9 Haziran 2018 Cumartesi

Kırışıklıklar: Grafik Roman, Paco Roca, Alzheimer

Kırışıklıklar (Arrugas)
Yazan/Resimleyen: Paco Roca
104s - Tudem (Desen) (çizgiroman)
Hikaye 2011 yılında animasyona da uyarlanmış. 

Emilio banka emeklisi bir Alzheimer hastası. Sık sık geçmişi bugünle karıştırıyor. Sonunda oğlu onu hafıza problemi yaşayanlarla ilgilenen özel bir bakımevine yerleştirince kendisi gibi yaşlılarla beraber yaşadıkları konu edilmiş.

Alzheimer gittikçe yaygınlaşan bir hastalık. Güncel bir mesele sayılabilir. Bu konuyla ilgili çıkan yığınla kitap yanında çizgiromanlar da mevcut. Hemen birkaç örnek verelim. Mesela Sarah Leawitt kendi annesiyle yaşadıklarını bir grafik roman, ya da daha spesifik bir ifadeyle “grafik hatırat” (graphic memoir) haline getirmişti: "Tangles, a Story About Alzheimer’s, My Mother and Me” (2012). Fransa-Belçika cephesindeyse yine zengin bir albüm çeşitliliği mevcut: “Au Coin d’une Ride” (2014) ve “En Direct d’Alzheimer” (2011) örnek verilebilir.

Kırışıklıklar albümünde dikkatimi çeken yaşlıların genelde tek bir özellikleriyle etiketlenmiş olması. Biri Marslıların kendisini kaçıracağından korkarken, diğeri kendini trende İstanbul’a gidiyormuş zannediyor, bir başkası telefonla ailesini arayıp kendini aldırma peşinde. Fakat bunun ötesinde bir derinlik kazanmıyor karakterler. Hepsi bir davranışı sembolize eder gibi. Bu davranışların bazıları “mızıkçı” örneğinde olduğu gibi hayata dair incelikleri ve tutunuşları okuyucuya aktarmak için kullanılırken, bazen "didaktik" bir unsur ya da "ilginç bir profil" gibi ayrıksı kalmışlar. Senaryo fena değil ama usta işi diyemem; dram, bilinçlendirme, komedi arasında gidip gelirken hikaye kesitlerden ibaret kalıyor. Belki de bunda Paco Roca'nın gazetede bant çizeriyken bu albümü hazırlamasının da rolü var. Çizimler yeterli ama senaryonun vasatlığını kurtaracak türden değil. Karakterlerin yaşamaya başladıkları geçmiş kişiliklerinden ve ortamlarından gerçekliğe dönüşlerinin resimlenmesi başarılı. Trajikomik bir duygu iklimi hakim. Tanıtım bülteninde "Günümüz gençlerinin ebeveynlerine karşı tahammülsüzlüğünün eleştirildiği..." şeklinde bir ifade yer alsa da bu tema ciddi bir yer tutmuyor.

Favorim elbette Miguel karakteri oldu, Guguk Kuşu filmindeki McMurphy gibiydi. Yalnız onun bir unutma sorunu yoktu, niye orada olduğunu anlamadım. Herhalde sadece Alzheimer'lılara yönelik bir bakımevi değildi. 


Senaryosu da çizimleri de vasatın biraz üzerinde, iyi bir hikaye anlatmaktan ziyade genel bir Alzheimer panoraması sunan, sanatsaldan çok kabaca hastalığın semptomları ve riskleri konusunda duygusal örnekler veren bir albüm. Belli bir olay örgüsü olmadığı için Alzheimer’ın çeşitli safhalarda ve şekillerdeki tezahürlerinden tadımlık görüntüler sunan bir bilinçlendirme projesinin parçasıymış gibi duruyor. Sıkılmadan okudum ama tekrar döneceğim ya da mutlaka okuyun diyebileceğim bir albüm değil.

ÇİZGİROMANLARDA PAHALILIK FURYASI
Animasyonun afişi
Tudem’in (Desen) kendi sitesinde indirimli fiyatı 36 TL (45 TL’den) olarak belirtilmiş. Çok pahalı buldum. Açıkçası Paco Roca’nın çizimleri mutlaka görülmesi gereken bir özellik taşımıyor. Hikaye de üzerinde uğraşılmış gibi değil. Alzheimer ile ilgili son yıllarda çıkan yığınla “kitabı” düşündüğümde, ilgisi olanlar bu parayla birkaç “kitap” alarak konu hakkında çok daha derin bilgi sahibi olabilirler.

Mesela Hakan Atay’ın “Eyvah Annem Alzheimer” (2014) kitabı 168s ve 10 TL (D&R). Yine Arzu Sandal’ın “Eyvah Anneannem Ergen mi Oluyor” (2013)  kitabı 96s ve 15 TL (D&R). Filmi de olan “Unutma Beni” (2015) kitabı ise 340s ve sadece 14 TL (D&R). Yani bu ÇRı alacağınıza tamamı 600 sayfa tutan 3 tane kitap sahibi olabiliyorsunuz. Dahası bu konuyla ilgili "Alive Inside" gibi bir belgeselin ya da "Still Alice" gibi bir filmin fiyatı da daha ucuza geliyor (D&R'da Bluray'ler bile ortalama 20-30 TL). Madem çizimlerde de bir ayrıcalık yok, en fazla yarım saatte okunacak bir çizgiromana niye bu kadar para verelim ki? 

Bu sadece bir örnek. Çizgiroman piyasasının kendine çekidüzen vermesi lazım. Ortaya konan ürünlerin içeriğiyle bedeli arasında uçurum var. "Kırışıklıklar"da en azından doğru dürüst bir konu mevcut, ciddi bir sağlık tehdidini, önemli bir meseleyi işliyor. Piyasayı domine eden süper kahraman ÇRları gibi çoğu içeriksiz ve kalitesiz tekrarlardan ibaret yayının korkunç fiyatlarına kıyasla bu ÇR'ın hakkını teslim etmek gerektiğini de eklemeliyim.  


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

3 Haziran 2018 Pazar

"In a Lonely Place" (Tehlike İşareti) (film) İnceleme

Dixon Steele (Humphrey Bogart) Hollywood’da tanınmış bir senarist. Çabuk öfkelenen ve şiddete eğilimli bir adam olarak tanınıyor. Komşusu Laurel Gray (Gloria Grahame) ile başlayan ilişkisi ikisi için de harika giderken, Dixon’ın kendini kontrol etme probleminin sınırları ve geçmişi konusundaki şüpheler ilişkiyi rahat bırakmaz. Zaten film "şüphe" etrafında dönüyor. 

Yönetmen Nicholas Ray. Film sırasında baş kadın oyuncu Gloria Grahame ile evlilikleri bitmek üzere.

Bu filmin dikkatimi çeken en önemli özelliği zekice diyalogları oldu. Bunun dışında Dixon Steele, Bogart’a en çok yakıştırdığım karakterlerden birisi, belki de birincisi. Sisli bir kişilik. Depresif ve impulsif bir tarzı var. Standartlara uymaması, toplumca “şüpheli” sayılmasına yetiyor. Kendi adaletinin peşinde, toplumsal kabullerin kıçına tekmeyi vurmaktan çekinmiyor. Ama bunu klasik Hollywood kahramanları tarzında yapmıyor.

Önce Gloria Grahame hakkında birkaç kelime etmek istiyorum. Miss Gray karakterini olağanüstü oynuyor. Olağanüstü. Bir kere özgün bir karakter. Ne masum bir prenses ne de femme fatale. Sesindeki insanı etkileyici buğulu ton ve edalı konuşması yanında kadının bir kaşlarını kullanışı var, şahane! Sanki bir soru işareti çakıyor ortama, sağ kaşı her havaya kalktığında. Rahmetli Cem Karaca’nın şarkısındaki “Kalktı keman kaşları…” sözünü getiriyor akla her defasında. 

Gelelim Bogart’a. Dixon Steele karakterini önemsiyorum. Sinemada, özellikle de filmin çekildiği 50lerde, seyrettiğimiz birçok karakterden daha derin bir kişilik. Şiddete eğilimi var ama sınırları ne? Her şiddete eğilimi olan potansiyel bir katil midir? Bazı şiddet eylemleri haklı olamaz mı? Sabıka aynı zamanda br azmettirici midir?  Toplum suçun neresinde? Bunlar gibi pek çok ciddi sosyolojik sorgulama var. Aslında itiraf edeyim filmden çok karakter üzerine konuşmak istiyor canım :) Sevdim herifi. Zaten biliyorsunuz öyle dergiye yazıyormuş gibi değil de, kendi kendime konuşuyormuş gibi yazmayı daha çok seviyorum. Dolayısıyla şekli şemali biraz farklı olabiliyor buradaki yazıların.

(soldan sağa) Mildred, Diixon ve Mel

Dixon dediğim gibi impulsif bir karakter. Türkçesi, adam kafasına göre, o an içinden geldiği gibi takılıyor. Umurunda değil çıkar ilişkileri, sosyal kabuller, toplumsal hiyerarşi gibi ıvır zıvırlar. Kiminle iyi geçinirsem benim için daha iyi olur diye hesap peşinde koşan yavşaklardan değil, kendine göre bir “adalet haritası” var, onu takip ediyor. Gelişine vuruyor hayata. Hani “birbirimize tahammül etmeliyiz” diye bir klişe var ya, bu herif beğenmediği tiplere tahammül falan etmeyen bir karakter. En iyisini yapıyor :)

Mesela iki arkadaşı var Dixon'ın. İkisi de yaşlı adamlar. Sarhoş eski aktör Thespian (Robert Warwick) ve prodüktörlerle köprü görevi gören, bir çeşit menejerlik yapan Mel (Art Smith). Ben ikisini de çok sevdim. Bir gün Dixon barda iş konuşuyor. Alkolik arkadaşı Thespian da yanında. Adam alkolik ama etrafını rahatsız eden cinsten değil, son derece beyefendi, içerken bile. Zararı kendine. Her neyse, diğerleri başka yere gidelim dese de Dixon arkadaşının yanından ayrılmıyor, refüze etmiyor adamcağızı. Sonra sektörden şımarık ve güçlü bir yeniyetme (Junior) Dixon’a sırnaşıyor ama arkadaşının elini sıkmıyor, daha da ileri gidip adamı aşağılamaya girişiyor. Dixon fark ediyor bunları ama yine sabrediyor. Herif bu sefer arkadaşının kadehine purosunun külünü silkince tepesinin tası atıyor ve atlıyor üstüne. Şimdi soruyorum. Atlamasın mı!? Lütfen külünüzü arkadaşımın kadehine dökmeyin mi desin? Görmezden mi gelsin? “Aman huzurumuz bozulmasın” mı demeli? O zaman uygar mı sayılacak bu adam? İyi gözükmek için şahsiyetsiz olma şartı mı var? Efendilik korkaklara mı rezerve artık? Yağma yok, gerektiği yerde şiddeti çatır çatır uygulayacaksın! İster sözel olarak ister fiziksel olarak. Kim olursa olsun.


Dixon kavga edince hemen yaftayı yapıştırıyorlar tabii: “There goes Dix again!” (yine yaptı yapacağını gibisinden). Maalesef böyle bir sosyolojik riyakarlık var her yerde. “Toplumsal huzur” adı altında namussuzluk teneffüs ediliyor. Huzur dedikleri şey aslında karşılıklı bir “ödünleşmeden” ibaret. Kabul etmeyen, oyunbozan ilan ediliyor.   

Diyaloglar harika dedim ya, bol bol alıntılanacak konuşma var. Bunların bazısı hazırcevaplık içerirken bazısı felsefi derinliklere davet ediyor. Bir sahnede anasının gözü bir karı Dixon’ı o gece için baştan çıkarmaya çalışırken geçen bir “atışmayı" örnek verelim mesela:

Kadın: “Remember how I used to read u?”
Dixon: (Bogart nefis bir bakış atıyor burada) “Yeahh, since then I’ve learned to read by myself…”

Miss Grey ve Dix (sorguda)

Bir kitap var filmde. Bunu senaryolaştırması istenir. Dixon kitabı okumaya üşenir ve okumuş olan vestiyerdeki Mildred (Martha Stewart) isimli kızı evine davet edip konusunu anlatmasını ister. Romandaki Alathea Bruce karakteri, Dixon’ın yaşayacaklarının habercisi gibi çünkü üzerinde hep şüphe olan bir dul kadın. Neyse Dixon, Mildred’dan sıkılır ve yorgunum bahanesiyle evine gönderir. Ertesi sabah erkenden polislik yapan ordudan arkadaşı Brub (Frank Lovejoy) ziyaretine geldiğinde şaşırır. Mildred öldürülmüştür. Aşağıdaki konuşma karakoldaki ilk sorgusunda geçer:

Capt. Lochner: [Dixon has replied with sarcasm to Lochner's questions] You're told
that the girl you were with last night was found in Benedict Canyon, murdered.
Dumped from a moving car. What's your reaction? Shock? Horror? Sympathy? No -
just petulance at being questioned. A couple of feeble jokes. You puzzle me, Mr.
Steele.
Dixon Steele: Well, I grant you, the jokes could've been better, but I don't see why
the rest should worry you - that is, unless you plan to arrest me on lack of emotion.

(soldan sağa) Dix, Thespian, Mel ve Grey

Komiserin (Carl Benton Reid) Dixon’dan şüphelenmesini sağlayan duygusuz gözüken tavrıdır:

Capt: “U see each other much, after the war I mean?
Brub: “A year ago I called him. He promised to call back. I’m still wating.
Dixon: “When I found out he was a cop, I lost interest”

Komiser böyle düşünse de bana göre bu diyaloglarda Dixon’ın insanlara karşı duygusuzluktan ziyade ilgisizliği olduğu anlaşılır aslında. Bu ayrımı yapmak lazım. Sadece kadınlara yönelik bir durum değildir. Nezaket olsun diye mecbur hissedilen davranışları reddeder. Kendi dünyasında kendi kurallarıyla yaşamayı sever. Hissetmediğini hissediyor gibi görünmek istemez. Ne kabul etmek ne de kabul edilmek ister. Tek tabanca bir yolun yolcusudur.


Şahit olarak komşusu Miss Gray çağrılır.
Yine imalı ve zekice diyaloglar. Fiziği ve sesinin güzelliği bir yana, Miss Gray cevaplarıyla insanı etkileyebilen bir kadın.

Capt: “Do attractive young women often admire ur face Mr Steele?
Dix: If they do, they arent usually as outspoken as Miss Gray.We finished?”

Dix: “I’ll see that Miss Gray gets home”
Miss Gray: “Thank u, but I always go home with the man who brought me”

Ordudan arkadaşı Brub’a göre duygusuz tavrı onun karakteridir:

Brub: “Its hard to tell how Dix feeels about anything. We never figured him out. But he was a good officer and his men liked him. I like him too”


Mel’den nefis bir medya tespiti:

Mel: ıts easier to get people’s names into newpapers than to keep them out”

Miss Gray ile cilveli ama zekayı elden bırakmayan bir diyalog daha:

(Aynada bakar): “How could anybody like a face like this? Look at it”
Gray: “I said I liked ur face. I didnt say I wanted to kiss it. “
“U re a quitter…Get out before you get hurt type”
“Is that bad?”
“Suppose U save urself from trouble that way”
“I do. I think twice before I get into something.”
“U re getting  into something now.”
“No. I’m not. I’ve only thought about it once”
“Are u a fast thinker?”
“Not right now. I didnt get much sleep last night. A neighbor kept me awake.”
“Go ahead and get some sleep and we ll have dinner together  tonight”
“We ll have dinner tonight. But not together.”
“When u walked into the police station I said to myself: There she is the one thats different . Shes not coy, or cute or corny. Shes a good guy. I’m glad she is on my side. She speaks her mind. Ans she knows what she wants.”
“Thx sir. But let me add. I also know what I dont want and I dont wanna be rushed.”


Dix kadının tarzı ve konuşmasından çok etkilenir. “Cant take my eyes off her” şarkısının anlattığı kıvama gelir beklenmedik şekilde, her hareketinden belli eder :)

Öldürülen Mildred'ın erkek arkadaşı Henry Kessler ertesi gün polis merkezinde çok üzgün görünür. Komiserin beklediği, emönemlisi de uygun gördüğü davranıştır. Şüphelenmez. Dix ise akşam arkadaşı ve eşine yemeğe gider. İkisine cinayeti canlandırmalarını söyler ve nasıl olduğunu anlatır. Karısı tatmin olmaz.

“U forgot my hands. I could scratch his eyes out before he could kill me”
“Ahh, but u didnt. Your instinct was to grab his arm, try to loosen his grip.Thats where u lost the battle just as Mildred did. 
“U ve given this a lot of thought.
“I ve had a lot of experience in matters of this kind. I ve killed dozens of people in the pictures”
“Tell lockner to look for a man like me, only without my artistic temperament whcih may or may not be phony”

Mildred

Şöyle bir huyu var sanki Dix'in. İnsanlarda şüphe yaratmayı seviyor. Belki daha özgür hissediyor böyle olunca. Her an her şeyin beklenebileceği adam imajı verdiğinde beklentileri de sıfırlamış oluyorsun ki, bulunmaz bir sosyal özgürlük demek bu. Düşünülenin aksine güvenilir görülmek, en azından çoğu tanıdığın için, bir hapishane olabilir. Ne yapacağı belli olmaz demeleri seni onların vasatlığından ve uzantısı olan beklentilerinden koruyan bir kalkan gibi. Kişiliğin sürekli hareket ediyor sanki ve kimse aynı yerde bulmayı beklemiyor bir süre sonra. Büyük bir rahatlık. Belki de huzuru bulmanın farklı bir yolu. Deneyenler bilir. Ama sonradan üstüne giyilebilecek bir özellik değil bu, doğuştan varsa vardır. Anlayabiliyorum. 

Gittikten sonra Brub’un eşiyle konuşması da ilginç.

“Quite an evening. Well, what do u think?”
“I’m glad u re not a genius. He s a sick man Brun.”
“No he isnt”
“There s something wrong with him.”
“He s always been like that. He  is exciting. Guy”  
“Look when I took abnormal psychology..”
“Everytime we disagre u throw that college stuff in my face! I didnt go to college but I know Dix better than u do. There s nothing wrong with his mind except that its superior”
“He is exciting because he isnt quite normal”
“Maybe us cops can use some of this abnormality. I learned more about the case from him in 5 minutes than our entire investigations”
“Alright. But I still like the way you are: attractive and average!”
“Well thank u kindly”


Toplumun normalin dışına çıkmaya cesaret etmiş insanlara bakışını dile getiriyor Brun’ın eşi. Dix bu beraberlikle beraber işine yoğunlaşır. Mel’in pencerelerden yeni durumu hayretle izlemesi ve sonunda Miss Gray’e yakalanıp tatlı tatlı sohbet etmeleriyle bu durum izleyiciye aktarılır.

Mel: “If he d met you 10 years ago, I wouldnt have ulcers today”

Thespian gelir sarhoş halde. Kapıdan girerken düşer. Kısa iki cümle alışverişi bile Şekspirvari bir kaliteye sahiptir:

Dix:“You may arise now”
Thespian: “Easier said than done”

Thespian’dan "aşk böceklerine" bir sone, şahane:

“For thy sweet love remembered
Such wealth brings
That then I scorn to change
My state with kings”


Komiser Dixon’a takmış durumdadır. Üzülmüş göründüğü için ve iyi giyimli, güümseyen, toplumsal kurallara saygılı, örnek bir adam olduğu için sevgilisi Kessler’i şüpheli görmez.

Filmde Casablanca’dakine benzer bir  "piyanobaşı sahnesi" var. Ne kadar ince bir ortam  mesela. Acaba Türkiye’de ocakbaşı kültürünün onda biri kadar piyanobaşı sohbet kültürümüz olsa bugün başka ülkelerin işçiliğini yapar hale gelir miydik!? Arada böyle "uçuşmalar" da olmuyor değil zihnimde. Ne olacak bu memleketin görgüsüzlüğü sorusu önemli…



Kumsalda small talk. Brub’ün karısı sırasında komiserle konuştuğunu ağzından kaçırınca Dix çok kızar. Hepsine öfkelenir. Hışımla atlar arabaya, kız zor yetişir. Deli gibi kullanır arabayı. Başka bir arabayla çarpışmayı kıl payı atlatırlar. Genç sürücü iner, şımarık bir tiptir “manyak mısın lan” falan demeye başlar inip. Dix daha fazla dayanamaz atlar döver genci. Tam eline taş alıp vuracakken baygın haldeyken Gray durdurur. Burası abartıydı sanki, Dixon’ın yapmayacağı bir hareket. Kadın şüphelensin diye senaryoya konmuş gibi. Niye o taşı alsın ki? Zaten dövmüşsün, yerde yatıyor hareketsiz.

Neyse sonra arabayla uzaklaşırlar ve yatışır. Yüzlerce böyle kavga ettiğini söyler. Hakaret etti bana ne yapsaydım ben haklıydıma getirir. Kadın büyünün bozulduğunu hisseder sanki.  Bir kırılma noktası yaşanır. "Belki de söylenenler, tüm suçlamalar gerçek" kuşkusu hakim olur. 



Kadının yatağı başındaki sahne yine anlamlıdır. Alarm çalar. Dix odaya girip alarmı kapatır. Sanki kadının kafasının içindeki alarmın seyirciye duyurulması için çalmıştır o alarm. Grey o alarmı dinleyeceğini bundan sonraki diyalogda belli eder:

Dix: “Wanna go back to sleep”
Grey: “No I’ll get up”

Dix kadına evlilik teklif edince kadın hayır diyemez ama buna cesareti de yoktur. Menejer Mel’in burada söylediği kesinlikle doğru. Adam hep böyleydi, yapamayacaksan niye başladına getirir.

Gray“Why cant he be like other people? Why??”
Mel: “Like other people? Would u have liked him? U knew he was dynamite. He has to explode sometimes.”



Sonrası final. “In a Lonely Place” çok sevdiğim bir film. Ara ara seyrederim. Bilhassa diyaloglarının zenginliği, Dix’in sıradışı karakteri ve Miss Gray’in dilbaz güzelliğiyle insanı içine çekiveriyor. Filmin içinde sohbet konusu yapılıp tartışılacak pek çok söz ve mesele var. Klasik bir "film noir" olmanın ötesinde, psikolojik gerilimin ağırlığını hissettirdiği bir içeriğe sahip. Tavsiye ederim.

Kavga sonrası arabayla dönerlerken Dix yazdığı senaryo için bulduğu harika bir lafı paylaşır. Aslında  bu yine kendi yaşayacaklarının bir habercisidir. Dix'in veda notu olması açısından bu yazının da sonuna yakışacağını düşünüyorum:

-I was born when she kissed me, died when she left me. I lived a few weeks while she loved me- I want to put it in the script. I dont know quite where.”
“The farewell note?”
“Dunno. Maybe”





















Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

Sözcü Gazetesinin "Sapık" Saçmalığı


Sözcü gazetesindeki bir haber (2 Mayıs 2018) dikkatimi çekti. Amerika'da 29 yaşında bir kadın öğretmen 17 yaşındaki erkek talebesiyle cinsel yakınlaşmalar yaşamış. Sözcü de bunu yukarıdaki başlıkla haber yapmış.

Sorun şu, bir kere bu olay yargıya intikal etmiş durumda. Neyin ne kadar doğru olduğu belli değil. Sözcü gazetesi olarak sizin kimseyi "sapık" diye yaftalamaya hakkınız yok. Belki çocuk isteyerek beraber oldu, sonra aralarında sorun çıktı. Neyin ne olduğunu nereden biliyorsunuz? Ayıp değil mi "sapık" gibi bayağı ve yersiz bir suçlamayı yapıştırıyorsunuz kadının üstüne. Yazıda sürekli sapık kelimesi kullanılmış, sanki söylemekten zevk alınır gibi. Belki mahkemede olayların farklı bir boyutu çıkacak, size mi kaldı elalemi hemen sapık ilan etmek? Ne düşük bir gazetecilik anlayışıdır bu..! Ben olsam bu haberin arkasında kim varsa gazeteden uzaklaştırırım. Hem de hemen!

7-8 tane Amerikan gazetesine baktım. Adamların kendi ülkesinde olan bir olay ama bir tanesinde "sapık" gibi bir kelime ya da bir hakaret geçmiyor. Bizimkiler haberde kadının ne yüzsüzlüğünü bırakmış ne sapıklığını. Sanki "Facebook"ta yorum yapıyorsunuz..! Böyle gazetecilik mi olur? Abuk sabuk yorumlarınızı kendinize saklayın. Yorum isteyen köşe yazarlarınızı okur, ki ben de bazılarını okuyorum. Ne böyle haber verilir ne de böyle gazetecilik yapılır. Diyeceksiniz ki diğerleri bizden beter, doğru, zaten onları dikkate almadığım için sizin yaptığınız hatayı yazıyorum. Onlara yakışır ama Sözcü'ye yakışmıyor. Dış basından aktarılması gereken yığınla haber içinde seçe seçe bunu mu seçtiniz?

Ayrıca 17 yaşında kazık kadar erkek çocuk. Öğretmen de 29 yaşında genç bir kadın. Neyi zorla yapacak? Gidip şikayet etseydi çocuk. Bunların beraber olmasında öyle sapıklık falan da yok. Etik olarak ve reşitlik açısından tartışılır, hepsi bu. Millete ahlak bekçiliği yapıyor diye kızıp sonra kendiniz zırvalıyorsunuz. Asıl sizin bu haberde sergilediğiniz "sapkın" bir gazetecilik anlayışı..!

Bu haber nasıl yapılır aşağıdan öğrenin:

https://www.washingtontimes.com/news/2017/dec/4/ex-teacher-pleads-not-guilty-to-sexual-contact-wit/

https://www.washingtontimes.com/news/2017/oct/4/maine-teacher-indicted-on-charges-of-having-sex-wi/


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...