6 Eylül 2018 Perşembe

"Judge Roy Bean" (Kanunun Bekçisi) Film İncelemesi (1972)

TRT, Amerikalılara karşı iktidarın görünüşteki öfkesine selam çakmak için bir Pazar sabahı klasiği olan Western kuşağını bunca yıl sonra kaldırarak bir kez daha yönetimine hakim zeka ve kültür seviyesini yansıtırken, Kuzey Kalesi’nde kovboy filmlerinden bahsetmeye devam ediyoruz.

Roy Bean (Paul Newman) isimli bir kanun kaçağı Teksas’ın batısındaki Vinegaroon kasabasına gelir. Barda üstüne saldırıp hastanelik edenlerden Meksikalı Maria Elena (Victoria Principal) sayesinde kurtulur ve hepsini öldürerek intikamını aldıktan sonra kendini kasabanın yargıcı ilan eder. Yine bir grup kanun kaçağını da şerif ve yardımcıları olarak yanına aldıktan sonra kendi kanunlarını uygulamaya başlarlar.

Yargıç Roy Bean gerçek bir tarihi karakter. Acayip maceralı bir hayatı var. Filmde sürekli boynunu yana eğik tutan bir adam olarak resemdilmesinin sebebi gerçek hayatta asıldıktan sonra ipin kopmasıyla kurtulması ama bu arada boynunu incitmiş olması. Daha önce başka dizilere ve filmlere de konu olmuş bir isim.

Yönetmen John Huston. “Zafere kaçış” olarak bilinen “Victory”den “Maltese Falcon”a, “African Queen”den “The Treasure of Sierra Madre”ye yığınla harika filme imza atmış bir yönetmen, senarist, oyuncu.

Senaryo John Milius’a ait. Filmin yapımında bulunmasına karşın Huston’ın senaryosunu berbat ettiğini düşünerek ilerki yıllarda yönetmenliğe adım atıyor ve iyi de yapıyor çünkü “Red Dawn” ve “Big Wednesday” gibi iki çok sevdiğim filmin yönetmeni oluyor. Dahası “Conan the Barbarian” gibi muhteşem bir filmin de hem yönetmeni hem de Oliver Stone ile beraber senaristi.           

Oyuncu kadrosu çok zengin. Başrolde Paul Newman var. Epey kovboy filmini seyretmişimdir Newman'ın, burada da kalitesini konuşturuyor. Rahip rolünde Anthony Perkins, Maria Elena rolünde “Dallas”ın Pamela’sı Victoria Principal, Bad Bob rolünde Mike Hammer’dan hatırlanacak Stacey Keach, Avukat rolünde Roddy MacDowell, Yargıcın kızı rolünde hemen  “Class" filmini aklıma getiren Fransız güzeli Jacqueline Bisset, yargıcın platonik aşkı Lily Langtry rolünde de tüm ihtişamıyla Ava Gardner. Ayrıca Grizzly Adams rolünü yönetmen John Huston oynamış. 

Yargıç Roy Bean “Super” filmindeki gibi Tanrı’nın kendisini görevlendirdiğini düşünüyor. Filmde en sinsi kötünün kasabaya gelen avukat olması ve kanunların oyuncaklaştırılması Better Call Saul’u düşündürdü. Petrol kuyularının beladan başka bir şey getirmemesi ve değişimin dönüştürücü etkisi gibi alt metinler de yok değildi. Ayıyı adeta evlat edinmeleri ve köpek gibi yanlarında taşımaları güzeldi. 

John Huston

Film bir Western fantazisi. Farce dedikleri tarza yakın.Gerçekçilik kaygısı yok. Özellikle kara komedi ve absürd komedi şeklinde bir mizah hakim. Yer yer parodileşiyor. Bazen taşlamaya kaçıyor. Mesela "Bad Boy" karakterinin albino olması beyazların genelde masum ve iyi olarak resmedildiği klasik Western dönemine alaycı bir bakış olabilir. Yine Maria'nın yağ tulumu bir beyaz kadını yıkadığı sahnenin beyaz efendilerin hizmetindeki Meksikalıları temsil etmesi muhtemel. 

Kadrosunun müthiş zenginliğine karşın açıkçası pek bana göre değildi, tekrar seyredeceğimi sanmam. Kirk Douglas’ın “Cactus Jack” (The Villain) isimli bir kovboy komedisi vardı, onun gibi sevdiğim bir film olmadı. Fazla absürde kaçan filmlerden tad alamıyorum. 

Filmde Bad Bob diye bir kötü adamın kasabaya girdiğini duyunca herkes kaçışır, cenaze levazımatçıları canlı canlı tabutların içine saklanır. Günümüz Türkiye’sinde korkudan ölü taklidi yapıp hiçbir konuda iki kelime edemeyen yığınla insana uygun bir alegori olarak zihnimde yer eden bir sahneydi. Korkudan canlı canlı tabuta girenin üstüne çivi çakan çok olur. Bu da bir Rusenski sözü  olarak kayıtlara geçsin :)

John Milius


















































Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

5 Eylül 2018 Çarşamba

"Primer" (Kapsül) Film İncelemesi (2004)

Aaron (Shane Carruth) ve Abe (David Sullivan) isimli iki mühendis işten kalan vakitlerinde garajda nesnelerin ağırlığını azaltacak bir sistem üzerinde çalışırken zamanı manipüle edebildikleri farklı bir buluşa imza atıyor ve hayatları karman çorman oluyor.  

Film bir Shane Carruth şovu diyebiliriz. Senaryo, müzikler, başrol, yönetmenlik hepsi onda. Adam matematik ve mühendislik eğitimi almış. Ondan mıdır bilmem ama filmin bana göre aşırı teknik bir dili var. Bunu gerçekçilik düzeyini arttırmak için tercih etmiş olabilir belki fakat beni sıktı. Mesela “Arrival” filminde de linguistik açıdan teknik kısımlar vardı ama bu kadar bunaltıcı değildi ve daha anlaşılırdı.   

Filmi seyredeli 2-3 ay oldu aslında ama bu hafta “The Dead Past” isimli bir Isaac Asimov hikayesi okuyunca aklıma geldi, yazayım dedim. Hikayede Dr. Potterley Kartaca üzerine çalışmaktadır ve gerçekleri öğrenmek için sadece devletin izniyle kullanılabilen “kronoskop” isimli cihazın bekleme listesine adını yazdırır. O dönem kolonoskopi gibi kronoskopi sırası varmış demek ki :) Bir türlü sıra gelmeyince üniversiteye yeni gelen fizikçi Dr. Foster’ı garajında kronoskop yapmaya ikna eder. İkilinin maceraları yanında psikolojik öğelerle de süslenmiş bir macera. Sonunda hükümetin ajanı aslında bekleme listesinin falan yalan olduğunu, böyle bir aletin yaygın kullanımına izin veremeyeceklerini, yoksa hayatın bir kaosa dönüşeceğini ve mahremiyet diye bir şeyin kalmayacağını anlatır ama ikili şişeden çıkan cin misali bulgularını çeşitli kanallardan herkesle paylaşmıştır bile.

Bu filmde de olan bu aslında. “The Box” dedikleri aleti kullanmaya başladıktan sonra ikilinin hayatları kaosa dönüşüyor. Bir şeyleri engellemek için geçmişe dönüşler çakışmalar yaratıyor. Üç gün sonraki sen ile bugünkü senin, 2 ay sonraki sen ile 1 hafta önceki senin ortalıkta dolaşmasıyla her şey arap saçına dönüyor. 

 “Zamanda Yolculuk” temalı filmlerde macera, romantizm ve felsefenin bir arada götürülmesinden yanayım. Mesela H. G. Wells’in “ Time Machine” kitabı da filmleri de bunu başarabiliyordu. “Back to the Future” daha eğlenceli bir film olarak komediyi macerayla birlikte gayet iyi kullanıyordu.

Bu film aşırı matematiksel geldi bana. Bir tatsızlık var. Psödobelgesel gibi bir dil, kurgu ve akış. Tekrarlar ve kördüğümleşme, zamanda yolculuktan ziyade bir grup arkadaşın bir kuyruklu yıldızın geçmesiyle tuhaf olaylar yaşadığı “Coherence” ve batan yatlarının ardından sığındıkları gemide daha büyük bir tehlikenin kucağına düşen “Triangle” filmlerini hatırlattı. Düşündürmekten çok bir kısır döngü, bir çözümsüzlük, bir sıkışma hissi yaratıyor. Peki yeni bir şey getiriyor mu? Bence hayır. Ama çoğu konuşmayı anlayabildiğimi de söyleyemem.   

Causality, singularity, zaman paradoksları, fenomenoloji gibi alanlara ilgi duyanların hoşuna gidebilir. Ama bu kavramlara aşina değilseniz bu filmden sonra merak etmek yerine daha da uzak durabilirsiniz.












Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...