der. Ezra tam yakalanmışken dayandığı yer içe göçer. Açılan geçitten kaçıp Chelsea’deki dükkanına döner. Herşey bitmiş gibidir. Rutinine döner ama bir gün bir saatin akrep ve yelkovanı dönmeye başlar. Bir randevu saati daha mı? Gazetedeki yazıyı hatırlar: “Mort Cinder’i Mertonville’de astılar.” Sonra rüya gördüğünü anlar. Kafasından atmaya çalışır. Bu sırada kapı çalar. Gelen Kılçık’tır. Gazeteye sarılı bir masaüstü saati getirmiştir. Rüyasında gördüğü saatin aynısı. Saate dokunur dokunmaz çalışmaya başlar ve sanki kurulmuş gibi aniden durarak buluşma saatini gösterir. Etrafında beliren yazılar da buluşma yerini söyler. 


Ezra bu sefer bir bataklığa gider. Kurşun gözlüler yine peşindedir. Bataklıkta kara ağaç’ın yanında Mort Cinder yeniden dünyaya gelir.Tam bu sırada kurşun gözlüler etraflarını çevirir. Henüz kendine gelememiştir Mort. Ezra kontratak başlatarak Mort’a zaman kazandırır (“Un agresseur est toujours surpris lorsqu’il attaque). Sonrasınra beraber kaçarken  ormanda yine sıkışırlar. Ezra yakalanır. Onu bıraktığı için Mort’a kızar. Prof. Angus yine operasyon masasına alır. Amacının hem geçmişe hem de geleceğe hükmetmek olduğunu söyler. Mort bir yolunu bulup Ezra’yı yine kurtarır. Kurşun gözlü adamları da ameliyat edip normalleştirir. Hatta Prof Angus bile normale dönerek kendini ornitolojiye verir. Mort ve Ezra antikacı dükkanında birlikte çalışmaya başlarlar.

Mort Cinder - Ana Sayfa


Mort Cinder - Charlie'nin Annesi



MACERA ÖZETİ

“Limanları ve tren istasyonlarını seviyorum. İnsanların bir araya gelmesi, yolların ve yazgıların kesişmesi çok etkileyici.”

Mort Cinder’in yukarıdaki cümlesiyle başlayan maceranın ilk karesinde Ezra ve Mort Cinder bir tren istasyonundaki bankta yan yana oturmuş konuşmaktadır. Mort karşılarında oturan yaşlı kadının son tren de geçmesine rağmen hala bir şeyleri beklediğini söyler. Ezra ise kimsenin dikkatini çekmeyen şeyleri Mort’un nasıl olup da görebildiğine bir kez daha hayret ederek bakışlarını o yöne çevirir. İstasyon bekçisi yaşlı kadına çiçek vermektedir .Derken Mort’un yüzü değişir. Sanki bir şeyler hatırlamış gibi kalkıp kadının yanına gider ve Charlie Mc Larnin’in annesi olup olmadığını sorar? Evet, kadın Charlie’nin annesidir. Oğlunun savaşta öldüğüne inanmayan kadın hala onu beklemektedir. Onun kötü şeyler yaptığını söylediklerini ve bunların doğru olup olmadığını öğrenmek ister. Mort oğluyla aynı birlikte olduğunu, birkaç dakika beklerse her şeyin doğrusunu söyleyebilecek biriyle konuşacağını söyleyip kadının yanından ayrılır. Ezra’ya hiçbir şey söylemeden dosdoğru ağaçlık alana girer. Kara ağaçların arasında kaybolur. 


Ezra da hemen kalkıp merakla onu takip etmeye başlar. Birden etraf sislerle kaplanır. Mort’u gözden kaybedince Ezra koşmaya başlar sisin içinde. Aniden etrafı değişir, kendini bir cephede bulur ve hemen yere yatar. Her yandan kurşun ve bomba yağmaktadır. Yanında savaşan askerin Mort Cinder olduğunu görür. Mort, Ezra’nın kendisini  takip etmesine memnun olmaz, başının çaresine bakması gerektiğini söyler. Kadının oğlu Charlie, Çavuşla konuşmaktadır.Çavuş hemen gidip yardım getirmesini söyler ve Charlie cephe gerisinde gözden kaybolur. Cephede durum kötüye gitmektedir. Almanlar her saldırılarında biraz daha başarı kazanır. Tek umut Charlie’nin getireceği takviye kuvvetlerdir. Bir türlü beklenen destek gelmeyince Mort çavuşa gidip Charlie’yi kontrol edeceğini söyler. Ezra’yla beraber cephe gerisindeki karargaha giderler. Charlie’nin kendisini tek sağ kalan olarak tanıttığını, cephede herkesin öldüğünü söylediğini öğrenirler. Cephede yalnız kalan birliğe geri çekilmeleri gerektiğini haber vermek için yoğun bir topçu ateşi  altında zorlukla ilerlemeye çalışırlar. Bu sırada Mort vurulur. Gözlerini açtıında Ezra ile istasyonun ilerisindeki koruluktadırlar. 


Mort tam hatırlayamadığı için yaşananları kontrol ettiğini söyler. Charlie cepheye dönüp ölmekten korktuğu için tüm birlik cephede öldürülmüştür. Ezra “Annesine söyleyecek misin?” dediği sırada istasyon bekçisi ağaçların arasından çıkar ve “Hayır, söylemeyeceksin” der. Bekçi biraz yaklaşınca Mort onun Charlie olduğunu anlar, çökmüş, adeta yaşlı bir adam olup çıkmıştır. Hemen tanıyamamasını doğal karşılayan bekçi şu sözlerle giriş yapar: “Geleli çok oldu. Senin gibi annem de beni tanımadı. Ayrılırken çocuk sayılırdım, savaş yapacağını yaptı bana. Savaş ve vicdanım.”  Bekçi ıstırap içindedir. “Her gün buraya geliyor ama ona söyleyemiyorum. Kollarına atılamıyorum. Birisi ona arkadaşlarıma ihanet ettiğimi söylemiş.” der. Mort ona gerçeği açıklaması gerektiğini söyler ve gidip yaşlı kadının yanına oturur. Bir şeyler anlatır. Anne ağlamaya başlar. Mort Ezra ve Charlie’nin yanına döner. “Annen seni bekliyor Charlie” der. Ezra meraklanmıştır: “Ne dedin ona” diye sorunca Mort cevap verir: “Gerçeği Ezra. Hiçbir anne oğlunun kahramanlıklarıyla ilgilenmez.”.

Son karede Mort adamı suçlamadığını söyler.  "Charlie o savaşta 19 yaşında bile değildi” der. Ezra ise uzaklaşan anne ve oğlunun arkasından bakarken düşüncelere dalar. Kendi kaybettiği annesine karşı yüreğine pişmanlık dolar.

Mort Cinder - Ana Sayfa

30 Mart 2017 Perşembe

MORT CINDER - OESTERHELD / BRECCIA

Senarist:              Hector German Osterheld
Çizer:                    Alberto Breccia

(1962-1964)

GİRİŞ
Mort Cinder iki büyük sanatçının ortaklaşa var ettiği, dünya çizgiroman tarihinin efsanevi eserlerinden biri. Toplamda 10 maceradan oluşuyor. Vertige yayıncılığın Fransızca integral edisyonunun birinci cildinde ilk iki macera var, ikinci ciltte ise kalan 8 macerayı okuyorsunuz. Mort Cinder ile Ezra Winston tanışmasını da içeren ve seriye tam olarak giriş yapılan ilk macera olan Kurşun Gözlü Adamlar’da gizem ve aksiyon ön plana çıkarken, son 8 macerada diyalogların ve tarihsel perspektifin ciddi bir ağırlığı hissediliyor.  

Özellikle Kurşun Gözlü Adamlar macerasından sonra hikaye daha felsefi ve dingin bir hal alıyor. Bu macera serinin bir nevi orjin hikayesi ve 80 sayfa sürüyor. Bu sayfaları iki kısma ayırabiliriz. Ezra’nın arka arkaya meydana gelen ezoterik olaylar sonucu ne olduğunu şaşırması ve Mort Cinder’le buluşmasına kadar geçen kısım. Son derece akıcı ve merak duygusunun hakim olduğu sayfalar. Sonrasında ise kovalamacanın çok olduğu, ikisinin ekip olarak Prof. Angus’a karşı mücadelelerini anlatan, aksiyonlu ikinci kısım başlıyor.

İleride Oesterheld ve Breccia’dan ayrı başlıklarda genel olarak bahsetmeyi istediğim için burada Mort Cinder özelinde kalarak yazıyı fazla şişirmeyeceğim. Ayrıca maceraların konusunu tek tek yeni mesajlarla kayda geçirmeyi planlıyorum. Dolayısıyla maceraların ayrıntıları burada değil, sonraki mesajlarda okunabilir.   


YAYIN HİKAYESİ
İlk kez 1962 yılında Arjantin’deki Misterix dergisinde yayınlandı. Aslında başlangıcı Temmuz ayında yapılmıştı. Bu kısa hikayenin ismi Antikacı Ezra Winston idi. Fakat o kısım kısa bir giriş olarak kaldı ve Mort Cinder Ağustos ayına kadar gözükmedi. 10 hikayenin yayınlandığı seri 1964 yılına kadar yayınına devam etti. Mort Cinder’in niye hikayeye epey sonra dahil olduğu ve bilhassa gereksiz gibi görünen bu girişe neden gerek duyulduğu konusu kafamda minik bir soru işareti yaratmıştı fakat sonradan bunun sebebini araştırınca bizzat “El Viejo”  (İhtiyar) olarak anılan Breccia’nın açıklamasıyla konu çözüldü. İleride bu konuya da değineceğim. 

OESTERHELD, MORT CINDER’İ ANLATIYOR
Fransızca edisyonun arka kapağındaki Oesterheld yazısını buraya alıp sözü ona bırakmak en iyisi:

Mort Cinder maceraları hep antikacı Ezra’nın dükkanına yeni bir eşya gelmesiyle başlar. Her eski eşyanın geçmişle dolu olduğu düşüncesi beni hep etkilemiştir…Bana ya da bir başkasına ait olmayan eski eşyalara karşı bir yakınlık duyuyorum. Mort Cinder ölü kalamayan bir kahraman. Ölüyor ama yeniden canlanıyor. Istırap ve acıyla dolu bir varoluş. Kim bilir belki bu durum kendi içimde yaşadığım bir ruh halinin karşılığıdır. Ama eserdeki atmosferin büyük oranda Breccia’dan kaynaklandığını söylemeliyim. Onun çizimleriyle dördüncü bir boyuta açılıyor insan. Okurun kafasında bir şeyler uyandırıyor. Onun çizdiklerini tanıdığım diğer çizerlerinkinden hemen ayırt edebiliyorum. İşte tam da bu özelliğiyle çok değerli bir çizer ve benim gibi senaristlerin de hayal gücünü kışkırtıyor.    


Yazar Carlos Sampayo ise eserin 2000 yılı edisyonuna yazdığı giriş yazısında 1972 yılında Oesterheld’in eserlerindeki karakterler hakkında önemli bilgiler verdiği birkaç paragrafı alıntılıyor. Buraya da almakta fayda var:

“Eski şeyler, etraflarını çeviren yaşamın izlerini taşır içlerinde. Ama bunları çoğu insan algılayamaz, hissedemez; oysa yaşanmış ıstıraplar gibi görünmeyen duygusallıklar da fosilleşir eski eşyalarda. Ben bunu anlayabilen insanlardan biri olduğumu düşünüyorum; antikacılığa ve hangi din olursa olsun kutsal mabetlere merakım da buradan geliyor. Mesela bir kutsal mabedin duvarlarını düşünün: ne çok dua, ne çok umut, ne çok ıstırap, ne çok acı saklıdır o duvarlarda. Aynı şey silahlar için de geçerli; sebep oldukları ölümlerin izleri işlemiştir mutlaka tüm silahların dokusuna. Bu açıdan bakıldığında Mort Cinder geçmişin izlerini herhangi bir eşyadan çok daha fazla taşıyor. Belki de cansız nesnelerde saklı geçmişin vücut bulmuş hali. “Belki” diyorum çünkü onunla uzun zaman geçirmiş ben bile Mort Cinder’in tam olarak kim olduğunu bilmiyorum”. 


Sampayo, ustalar ustası olarak andığı Breccia’nın çizimleriyle ilgili şu tespiti yapıyor: “Kontrast ışık kullanımıyla atmosferi yaratarak gündelik hayatımıza hakim geometrik konformizm’den ve kesinlik algısından zihinlerimizi kurtarıyor.”

Eserin yaratıcılarına göre hikayenin yaratılmasında Simone de Beauvoir’ın meşhur bir karakteri etkili olmuş. Romanın ismini vermemişler ama muhtemelen “Tous les Hommes son Mortels“ (1946) olması gerektiğini düşünüyorum.


BRECCIA ÇİZİMLERİ 
Breccia, Mort Cinder’i eşi yan odada ölüm döşeğindeyken resimliyor. Ailenin geçimini sağlamak zorunda. Kafa hayli dumanlı muhtemelen. Yeni şeyler denediği ve kendi stilini bulduğu bir dönem. Duygu hallerinin yansıtılmasının daha ön planda olduğu ekspresyonizmin çizgiromandaki temsilcisi olarak anılıyor. Yeni teknikler denemekten usanmayan bir sanatçı. Mort Cinder’de simsiyah bir yüze bıçakla kazıma uygulayarak beyaz alanlar yaratmak suretiyle istediği ifadeye kontrastlar yaratarak ulaşacak kadar yenilikçi. Bu işlemde bazen parmağını, ya da elini de kullanıyor. Bir söyleşisinde bu konuda şunları söyler: “Eğer bir bisiklet gidonunu ya da çekici kullanmam gerektiğini hissedersem onları da kullanırım. Sadece kalemle çizmenin istediğim etkiyi yaratabilmek için en iyi yöntem olmayabileceğini biliyorum artık.”


Mort Cinder’de resimleme siyah beyaz. Kirli bir görüntü göze çarpıyor hemen. Gölgeler, çizgiler, yarım kalmış gibi gözüken desenler dolduruyor bazen kareleri.  İlk bakışta bir bulamaç gibi gözüken bu kirli tarzın sayfalar ilerledikçe bilinçli bir tercih olduğu anlaşılıyor. Çizgiroman ressamı sıfatını sonuna kadar hak eden isimlerden biri Breccia. Tarzı okuyucu için kolay değil. Ama yormuyor da. Biraz yabancılık hissi verse de dozunda bırakıyor. Eşlik ettiği hikayeyi unutturmuyor, tam tersine hikayelerde ağırlığı hissedilen gizem duygusunu katmerlendiriyor. Aynavari, birebir gerçeği yansıtmanın ilerisinde başlıyor ustalığı. Maddenin ötesini hissettiriyor okuyucuya. Kişiliği olan çizimler bunlar. İçine girdiğiniz siyah-beyaz dünyanın yer yer Rorschach etkisi yarattığı da söylenebilir. Gördüğünüzü anlıyorsunuz ama hep bir soru işareti kalıyor. Mantığınızla dokunamadığınız belirsiz köşeler kalıyor çizimlerde. Saldırgan bir davetkarlığı var barındırdığı kontrastların. Bunlar hayal gücünüzü oyuna katılmaya çağıran çığlıklar gibi resimlerin içinden size sesleniyorlar. Boşlukları siz dolduruyorsunuz. Aslında Breccia ucu açık bir resimleme üslubu kullanarak okuruyla diyaloğa giriyor belki de. Başarıyor da. Jorge Gonzalez verdiği bir röportajda Arjantin’de ÇR’ı Mort Cinder öncesi ve sonrası diye ikiye ayırır. Belki de maceradan ziyade duygu arayan okuyuculardan olduğum için Breccia bana hitap etti. Yadırgamadım, hatta daha fazla okumak istedim.

Breccia, Mort Cinder’in yardımcısı olan Ezra Winston karakterini kendisini temel alarak çizer. Mort Cinder’i ise Horacio Lalia isimli bir arkadaşından esinlenerek yarattığı söylenir. Fakat bu yaratma süreci birkaç başlık aşağıda değinildiği üzere sancılıdır. Belki de sonunda pes etti ve yakınındaki yüzlerden birini temel aldı.

HİKAYE
Hem Oesterheld hem de Breccia çizdikleri dergilerdeki yüzeysel basit mevzulardan sıkılan sanatçılar. Hora Cero’da ağır mevzulara girme fırsatını buluyorlar. Yayınlandığı dönem baskı ortamı olduğu için mecaz kullanımı sık başvurulan bir yol. İşte bu ortamda Oesterheld Mort Cinder’i yazıyor. Mort Cinder, antik Mısır’dan günümüze kadar tüm çağları yaşamış bir ölümsüz. Aslında ölebiliyor ama sonrasında yeniden canlanıyor. Ezra’nın sayesinde Kurşun Gözlü Adamlar ve patronları Prof. Angus’tan kurtulduktan sonra Ezra ile antikacı dükkanında yaşamaya başlıyor. Dükkana gelen antik parçaları gördükçe geçmişe dönüyor ve yaşadıklarını Ezra’yla paylaşıyor. Genel konu bu.

Oesterheld senaryolarında gizemli bir baş karakterin yanına Dr. Watson benzeri bir yardımcı karakter eklemeyi seven bir yazar. Mesela Hora Cero dergisinde yayınladığı Sherlock Time serisinde yan karakter olarak Julio Moon’u koyar . Mort Cinder’de ise bu karakter Ezra Winston olur.


GÜNCEL BAKIŞ AÇISIYLA
Kabul edelim ki hikayeler günümüz için çok özgün sayılmaz. Mesela Shawshank Redemption seyretmiş bir insan için hapishanede geçen iki hikayenin senaryoları zayıf kalacaktır. Yine Ay Işığı macerası korku meraklısı olmayanlara dahi çok basit gelebilir. 300 Spartalı’dan sonra Thermophyles hikayesi gereksiz bir tekrar sayılabilir. Dolayısıyla bu hikayelerin sadece çizgiromana ya da resme meraklı, hikayenin çizimlerle bütünlüğündeki şiirsel anlatımın tadını çıkarabilecek insanlara hitap edebileceklerini söylemek yanlış olmaz. Yılların senaryo kısmını, çizimlere kıyasla daha fazla yıprattığını düşünüyorum. Fakat diyalogların bilhassa üçüncü hikayeden sonra geliştiğini de eklemeliyim. Günümüz çizgiromanlarında da çok yaygın bir eksiklik diyalogların zayıflığı. Bu açıdan güncelden bir eksiği yok ve yer yer fazlası var diyebiliriz.


Laura Vasquez’e göre ölümsüz Mort Cinder karakteri Borges’in 1947 yılında basılan El Inmortal’ını (The Immortal) anımsatıyor. Ölümsüzlük temasını eserlerinde sık sık işleyen Borges bu kitapta ölümsüzlükle baş etmeye çalışan bir adamın hikayesini anlatır.

Antik çağ filozoflarından sonra Nietzsche ve Schopenhauer gibi daha güncel filozofların da üzerinde durduğu “Ebedi Doğum” kavramı da zamanın lineer değil döngüsel bir kavram olduğunun altını çizer (Arrival filmini hatırlamamak elde mi?). Mort Cinder’in şekillendirilmesinde ve fikri alt yapısında bunların da bir nebze dolaylı katkısı olabileceği bir kenara not olarak düşülmeli.  


MORT CINDER HİKAYE'YE NİYE GEÇ DAHİL OLDU?
Bunun cevabını Breccia’dan dinleyelim:
“Mesele şu ki, karakterin görünüşünü yaratmam zor oldu. Mort Cinder’in yüzünü bir türlü istediğim gibi şekillendiremiyordum. Oesterheld’in hikayesini okuyup bir şeyler çizmeye çalışıp durdum. Aslında aklıma birçok yüz geliyordu ama bunlar canavarsı yüzlerdi ve Mort Cinder’e yakıştıramıyordum. Zaman böyle geçti ve artık ilk hikayeye başlanması gerekiyordu ama ben bir türlü Mort Cinder’e uygun bir yüz bulamıyordum. Çaresiz Oesterheld’i aradım ve şöyle dedim:

'Önemli bir şey söyleyeceğim. Mort Cinder’in hemen ortaya çıkmaması için bir formül bulman lazım. Yüzünü biraz daha düşünmem için zaman kazandırman gerekiyor.'
Bunun üzerine Oesterheld senaryo üzerinde oynadı ve Mort Cinder’in ortaya çıkışını erteledi. Dikkat ederseniz ikinci kısımda da Mort Cinder’le karşılaşma hemen olmaz. Tam mezardan çıkıp okuyucuya ilk kez gözükeceği sahnede nihayet artık kafamdaki yüzü bulmuştum.”

(Alberto Breccia, “Ombres et lumieres”, Vertige Graphic, 1992)


Mort Cinder’in Fransızca üç edisyonu yayınlandı.
1974      Mort Cinder T1                 Serg                       81 sayfa
Anlaşılan o ki devamı gelmiyor ve bayrağı epey sonra olsa da Glenat devralıyor.
,
1982      Mort Cinder T2                 Glenat                  58s
1983      Mort Cinder T3                 Glenat                  62s

1999      Mort Cinder INT1            Vertige                 82s
2000      Mort Cinder INT2            Vertige                 110s      

2016      Mort Cinder INT              Rackham             264s

MACERA LİSTESİ
İspanyolca, Fransızca ve Türkçe

İSPANYOLCA
0. Ezra Winston, el antiquario (1962) Prologue
1. Los ojos de plomo (1962)
2. La madre de Charlie (1962)
3. La torre de Babel (1962–63)
4. En la penitenciaria: Marlin
5. En la penitenciaria: El Frate (1963)
6. Sacrificio a la luna (El vitral) (1963)
7. La goleta de los esclavos (1963)
8. La tumba de Lisis (1963)
9. La batalla de las Termopilas (1963–64)

FRANSIZCA
Ezra Winston, l’antiquaire
Les yeux de plomb
La mère de Charlie
La tour de Babel
Le pénitencier Martin
Le moine
Le tombeau de lisis
L’esclave
Lumière de lune
Les thermopyles

TÜRKÇE
Antikacı Ezra Winston
Kurşun Gözlü Adamlar
Charlie’nin Annesi
Babil Kulesi
Mahkum Martin
Mahkum Rahip
İsis’in Mezarı
Köle
Ay Işığı
Termofili Savaşı
                                   
        Sonraki mesajlarda tek tek maceralardan bahsedeceğim. 

Macera 1 - Kurşun Gözlü Adamlar
Macera 2 - Charlie'nin Annesi
Macera 3 - Babil Kulesi
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...