Çizgiromana ilgisi
olanlar belki hatırlayabilir.
Will
Eisner’in
Minor Miracles (2000)
isimli bir
grafik romanı vardır. En
sevdiğim albümlerinden birisidir. Aklıma gelmişken yakında ondan da bahsedeyim.
Bu albümdeki
"New Kid on the Block" hikayesi
çok benzer bir durumu anlatır. Mahalleye aniden bir genç adam gelir. Korktuğunda
ya da bir kötülükle karşılaştığında hemen ağlayıp koşarak uzaklaşır, bunun
dışında konuştuğu insanlara mutluluk
aşılar. Çocuğun gelişiyle mahallenin çilekeş insanlarının çehresi çiçekli bir
hal alır. Herkesin hayatı eskisinden daha mutlu olur. Fakat sonrasında toplumun zaptedilmez kötülüğü rahat durmaz, çocuğu kaçırır ve o gittikten
sonra evlerde alışılan kavga dövüşler duyulmaya başlanır. İşte bu filmde de
çok benzer bir konu var.
Fransızca olan filmde
Mondo
isimli sokak çocuğunun, aniden ortaya çıktığı
Nice şehri sokaklarında karşılaştığı insanlarla ilişkileri anlatılıyor.
Çocuğun bir ailesi, hatta geçmişi yok gibi. Sadece yüzünde geniş ve samimi bir
gülümsemeyle insanlarla sohbet edip vakit geçirmeyi seviyor. Özellikle
devlet kurumlarını gördüğü anda, belediye işçisi görmüş köpekler gibi ortadan
kayboluveriyor. Film boyunca sanki Mondo kamera oluyor ve bize
karşılaştığı insanların ve yaşadığı sokakların şiirsel bir panoramasını veriyor.
Ona iyi yaklaşan insanların hayatlarında olumlu değişimlere sebep olurken
bilhassa sistemde iyi yer kapmış olanlarda ve devlet kurumlarında çalışanlarda hakim
olan duygusuz ve ilgisiz iklim dikkati çekiyor. Mondo, sokaklarda yaşayan sahne yüzü
görmemiş bir şarkı gibi, bedava olmasına karşın kimsenin dokunmaya cesaret edemediği
bir duygu gibi ortalıkta dolanıp duruyor. Gündelik hayatın aktığı caddelerin umursamaz aceleciliği sık
yinelenen bir nakarat gibi sahnelerin arasına serpiştirilmiş.
Yönetmen Tony Gatlif
çingene asıllı bir Fransız. Cezayir doğumlu. Filmlerinde genelde çingene
yaşamını ve toplumun dışında kalanları konu alan bir sanatçı. Mondo rolünü
oynayan Ovidiu Balan müthiş.
Oyunculuk eğitimi falan yok. Acaba şimdi ne yapıyordur?
Senaryo, Nobel
ödüllü (2008) Fransız yazar Le Clezio’nun
aynı adlı bir hikayesinden uyarlama. Hikaye 75 sayfa civarında. Bir gün vaktim olursa ondan da ayrıca bahsederim.
|
Yönetmen Tony Gatlif |
Tıpkı Eisner’in ÇR’ındaki
gibi, Mondo bir karakterden ziyade toplum içinde kapı kapı gezerek kalacak
uygun yer arayan bir duygu hali olarak
düşünülebilir. Kavga ve kabalığın panzehiri bir duygu paketi. Husumetin ve düşmanlığın
olduğu yerde yaşayamayan saf ve sevgi dolu bir varoluş. Zamanın adetlerinden
bağımsız. Yanıbaşınızda gezinip duruyor ama yok sayıyorsunuz. Onunla
arkadaş gözükmenin sizi kahpe kalabalığın gözünde kötü göstereceğini
düşünüyorsunuz. Zamanın zebanilerine yaranma yarışında en ufak bir doğallığa
tahammülünüz yok. Her rastlayışınızda görmezden gelip yürüyüp gidiyor, sonra da
hayatınızın ne kadar sıkıcı olduğundan her fırsatta şikayet ediyorsunuz. Mondo
ancak günlük koşturmacaların işgalindeki hayata dahil olmayan, sistemin tasma
geçiremediği insanların yanında nefeslenebiliyor. Onun olmadığı bir dünyada ekmekler bile yanık çıkıyor. Zaten şairin dediği gibi "önce ekmekler bozulurdu" değil mi?
Balık tutan adamın taşların üzerine harfleri yazarak okuma
yazma öğretmesi, Ti-Chin (Pierette Pesch) isimli Vietnam'dan gelen yalnız kadınla kurduğu sevgi dolu ilişki, göçmen
ailenin tüm yoksulluklarına rağmen neşeli ve paylaşımcı profili, Dadi'yle (Jerry Smith) olan arkadaşlığı, fırıncı
kadının sabah verdiği bir dilim ekmek, karaya vurmuş bir sandıktan topladığı
portakalları sevdiği insanlara dağıtması ve daha birçok duygulu sahne var. Hele postacıyı gördüğünde "bana bir şey var mı?" diye sorması
yok mu :) Tekrar seyredebileceğim bir film olarak kayıtlarıma geçti.
Mondo’yu ve
arkadaşlarını sevdim.
Bir gün dolaşırken Mondo balık tutan bir adamla karşılaşır.
Adama işini sorar. Yanıt anlamlıdır:
“Je suis marin sans
bateau”
Bu cevabı duyduğumda nedense Coleridge’in
“The Rime of the Ancient Mariner” şiirinin unutulmaz iki mısrası geldi aklıma
hemen:
“…As idle as a painted
ship on a painted ocean”
İşte Mondo tam da böyle bir film:
“A good feeling as idle as a
painted child on a painted street”