2 Mayıs 2017 Salı

El Eternauta (Eternaute) (1) - Sonsuzluk Yolcusu













EL ETERNAUTA (1)
Sonsuzluk Yolcusu, Oesterheld'in bir şaheseri. Breccia gibi bir ustayla yakaladığı uyumun zirvelerinden birisi. Bu konudaki yazıyı uzun olacağı için iki parçaya bölmeyi düşünüyorum. Eserle ilgili bilgileri ve yorumları bir sonraki yazıya saklarken, burada çizgiromanın hikayesini detaylı bir şekilde baştan sona özetleyeceğim. 

SONSUZLUK YOLCUSU
“Les etoiles sont loin. Au chaud. Mes livres. Ma solitude.”

"Yıldızlar ne kadar uzakta. İçerisi sıcak. Kitaplarım ve yalnızlığımla başbaşayım." 

Giriş sahnesi harika. Dışarıda kar yağıyor. Evinin güvenlikli ortamında macera hikayeleri kaleme alan bir yazar masasında çalışmakta. Duvardaki Mort Cinder posteri ile Oesterheld okuyucusuna adeta göz kırpıyor.


Birden adamın karşısındaki sandalye sanki birisi oturuyor gibi gıcırdar. Bulanık bir görüntü belirir. Yavaş yavaş netleşir ve cisimleşir. Bakışları delip geçen bir adam durmaktadır yazarın karşısında. Ona baktığında hayretle karışık bir huzur kaplar içini. Yabancı ona ne iş yaptığını sorar. Çizgiroman senaristi olduğunu öğrenir. Kendisini sonsuzluk yolcusu (eternot) olarak tanıtır. Zamanın içinde gidip gelebildiği için 22.yy.da böyle isimlendirildiğini söyler. Rahat bir koltuğa geçer ve başından geçenleri anlatmaya başlar.


"Dört arkadaş laboratuvarda iskambil oynuyorduk: Favalli, Lucas, Polski ve ben, Juan Salvo. Eşim Helene ve kızım Martha da yukarıdaydı. Birden radyoda son dakika haberi girdi. Antarktika’daki üsle bağlantının kesildiğinden ve uçan daire görüldüğünden bahsediyordu. Dört arkadaş haberi alaya alırken dışarıda bir ışık çaktı. Radyonun sesi kesildi. Hepimiz pencereye gittik. Şimdiye kadar şahit olmadığımız türden mutlak bir sessizlik hüküm sürüyordu. Dışarıda cesetler vardı. Tuhaf bir kar yağıyordu. Favalli bunun normal bir kar olmadığını pencereyi açmamamızı söyledi. Ailem aklıma geldi, hemen üst kata fırladım. Neyse ki hayattaydılar. Penceresi ya da kapısı açık olan evdeki insanların hepsi ölmüştü. Kara benzer maddenin girdiği yerde canlı kalmıyordu. Buenos Aires’e ölüm yağmaya başlamıştı sanki. Polski kendi kaybetti. Eşi ve çocuklarına gitmek için dışarı çıktı. Kar taneleri bedenine dokunduğu anda yere düştü ve birkaç dakika içinde hareketsiz yerde yatıyordu. Ölüm yağdığı doğrulanmıştı. Evin içi adeta bir adaya, bizler de Robinson Ailesine dönüşmüştük. Pencere ve kapı aralıklarındaki yarıkları kapadık. Bu sırada radyo kanallarında gezinince kısık ve çıtırtı halinde bir anonsa denk geldik. Uzaylıların işgali altında olduğumuzu ve iktidar odaklarının ihanetini duyabildik. Lucas metanetini kaybetmeye başlamıştı. Evin içinde hayatta kalmayı başarsak bile karı yağdıran uzaylıların gelip bizi bulacaklarını söylüyordu. Haklıydı. Odama çıkıp faydalı olabilecek eşyalara bir göz attım. Dalgıç giysisini yanıma alarak aşağı indiğimde Lucas sakinleşmişti.
 



Korkunç gerçek yavaş yavaş ağırlığını hissettiriyordu. Dünyamız yok olmuş gibiydi. Martha tek bir gözyaşı dökmeden yanımda cesur bir duruş sergiliyordu. Havalandırmaya filtre takarak hava problemini hallettik. Bu sırada pencereden bakan Helen karşı evde bir ışık gördü. Ramirez’in eviydi. Muhtemelen mum yakmıştı. Birden pencereye doğru yürüdüğünü fark ettik.Aynı anda yapmamasını haykırdık duymayacağını bilsek de. Ramirez pencereyi açtı ve yığıldı kaldı. Herşey bir sessiz filmden farksızdı. Çığlık bile yoktu. Kim bilir kaç evde bu trajedi yaşanıyordu. Dalgıç elbisesini giyip dışarı kimin çıkacağını konuşmaya başladık. Zar atmaya karar verdik. En düşük sayıyı ben attım. Giysiyi giydim, eldivenleri taktım ve bir tüfek alarak dışarı çıktım. Maipo caddesi hiç bu kadar huzursuz edici bir sessizliğe bürünmemişti. Ölüm dolu caddede etrafımda cesetler olduğu halde ilerledim. Hırdavatçı dükkanına girdim. Herkes ölmüştü. Bu sırada birisinin bir yerlerde kapıyı yumrukladığını işittim. Bodrum kapısıydı. Dansa gitmesini istemediği için kuzenini kilitlemişti dükkan sahibi. Genç kız bu sayede hayatta kalmıştı. Kızı kurtarıp etrafını muşambalarla sardım ve onu da alıp eve döndüm.


Eve getirdiğim kızın adı Suzanna’ydı. Lucas ve Favalli’nin kıza bakışlarındaki değişikliği hemen fark ettim. Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm kitabında söyledikleri aklıma geldi. Salgın hastalık ya da savaş gibi ölümü yakın hissettiren ortamlarda insanlar genetik bir içgüdüyle genlerini aktarma hedefine yürümeye başlıyor ve normal sayılan ahlak gibi davranış paternlerini terk ediyordu. Ölüm korkusu insanı bir sağkalım makinesine dönüştürüyordu. İşte arkadaşlarımın bakışlarında bunu gördüm.  Dışarıdan erzak ve malzeme toplamamız gerekiyordu. Bu sefer Favalli giyinip dışarı çıktı. Bakkalın minibüsüne erzak yükleyip getirdi. Bir dahaki sefere Lucas ile çıktık. Canı sıkkın gibiydi. Favalli’ye güvenmediğini, bize ihtiyacı olmadığını söyledi. Çıkarken gizlice elbisemizde bir delik açarak bizi öldürmesinden korktuğunu itiraf etti. Onu susturdum ama benim de içimi kemiren şüpheler vardı. Arkadaşlık gibi kavramlar eski dünyada kalmıştı. Eczaneye girdim ve ilaçları çantama doldurmaya başladım. Dışarı çıktığımda Lucas yerde yatıyordu. Sırtından bıçaklanmıştı. Katil yakınlarda olmalıydı ama korkumdan arayamadım ve eve geri döndüm. Ben yokken radyoda dünyanın saldırıya uğradığı ve ABD, Rusya ve diğer süper güçlerle uzaylıların dünyayı paylaşmak için anlaştıkları açıklanmıştı. Güney Amerika uzaylılara hediye edilen bölge olmuştu. Bu üstün gücün karşısında Avrupalılara direnmeye çalışan İnka ya da Aztekler gibiydik. Favalli bu habere şaşırmamıştı.


“Şaşıracak bir şey yok. Uzaylılardan önce bizi sömürgeci ülkeler ve uluslararası şirketler istila etmiyor muydu? Onların ölümcül karları yağmadı mı üzerimize? Sefaletimiz, geri kalmışlığımız nedendi? Yaralı bir av gibiydik…bu sefer kan kokusunu uzaylılar aldı.”

Bazı ülkelerde direniş hareketleri başlamıştı. Uzaylı istilacıların amacının ne olduğunu bilmiyorduk. Bu sırada kapı yumruklanmaya başladı. Dışarıdaki paniklemiş biri, giysisinin yırtıldığını, içeri almamızı haykırıyordu.  Pencerenin önüne gelmesini istedik. Ateş açarak karşılık verdi. Biz de karşılık verdik. Lucas öldü. Bir karar vermemiz gerektiğini anladık. Daha fazla sayıda insan saldırabilirdi. Evden ayrılmalıydık. Aynı gece kamyonlar eve geldi. Dışarıdakiler istilacılara karşı savaşmak insana ihtiyaçları olduğunu, 3 dakika içerisinde dışarı çıkmazlarsa ateş açıp pencere camlarını kıracaklarını söyledi. Eşim Helene ve kızım Martha’yı evde bırakıp Favalli ile birlikte dışarı çıktık. Mahalleden toplanan diğer erkeklerle birlikte bir kamyona binip yola çıktık. Herkes korkmuş gözüküyor ve yeni şartlara adapte olmaya çalışıyordu, bense nihayet istilacılara karşı bir şeyler yapabilecek olmaktan memnundum.“


"Je decouvre que la haine dans l’action est horriblement gaie”.
"Eyleme dönüşmüş nefretin korkunç bir keyif verdiğini farkettim"

Merkezlerinde bize daha iyi izole edilmiş giysiler dağıtıldı. Ben askerden henüz döndüğüm için birliğin komutanı oldum. Diğerlerine ateş etmeyi öğretmem söylendi. Suzanne da evde kalmak yerine gelmeyi seçmişti.

“Suzanne…Je ne sais si elle est belle ou l aide, mais c’est une femme. Des yeux humides, une peau plain de promesses sous le tissu grossier. Et Helene? Comment puis-je regarder Suzanne comme ça?”

Askerlerden birisi sürekli notlar alıyordu. Adı Heriberto Mosca’ymış. Tarihçiydi. Gelecek nesillere olanları aktarmak gerektiğinden söz etti. Gelecek bir nesil olacağından emin değildim. Diğerlerine tüfeklerini nasıl dolduracaklarını gösterirken kumandan Yüzbaşı Piedras beni çağırttı. Favalli de bilim danışmanı olarak onun yanındaydı. General Paz caddesinde bilinmeyen bir kuvvet olduğunu anlattı. İki tane keşif ekibi gönderilmesine karşın hiçbiri dönmemiş. Daha fazla burada bekleyemeyeceğimizi, ilerlemek zorunda olduğumuzu söyledi. Teğmen Alonzo geri çekilip daha güçlü bir şekilde saldırabileceğimizi söyleyince bu intihar görevinden kurtulabilme umudu doğdu içime. Ama beklenmedik bir şey oldu. Kumandan silahını çekip Alonzo’yu vurdu. Tartışma değil, eylem zamanı dedi. Bir anda artık yeni teğmen ben olmuştum. Üçüncü keşif ekibi olarak General Paz caddesine doğru ilerlemeye başladık. Bir anlığına da olsa düşmanı gördük. İşte tüm bu dehşetin müsebbipleri nihayet karşımızdaydı. Heyecandan titriyordum. Onlar da bizi görmüştü. Hemen tankımızın arkasına kaçtık ama bir atışta tankı patlatıverdiler. Bizimkiler geriden hücuma başladı. Topçu ateşiyle lazerlerini etkisiz hale getirmek istiyorlardı ve başardılar. Işın silahları olmayınca uzaylıların dövüşemediği ortaya çıktı. Hepsini öldürdük. Tam zaferimizi kutlarken yeni bir uzaylı grup geldi. Franco ve Favalli sayesinde ele geçirdiğimiz ışın silahıyla yeni gelenleri de yok etmeyi başardık. Birden gözümüze güçsüz gözükmüşlerdi. Bu sırada Mosca uzaylıların reseptör organlarını gösterdi. Anlattığına göre bu organa gelen emirleri uygulayan robotlardan farksızdılar. Mosca sadece uşakları yendiğimizi söylüyor ve efendilerinin bu kadar kolay alt edilemeyeceğini düşünüyordu. Mosca notlarına devam etti. Bu mücadeleyi General La Paz Savaşı diye kaydetti defterine. İlerlemeye devam ettik. Her yer ölülerle kaplıydı. Yüz kadar adam tek başımıza direnmeye çalışıyorduk. Yolu yıkıntıların kapattığı bir noktaya geldiğimizde bir yan yol aradık. Belli ki şehir merkezine tanklarla ve ele geçirdiğimiz ışın silahlarıyla gelmemizi istemiyorlardı. Tankı stadın içinden geçirmeye karar verdik. Kumandan bana manevra sırasında tankı korumamı emretti. Aslında bunun tercümesi “Git bir bak bakalım seni öldürebilecek bir şey bulabilecek misin” idi. Tank stadın içine girdikten sonra uzaylıların saldırısına uğradık. Onları yenip hemen tankın yanına kaçacaktık ki, uzaylıların tankı ele geçirdiğini gördük.


Hikaye buradan sonra hızla ileri sarıyor sanki. Juan karakteri de hızlandığını söylüyor. Pek çok olay bir kaç karede özetlenerek geçiliyor.  Sanki çizgiromanı bitirmeleri gerektiğini, daha fazla devam edemeyeceklerini görmüşler gibi.

“River-plate’i ele geçirdikten sonra bir sıcaklık hissettim. Amaya ve Mosca ışınla vurulmuştu. Bulunduğumuz yer bir kraterin içi gibi ısınmıştı. Gökten muazzam büyüklükte korkunç bir uzay gemisi indi. İçinden çıkıp kabus gibi üzerimize saldıran askerler insandı ama uzaylı canavarlardan farksızdı. Durumumuz pek parlak gözükmüyordu. Sonra merkezlerini havaya uçurabilirsek onları yok edebileceğimizi düşündük. Ama uzaktan kumandalı bir uzaylıya esir düştük. Bizi de robot askerler haline getireceklerdi. Franko ustaca ellerinden kurtulmayı başardı ve uzaktan kumanda edilen uzaylıyı da alıp oradan kaçtık. Her yerde bizi arıyorlardı. Esir uzaylı konuşmaya başladı ve birazdan öleceğini söyledi. “Onlar” onun içine de bir korku kilidi yerleştirmişlerdi. Asla isyan edemiyorduk çünkü korkumuz bizi öldürüyordu.

Aynı mekanizma uzaylı uşağın içine de yerleştirilmişti. Kendi gezegeninden bahsetti. İki güneşleri varmış; barış ve güzellik içinde bir yermiş. Taa ki "onlar" gelene dek. Onlarla birlikte korku kilidi içlerine girivermiş. O da bizler gibi kozmik nefretin ve lanetli ırkın kurbanlardan biriydi. Uzun uğraşlar sonunda uzaylıların merkezini yok etmeyi başardık. Ailemin yanına döndüm. Şehirden uzaklaştık ve güvenli bölge yazan bir yere geldik. Ama tuzakmış, üzerimize ateş açtılar. Martha ve Helene’i saklayıp Franco ve Favalli’nin yanına dönecektim ama beklenmedik bir şey oldu. İkisini de insan robotlara çevirmişlerdi. Ailemin yanına döndüm ve uzay gemisine bindim. Çalıştırmaya uğraştım. Derken önce bir sessizlik oldu. Sonra sanki koca bir dağ patladı. Kendimi kaybettim.

“Tu as toute l’eternité pour les chercher. Tu seras une eternaute de plus, cherhant, cherchant toujours. Chacun a sa façon, nous sommes tous des eternautes…”

Gözlerimi açtığımda garip bir canlının önünde diz çökmüş halde tek başımaydım. Ailemi sordum. “Onlara seslenmen faydasız. Burada değiller. Ama onları tamamen kaybetmiş değilsin. Sonsuzluk içinde onları arayabilirsin. Sen de bir sonsuzluk yolcusu (eternot) olacaksın. Sürekli bir şeyleri arayan bir sonsuzluk yolcusu. Hepimiz öyleyiz.” Gerçekten de öyle oldu. Her yeri ve zamanı gezdim. Gittiğim her boyutta her dünyada ailemi haykırdım: "Helene, Martha..!" Ve işte sonunda buraya geldim. O sırada elimdeki gazetenin tarihi ilişti gözüme. 1969 yılındaydık. Anlattığım olaylar 1971 yılında olduğuna göre Martha ve Helene hala evde beni bekliyor olmalıydı. Dışarı çıktım.



Bu noktadan sonra anlatıcı senarist oluyor.

"Juan’ın peşinden gittim. .Evine gitti kapıyı açan eşiyle sohbet etmeye başladı. Helene onu bekliyor gibiydi. Sanki hiçbir şey olmamıştı. Ona seslendim ama eski hayatına dönmüştü artık ve olanları hatırlamıyordu. Beni tanımadı bile. Yoksa ben mi bir rüya görmüştüm. Senaristlerin hayal gücü uçar bazen, halüsinasyon görmüş olabileceğimi düşünüyordum ki hikayenin başında bahsettiği 3 arkadaşı misafirliğe geldiler. Evet, yaşadıklarım gerçekti. Sonsuzluk yolcusu bana iki sene sonra olacakları haber vermişti. Bunca dehşet ve ölüm hemen yanı başımızda gibiydi ama farkında değildik. Peki acaba olacakları engellemek mümkün müydü?

Mümkün mü?"


Bruce Springsteen - VH1 Legends Serisi (1998)

NOTLAR
1949 doğumlu. İki kız kardeşi var. Annesi asgari ücretle sekreter. Babası gardiyanlık, otobüs şoförlüğü ve fabrika işçiliği yapmış.

As a student, Bruce never fit in. “I was invisible in the school”
Animals, Rolling Stones ve Bob Dylan seviyor.
Çok istediği gitarı annesi almış. Elektro. 16 yaşında ilk grubu: Castiles.
Saçını uzatınca sokakta alay ederler. Babasıyla arası bozulur.


Steve Van Zandt
Vietnam savaşı başlıyor. Celp gelir. Fiziksel muayenede çürük olduğuna inandırır.

19 yaşında California’ya daha iyi bir yaşam için taşınırlar.
Yakında turist parkı Asbury Park’da rok barları var. Gruplar: Earth, Child, SteelMill. Dr. Zoom and the Sonic Boom.

Sörf tahtası fabrikasında kalıyormuş. Yeni tanıştığı arkadaşı Steve Van Zandt ile takılıyor.
1972’de park yerinde arabanın kaputu üzerinde bir plak anlaşması imzalar. Mike Appel ile. Mike ona inanıyor ve John Hammond ile randevu ayarlıyor. Hammond çok meşhur. Billie Holiday, Aretha Franklin ve Bob Dylan’ı keşfeden adam.

Mary Queen of Arkansas şarkısının demo kaydını yapıyorlar. Hammond, Columbia adına sözleşme imzalıyor ama Appel ile sözleşmesinin kötü olduğunu söyleyerek uyarıyor. Bruce ihanet etmiyor ama sonra bozuşuyorlar. Solo folkie olarak görüyor Columbia. Bruce ise rock'n roll record yapmak istiyor. Jersey sahilinden eski arkadaşlarını çağırıyor. David Sanchez bunlardan biri ve E street’te yaşadığı için gruba da E Street Band diyorlar.

Greetings from Asbury Park albümü çıkar.
İkinci albümünü yapar. The Wild, the İnnocent and the E Street Shuffle
Canlı performansı gizli silahı gibi. Fanları oluşuyor. 
Mike Appel
Olumlu görüşler yazılıyor gazete ve dergilerde.
Anlaşmasının iptal edileceği söylentileri dolaşırken Born to Run’ı kaydediyor. Appel demo versiyonunu radyolara el altında dağıtır. Çok beğenilir. Columbia anlaşmayı iptal etmez.
nBorn to run albümünü yaparken 1 yıl içinde E street band’in bir kısmı ayrılır. Memejeriyle ayrılır.
1974’te kaydeder Born to run’ı.

Ilk 2 albümü fazla satmamış
Sanchez solo kariyeri için ayrılmış. Davulvuyu da götürmüş. Aynı odada kalırlarmış.
Roy Beaten and Max Weinberg alınır.

Jon Landau ile
Kayıtlar kafasındaki gibi olmuyor ama Appel ısrar ediyor. Sıkıldıkça arkadaşlarını çağırırmış. Steve Van Zandt ile güçbirliği yapıyor. Kendisine future of rock n roll diyen music critic John Landau'dan da öğüt almaya başlamış. Kayıtları gönderip fikrini sormuş. Faydalı tavsiyeleri olmuş. Appel, Landau’yu istemiyor. Bruce tutuyor. Co-producer yapmış Appel’e ek olarak. Appel kızmış. Stüdyo gergin. Tekrar tekrar çalışmış sözler ve müzikler üzerinde.  1975 yazında Columbia’ya teslim etmesi lazım. Sonunda yazın ortasında bitirir. Turneye çıkmış bitirir bitirmez. Kritikler bayılmış. Ekimde hem Time hem Newsweek’e aynı haftada kapak olan ilk entertainer olmuş.

Yaptığı işin başkalaştırılmasından, özünü kaybetmekten falan korkmaya başlıyor. Kitlesel başarıda olur diyor. Para gelmiyor. Muhasebeci tutup inceletir durumu. Kendi şarkılarının haklarının ona ait olmadığı ortaya çıkar. Appel’dir sahipleri ve Appel'in firması daha fazla kazanmaktadır. Savaş başlar. Appel ve firmasını mahkemeye verir. Uzun sürer ama Bruce vazgeçmez. “Kendi kararlarımı vermem gerekiyordu ve bu konuda compromise yapamazdım diyor. "Gerekirse müziği bırakırım" demiş.

1975-1978’de albüm çıkarmamış bu mahkemeden dolayı.
Sonunda anlaşırlar. Bruce paradan vazgeçer. Appel’de şarkıların haklarını devreder.
Landau’yu menejeri yapar. Darkness on the Edge albümünü yaparlar. Tüm zorluklar bu albüme yansıtılır.  Müzik piyasasında toyluk dönemi biter.

Üç senelik hiatus’u şöyle anlatır:
“I aint got one regret about one second of the past three years. It was a moment when I assessed my strengths  and my weaknesses. I’m glad it happened because I learned a lot from it.”

1978 ikinci yarısı çok çalışır. Darkness Tour. 109 konser 
Artık kapalı spor salonlarına sığmayan hayranları ile stadlarda buluşmaya başlar.
Konserleri “Part circus, part political rally, part spiritual meeting, part dance party” olarak tarif ediyor. 1979 ikinci yarısında nükleer karşıtı konserlere katılşır. Çıkacak albümündenki River’ı söyler. Kızkardeşinin planlanmamış gebeliği ve acele evliliği konu edilir.
1970’lerde bir türlü ilk 20’ye girememiş.


Aynı albümden Hungry Heart ilk 10 ‘a giren ilk şarkısı olur.,
River Tour ardından ilk kez bankada parası olmuş. Ekonomik stablite. 31-32 yaşlarında. Aile konusuyla kafa yormaya başlıyor.
Nebraska albümünde çocukluğu ve ailesiyle ilgili hissettiklerini yazıyor. “En kişisel albümüm” diyor. Ya gençken yeterli bulduğun şeyler artık işe yaramıyorsa sorusu ? Yalnızlık…Isolation.  “ isolation to me feels  about  the most dangerous thing on earth”

Nebraska’dan sonra E street band ile çalışıp yeni şarkılar yapar. Yeni albüm hazır deyince Landau aynı fikirde değildir. Big hit single yapması gerektiğini söyler. Çok istiyorsan sen yaz deyince Landau odadan çıkar. Dancing in the Dark’ı besteler. Born in the USA albümü artık hazırdır.
 Bu albümün turnesinde E Street değişir. Steve van Zandt solo kariyeri için ayrılır. Yerine Nils Luftren girer.Patty Scialfa jersey girl, backup vocals için katılır.
Born in the USA fenomen olur. Direkt birinci sıraya yerleşir listelerde. 7 hit single çıkar. 8 milyon satılır. 10 yılda bir numaralı rock star haline gelir nihayet.

Reagan dahil sağ kanat hakim o dönem ve sahiplenmek isterler ama Bruce aynı şeyleri söylemiyoruz der.
Born in the USA turunda actress Julie Ann Philips ile aniden evlenir. Tur bittiğinde zengin, şöhretli ve evli bir adamdır.
Tunnel of Love albümünde evliliğin iyi ve kötü taraflarından bahseder.

Tunnel of love’da onstage partner olarak Clarence Clemmons’ın yerine Patti Scialfa geçer. Aşk mevzularıyla ilgili bir albüm için daha uygun gelir. Dedikodular çıkar. Karısı boşanma için başvurur. 
Amnesty International Human Rights Tour’a E street ile birlikte katılır.
Eski pianisti David Sanchez Sting ve Peter Gabriel’la orada çalışmaktadır.
1989 yılında E Street Band’ı dağıtır.
“Bazılarını 18 yaşından beri tanıyordum. Yeni birileriyle tanılşıp nasıl müzik yapabileceğimi denemek istedim. Kolay değildi“

Patti ile New Jerseyden taşınırlar ve Beverly Hills’e taşınır. Hayatını değiştiriyor her alanda. “New Jersey benim için Santa’nın kuzey kutbu gibi oldu” diyor. 1991’de ilk çocukları (erkek) doğunca sessiz sedasız evlenirler. 2 çocukları daha olur.
Patti Scialfa
Elvis, Dylan and Springsteen – Holy Trinity of American Rock
Kendini ispatlamış Yardım konserlerine ağırlık veriyor. Food Banks, underprivileged ve Unions için çalmış.
Jonathan Demme teklif edince, AIDS patient isolation için şarkı yapar: Philadephia, a person shunned by friend and family both.
Oscar alır. 4 Grammy. Philadelphia.
8 sene sonra E Street band’ı geri toplar. 1995
Greatest Hits çıkarır. Bir numaradan girer.
Bir sonraki sene küçük salonlarda akustik konserler verir.

1998’de 66 yayınlanmamış şarkıyı toplar . Book of lyrics ve stories behind them yayınlanır. 


1 Mayıs 2017 Pazartesi

Will Eisner Yazı Dizisi (3)

Will Eisner
Will Eisner Yazı Dizisi Ana Sayfa

“İş zekasının arkasında açlık yatar. Bence fikirler için de aynı şey geçerli. Yıllar önce bir konuşma yaparken  birisi eserlerimdeki fikirleri nereden bulduğumu sordu. Cevabı basitti: kötü beslenme, yani kötü şartlar.”

1930’lara gelindiğinde çizgiromanlar çok yaygınlaşmıştı. Bazen sadece bir iki sayı sürseler de bir süre sonra farklı isimlerle ama aynı karakterleri kullanarak yeniden piyasaya sürülebiliyorlardı. Strip’ler ise bu şekilde yeni düzenlemelerle ve konularla farklı piyasalarda tekrar yayınlanmaya uygun değildi. Pulp dergilerinin artık modası geçmişti ve bazıları çizgiroman işine giriyordu. Fiction House isimli bir pulp yayıncısı da bunlardan biriydi ve Jumbo Comics isimli 64 sayfalık büyük boy bir çizgiroman dergisi çıkarmaya karar verdi. İlk sayının içeriğini tamamen Eisner ve Iger stüdyosu sağladı. İşler açılmıştı ve Eisner artık tek başına siparişlere yetişemiyordu. Dick Briefer, Jacob Kurtzberg (Jack Kirby), Mort Meskin gibi isimler de stüdyo için çalışmaya başladı. Tarzan’ın dişi versiyonu olan Sheena, Queen of the Jungle bu dönemde sipariş üzerine yaratıldı ve Mort Meskin illüstrasyonlarıyla hayat buldu. Fiction House’un eskiden çıkardığı Jungle Stories pulp dergisinin çizgisine de uygundu. Stüdyoda çizgiromanlar grup halinde yaratılıyordu. Herkes ortaya fikirler atıyor, son form verilene kadar çoğunun bir katkısı olmuş oluyordu. Genelde karakteri ve ana konuyu Eisner bulur sonra diğerlerine geliştirmeleri için havale ederdi. Çoğunlukla kapakları Eisner çizerdi.  

1938’de artık Eisner ve Iger stüdyosu iyice büyümüş, piyasadaki neredeyse tüm çizgiroman kitaplarına iş üreten geniş bir ekip haline gelmişti. 1937 ile 1939 arasında çizgiroman dünyasının meşhurları arasına katılacak Bob Kane, Jack Kirby, Lou Fine gibi pek çok isim bazen tam zamanlı bazen serbest olarak Eisner ve Iger stüdyosunda çalıştı. Lou Fine çocukken suçiçeği geçirdiği için sol bacağı zayıf düşmüş ve okuldan uzak kalmıştı. İçine kapanık sessiz bir gençti. Hikaye yazmaktan çok verileni en titiz şekilde çizmeyi severdi. Kısa zamanda işleri herkesin dikkatini çekti. Fine’in hayranları arasında Joe Kubert de vardı.

Eisner ile Fine’ın kimyası tuttu ve üretken bir işbirlikleri oldu. Eisner onunla çalışmaları hakkında şunları söyler:

”There are writers capable of inspiring an artist, bringing things out of him that he might not have known were there. There has to be a kind of emotional welding between the two where trust takes place. That’s why we worked so well together.”

Lou Fine
O dönem stüdyoda çalışanlar arasında en meşhur olacak Jack Kirby idi. İleride Joe Simon ile birlikte Kaptan Amerika’yı yaratacak, sonrasında ise Stan Lee ile birlikte çalışarak Marvel’ın ağır toplarından Fantastik Dörtlü, X-men, Silver Surfer, ve Hulk’ı ortaya çıkaracaktı. Eisner ve Iger’da çalışmaya başladığında henüz 19 yaşında ama yeteneği belli olan bir gençti. Eisner’in onunla ilgili hatırladığı en çarpıcı anılardan birisinde Eisner stüdyonun yeni taşındığı binada havlu hizmetinden memnun kalmaz. Fakat o işi yürüten ortalıkta takım elbiseyle dolaşan dönemin çetelerinden birisidir. Adamlarından biri stüdyoyu ziyaret eder ve sorunu çözmek istediklerini söyler. Eisner başka bir firmayla çalışmakta diretir. Adamsa binanın hizmetini kendilerinin verdiğini söyler. Bağrışmaya başlarlar. O sırada Jack Kirby çizim masasından kalkar ve bir hışımla odaya girerek “Sizden hiçbir halt istemiyoruz. Alın hizmetinizi de çekin gidin lan” diye bağırır. Karşısındaki adamdan çok daha kısa boylu olan Jack Kirby New York’un tehlikeli mahallelerinden birinde büyüdüğü için caydırıcı saldırgan tavırlar sergilemeye alışıktır. Eisner o kısacık boyuyla Jack Kirby’nin adama diklenişini hala gülümseyerek hatırlar.

İsim değiştirme o yıllarda sadece çizgiroman piyasasında değil, Hollywood’da da sık rastlanan bir durumdu. Bunun sebebi genelde Yahudi’lere iyi gözle bakılmamasıydı. Ama Stan Lee gibi bu durumu farklı şekilde açıklayanlar da vardır: “Çizgiroman yazdığım için utanıyordum ve ileride yazacağım romanları kötü etkilememesi için Stanley Lieber yerine Stan Lee ismini kullandım”. Örneğin Nicholas Viscardi İtalyan ismini Nick Cardy olarak değiştirdi çünkü İtalyan-karşıtı şakalar duymaktan gına gelmişti.

Aslında çizgiroman kitaplarının yeni yaygınlaştığı o günlerde eserlere uydurma imzalar atılırdı ve böylece yayıncılar başka bir sanatçıyla çalışmaya başlasalar dahi yayıncı aynı hikayeye ya da kahramana devam edebilirdi. Yani sanatçılar işlerinin sahibi değildiler. Eisner dahi sayısını bile hatırlayamadığı takma isimle eserler üretti.1938 yılının başlarında Eisner ve Iger stüdyosuna Cleveland’dan bir posta ulaştı. İçinden bir mektup ve iki çizgiroman çıktı. Çizgiromanlardan biri casusluk hikayesi diğeri ise kostümlü bir süper kahramandı. İkisi de ne Eisner’in ne de Iger’in hoşuna gitmedi. Standartların altında bir iş olduğunu düşündüler. Yazar Jerry Siegel ve çizer Joe Shuster’in kendilerini geliştirmeleri gerektiğini düşünüyordu Eisner. Uzun bir mektup yazarak henüz New York’a gelmeye hazır olmadıklarını söyledi. Eisner o zamanlar söylendiği gibi kostümlü kahramanları sevmiyordu. Lisedeyken daha erişkinlere yönelik bir şeyler yapmak istemiş ama ne resim ne de edebiyatta istediği etkiyi yapabilecek kadar yetenekli olmadığını düşünmüştü. Çizgiroman ise fark yaratabileceği bir alandı. Böylece kariyerinde aldığı isabetli kararlarla anılan Eisner bilmeden önemli bir fırsatı tepmiş oldu. Aslında bu konuda yalnız değildi. Süpermen o dönem neredeyse tüm çizgiroman editörlerine gitti ama hiçbirinden olumlu yanıt alamadı.

Eisner, Jack Kirby ve eşi
Danny Fingeroth, Clark Kent: Jews, Comics, and the Creation of Superhero kitabında süpermen ve diğer süper kahramanların Hitler’e ve Nazizm’e karşı bir tepki olduğunu yazdı:

"The creation of a legion of special beings, self-appointed to protect the weak, innocent, and victimized at a time when fascism was dominating the European continent from which the creators of the heroes hailed, seems like a task that Jews were uniquely positioned to take on. One might say they were cornered into it. The fantasy of godlike beings who could solve our problems was a cry of hope as well as of despair, as the Jews were the canaries in the coal mine of hate that was Nazism, sounding a simultaneous cry for help and a warning that you could be next."

Süpermen’in doğmadan yok olup gitmesine sürpriz olaylar engel oldu. 1938 başında Wheeler-Nicholson'ın işleri pek iyi gitmiyordu Yeni çıkarttığı Detective Comics de başarılı olamamış, borçlarına yenileri eklenmişti. Bunun üzerine Action Comics isimli yeni bir çizgiroman kitabı üzerinde çalışmaya başladı. Başarılı olursa durumu biraz daha idare edebileceğini düşünüyordu. Ucuz işler alıyor ama bunları kalitelilerle aynı fiyata satıyordu. Action Comics’e gelecek vaad eden yeni işler ararken Superman eline geçti. Jerry Siegel ve Joe Shuster ile daha önce farklı işlerde çalışmıştı. Süpermen gazete strip’i olarak planlanmıştı ama çizgiroman kitabına da uyarlanabilirdi. Fakat Wheeler bunların hiçbirini gerçekleştiremedi. Çalışma arkadaşlarından Donenfeld borçlarına karşı dava açınca Wheeler firmasını ona satmak zorunda kaldı. Kimse Süpermen’in ya da Action Comics’in fark yaratacağını ummuyordu. Yaratıcıları bile 130 dolarlık bir çek karşılığı tüm haklarını devretmişlerdi. Action Comics çıkar çıkmaz kimsenin beklemediği bir şekilde patladı. Satışların başarısı gittikçe yükseldi. Bu durum  Donenfeld ve Liebowitz için tam bir piyango olmuştu. Sürpriz başarı aynı zamanda Amerkan çizgiroman piyasasında süper kahramanların ortaya çıkışının da ilk habercisiydi.

Toni Blum
Eisner belki Süpermen’i reddederek büyük bir hata yapmıştı ama Süpermen satışlarının patlaması onun da işine yaradı. Hem de birçok açıdan. Çizgiroman piyasası müthiş bir genişleme gösteriyor, tüm yayıncılar yeni kostümlü kahramanlar ısmarlıyordu. İşler iyice açılmıştı. Stüdyoya yeni sanatçılar aldı. Bunlardan biri Alex Blum diğeri ise onun yazar kızı Toni Blum’du. O zamanlar sekreterlik dışında kadınlar çizgiroman piyasasında yok gibiydi. Sanatçıların stüdyo ortamındaki erkeksi şakalaşmaları, küfürlü konuşmaları, ve içki içmeleri kadınlar için uygunsuz bir ortam oluşturuyordu. Toni Blum stüdyoya adım attıktan sonra herkesin dikkatini çekti. Eisner fikirlerini Toni Blum’a anlatıyor, o da bunları hikayeleştiriyordu. Eisner’in hayatında işinden başka bir şey yoktu ama Toni ile yakınlaştılar. Kısa bir süre çıkmaya başladılar ama sonrasında ilişki bitti. Eisner bu konuya The Dreamer albümünde yer verdi ama Toni’nin ismini Andrea olarak değiştirdi.

Eisner’in hayatında iş dışında hiçbir şeye yer yoktu. Bir keresinde ortağı Jerry Iger tanıdığı olarak sunduğu bir kadını ayarlayarak Eisner’le çıkmalarını sağladı. Eisner kadınla yemeğe çıktı ve sonra yattılar. Ertesi gün Iger’ı gördüğünde tanıştırdığı için çok teşekkür etti. Iger ise Eisner’in saflığı karşısında bir kez daha şaşkınlık içindeydi çünkü randevuyu bir fahişeyle ayarlamıştı.

Çizgiroman işinin patlamasının bazı olumsuz sonuçları da oldu. Sadece para kazanmak için çizgiroman işine girmek isteyen iş adamları ve özenti sanatçılar türedi. Fox Publications bunlardan biriydi. Victor Fox, National Comics’ten ayrılarak Süpermen gibi bir piyango yakalayabileceğini düşündü ve kendi yayınevini kurdu. Eisner ve Iger ile çalıştılar. Eisner’e göre kendini çok büyük gören bir adamdı. Piyasaya borç takıp duruyordu. Matbaaya o kadar çok borcu vardı ki, iflas ederse alacaklarını hiç kurtaramayacağını düşünen matbaacılar işe dönebilmesi için onu tekrar finanse ediyordu. Altın çağın efsanesi Joe Simon kısa bir süre baş editörü olarak çalıştığı için anılarını yazdığı The Comic Book Makers kitabında ondan bahseder  ve onu çizgiromandan hiç anlamayan ama piyasanın kralı olduğunu düşünen biri olarak tanımladıktan sonra Kooba Kola mevzusuna değinir: “Fox ne olduğu belli olmayan ürünlerini tanıtımını çizgiroman kitapları aracılığıyla yapardı. Bunlardan en tuhafı Kooba Kolaydı. Coca Cola’Nın 1940 yılında revaçta olmasından hareketle çizgiromanların iç kapaklarında Kooba kola reklamları çıkmaya başladı. Bununla da kalmadı kapaklarını getirenlere küçük oyuncak hediyeler verileceği duyuruldu. Dünyanın en yeni ve en iyi içeceği olarak tanıtılıyordu. Fakat sonunda Kooba kola diye bir ürünü kimse göremedi. Biz bile tek bir şişesine dahi rastlamadık.”

Victor Fox
Victor Fox, Eisner ve Iger’la de çalışıyordu. Bir gün Eisner’in hiç hoşlanmadığı bir teklifle geldi. Süpermen’in bir taklidini yapmalarını istiyordu. İsmi Wonder Man olacaktı. Eisner teklifi duyar duymaz huzursuz oldu. Iger herhangi bir iş gibi baktı ve Fox’un talebi olduğu için risk olmadığını savundu. İyi kazanıyor olmalarına karşın geniş kadrolarını tutabilmek için müşteri kaybetmeyi göze almaya gerek olmayacağını düşünüyordu Iger.

Fox ne istediğini tarif eden bir not verdi. Eisner burada yazılanlara harfiyen riayet etti. Ortaya çıkan sonuç Süpermen’in tıpatıp aynısıydı. Eisner Wonder Man’in saçlarını sarı yapmış, kostümünün renkleriyle oynamıştı oynamasına ama bu da durumu kurtarmaya yetmiyordu. Wonder Man’in süper güçlerini bir yüzükten alması dışında her şeyi Süpermen'le aynıydı. Hatta kapak resmi bile Action Comics birinci sayısı ile benziyordu. Süpermen’in yayıncısı Donenfeld Eisner’in korktuğu gibi Fox’u mahkemeye verdi. Eisner ifadeye çağrıldı. Mahkemeden önce Fox Eisner’le buluşup neler söylemesi gerektiğini söyledi. Kopya niyeti olmadığını söylemesini istedi.
Mort Meskin
Eisner benim kopya niyetim yoktu, senin talimatlarını uyguladım deyince Fox niyetini anladı. Eğer mahkeme aleyhlerinde sonuçlanırsa onlara borcu olan parayı asla alamayacağını söyleyerek üstükapalı tehdit etti. Eisner her zamanki gibi bu konuşmayı Iger’la tartıştı. Iger işlerinin selameti açısından Fox’un söylediği gibi ifade vermesinin daha iyi olacağını söyledi. Peki  mahkemede ne oldu? Eisner’e göre genç bir idealist gibi davrandı ve gerçeği söyledi. Hatta The Dreamer isimli otobiyografik eserinde olayı böyle yansıttı. Buna karşın çizgiroman gazeteciliği yapan Ken Quattro 2010 yılında Eisner’in 1939 Kasım’ında verdiği ifadeye ulaştı ve yayınladı. Burada yazılanlara göre Eisner aynen Victor Fox’un istediği şekilde bir ifade vermişti. Action Comics’i okumadığını, Wonder Man’i Kızılmaske’yi temel alarak yarattığını söylüyordu. Sonuçta Fox mahkemeyi kaybetti ve Eisner ile Iger’a beş kuruş para ödemedi.

Wonder Man olayı Eisner'in ortağı Iger’la da aralarının soğumasına yol açtı. Jerry Iger’ı pek önemsemediğini ve sadece işin ticaret kısmından anladığını daha önce etrafına söylemişti. Aynı dönemde Eisner’in eski okul arkadaşı ve o dönemde de serbest olarak beraber çalıştığı Bob Kane, Bill Finger ile birlikte Bat-man karakterini yarattı. İlk kez Detective Comics dergisinin 27. sayısında okurla buluştu. Süpermen’deki gibi bir patlama olmadı ama tepkiler iyiydi. Eisner de artık ses getirecek bir iş yaratmak istiyordu. Bu sefer beklediği fırsat ayağına gelecekti.

Gelecek Yazı: Spirit başlıyor  
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...