14 Aralık 2018 Cuma

Achtung..! Uzak Durmam Gereken Tipler


Bir buluşma/sohbet sırasında telefonuyla oynayıp duranlar

Hiçbir çaba sarf etmeden doğuştan sahip olunan özelliklerle kendini tanımlayan ya da övünenler (din, dil, ırk, aile vs)

İkide bir “Rabbim şöyle yapsın, Rabbim böyle yapsın, Yaradanıma şükür” diye Allah’ını ağzına sakız etmişler. Bilhassa kadınlarda çok var

Selamınaleyküm dediğinde merhaba diye cevap verince bozulanlar

Tüm söyledikleri, konuştukları, dilin ve dönemin klişelerinden ibaret olanlar

Ayrım yapmadan herkesi aynı kefeye koymanın adil ve matah bir davranış olduğunu sananlar. Hayatın bir ayıklama ve seçim süreci olduğunu anlayamamışlar.

Her yapılan işle ilgili verilen emeği ön plana çıkartarak eleştiriye önceden set çekenler

Yüzüne gıkını çıkartamayıp arkadan konuşan kahpeler

Carpe Diem felsefesini anlayamayıp “vur patlasın çal oynasın” takılanlar, eğlenceye tapanlar.

Davranışlarıyla sözlerini yalanlayanlar

Görgüsüzlüğünü ya da cahilliğini samimiyet ya da sevimlilik olarak pazarlamaya çalışanlar

Boş, yalandan ya da yapmacık konuşanlar

Bireysellikleriyle değil birliktelikleriyle var olabilenler

Gülümsemekten zevk almayan, sürekli asık suratla gezenler

Doğru dürüst hiç değilse bir ilgi alanı olmayanlar. İlgi alanına “gezmek” ya da “kitap okumak” gibi gülünç cevaplar verenler

Yeryüzündeki insanların sadece %1’ini, hem de çoğu çağdaş olmayan %1’ini içermesine karşın sürekli Türkiye’yle ilgili konuşanlar, sürekli Türkiye’yi referans gösterenler. Dünyası Türkiye’den ibaret olanlar.

Günlük hayatı ve karşılaştığımız gündelik problemleri küçümseyip hep büyük gözüken konularda atıp tutanlar.

Telefon numaranı sana sormadan birilerine verenler

Beklenti içine girip umduklarını bulamayınca düşmanlık edenler

Dinleme kültürü olmayan ve sürekli kendi ıvır zıvır hayatından bahsedenler

Konuşmayı bir güç gösterisine döküp en sert sesini çıkartmaya çalışarak seni önden sindirmeye çalışan komik tipler. Erkekler çok yapıyor.

Sürekli birilerinden alıntı yaparak fikir tartışması ya da felsefe yaptığını zannedenler

Astına ya da zayıfa daha yukarıdan bakan ve kötü davranan, üstüne ve güçlü gördüğüne yanaşmaya çalışan kişiliksizler

Okumuş olmak için kitap okuyan, seyretmiş olmak için film seyredenler. Kısacası yaşamış olmak için yaşayan etiketten ibaret tipler

Varoluşunu gürültü çıkararak ispatlamaya çalışanlar, “konuşma” gibi kutsal bir "kod alışverişini" faydasız bir kakofoniye dönüştürenler

Her şeye heyecanlanan, her gördüğünden etkilenen, etrafına bol kepçeden ünlemler dağıtarak yapmacık bir hayat sürdürenler

Zamanın, popülerin kıskacında oradan oraya savrularak paçavraya dönerken, bunu çağa ayak uydurmak olarak pazarlayanlar.

Tabiatı bir süs bahçesi gibi görüp sürekli güzelliğinden bahseden ama altında yatan aklı ısrarla yok sayanlar.

Malı mülküyle kendine değer katma çabasında olanlar (cep telefonu artistliği de buna dahil)

Hayvanları sevmeyenler

Telefonuyla, arabasıyla, çocuklarıyla sürekli bir gürültü çıkartma hali içinde olan kırolar

Kıytırık bir İngilizce ve uyduruk bir üniversite sonrası kendini aydın zanneden tıfıllar

Mevki/makama saygı göstermenin gerçek bir “putlaştırma” olduğunu anlayamayan embesiller

Sırıtmayla gülümsenin arasındaki farkı anlayamamışlar

Saygınlık elde etmeye çabalarken soysuzlaşanlar

Kendi yaptığı ahlaksızlıkları başkalarının üstüne yıkanlar. Siyasetçiler çok yapıyor.

"Aman karışmayayım" kaygısıyla temiz kalacağını zannederken daha beter kirlenenler

Güç odaklarının piyonu olmakla gururlananlar


Lafı çok uzatanlar da bu listeye dahil olduğu için şimdilik bitirelim, ilerde devam ederim :)


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır. 

13 Aralık 2018 Perşembe

Meteor (1979): Bilimkurgu/Felaket filmi

Bir meteor hızla dünyaya yaklaşıyor. Amerika ve Rusya ortak çalışmazsa önlemeleri imkansız fakat soğuk savaş dönemi. Derin bir güvensizlik var. Birbirlerine karşı gizlice aldıkları önlemlerin ortaya çıkmasından korkuyorlar. İki ülke yetkilileri arasındaki atışmalar ve anlaşmazlıklar arasında, yaklaşan meteorun tehdidine odaklanan Amerikalı bilimadamı Paul Bradley (Sean Connery) ve Rus bilgin/tercüman Tatyana Donskaya’nın (Natalie Wood) felaketi önleme çabaları.

Yıldızlarla dolu bir Kadro
Sean Connery, Natalie Wood, Karl Malden (San Fransisko Sokakları), Brian Keith, Martin Landau (Uzay 1999), Joseph Campanella, Henry Fonda bir çırpıda sayabileceklerim.

Yönetmen: Ronald Neame
Aynı zamanda bugünkü süper kahraman filmlerine benzer şekilde 70lerdeki felaket filmleri furyasının ağır toplarından “The Poseidon Adventure”ın (1972) da yönetmeni olan Ronald Neame. Britanya asıllı. Hitchcock’un yanında kameraman olarak çalışmış ve sektörün pek çok alanında emek vermiş bir sinemacı.   


Senaryo
Senaryo Stanley Mann ve Edmund North’a ait. Bilimkurgu’ya  meraklı olanlar hemen çok sevdiğim “The Day the Earth Stood Still” filminin de bir Edmund North senaryosu olduğunu hatırlayacaktır. Ne filmdi…Bir ara ondan da bahsedelim. Orjinalinden tabii ki.

Felaket Filmleri ve 70ler
Öncesi de olmasına karşın 1970lerin başından itibaren Hollywood’da bir “felaket filmleri furyası” başlıyor. Bugünkü süper kahraman furyası gibi bir şey.

Özellikle Airport (1970) ve Irwin Allen’ın “The Poseidon Adventure” ve “The Towering Inferno” gibi filmleri genelde ilk akla gelenler.

Bana sorarsanız “Jaws” (1975) bile bu kategoride değerlendirilebilir. Zaten yapımında bu dönemin revaçta filmlerinin etkisi olduğu muhakkak.  


Meteor
Filmin açılış sahnesi Sean Connery’nin yat yarışındayken hemen merkeze çağırılıp götürülmesiyle başlıyor. Devletin acilen başarılı bir bilgini çağırtması sık başvurulan bir başlangıç. Mesela bence başarılı olmasına karşın ilk sezon sonunda iptal edilen “Threshold” dizisi geliyor aklıma. Peter Dinklage’ın da aralarında olduğu bilimsel ekibin başına getirilen Carla Gugino’nun evinden alınmasıyla başlıyordu dizi. “The Day the Earth Stood Still”in remake’i de (2008) benzer bir sahneyle Jennifer Connely’nin evinden alınmasıyla seyirciye merhaba diyordu. Hatta “Arrival” filminde de hemen girişte olmasa da benzer bir durum vardı diye hatırlıyorum.


Filmin muhtemelen kimsenin değinmediği,  mutlaka bahsetmem gereken bir olumlu özelliği var. Film boyunca belli aralıklarla meteorun parçalarının doğurduğu öncü felaketlere tanık oluyoruz. Böylece “yaklaşan büyük felaket” algısı yaratılarak müziktekine benzer bir gerilim crescendo’su  yaratılıyor. Normalde çoğu felaket filmi bunları görsel efektlerle süsleyerek “senaryosuz görüntüler” olarak verir ama burada farklı bir metod var. Üstelik çok iyi işleyen bir metod. Mesela tsunami Hong Kong’u vururken hemen bir “minik hikaye” yaratıyor film ve karısı ve çocuğunu almak için bir adamı eve koştururken görüyoruz. Sonra onları alıp dışarı çıkıyor ve diğer insanların arasında. sokakta kaçarken izliyoruz. Böylece doğrudan kaçışan insanlar gördüğümüzde oluşacak duygusal etkiden fazlasını oluşturabiliyor film. Kendinizi onların  yerine koymanızı kolaylaştırıyor. Bir başka sekansta Sibirya’ya çarpan başka bir parçayı gösterirken sadece meteora bakan bir eskimo göstermiyor, bir eskimo ailesinin yaşamını kısa ve hızlı bir kesitle birlikte veriyor. Yine İsviçre Alplerindeki sahnede bir gruba odaklanıp felaketi onların üzerinden genelleştirerek yansıtmayı tercih ediyor. Doğrudan kayak yapanların üzerine düşen çığa odaklanmıyor.


Filmin önemli bir artısı sadece baş kadın ve erkek karakterlere odaklanmaması. Birçok yan karakter var ve bunları da etkileyici şekilde kullanmayı başarıyor.Figürandan hallice olan oyuncular bile çok iyi kullanılmış. Örneğin üste beraber çalışan iki sevgilinin elele tutuşmalarına yakın çekim yapılması, çarpışma sonrası kızın ölmesi belli belirsiz bir yan hikaye meydana getirerek ana hikayenin gücüne güç katıyor. Basit olayların/ayrıntıların duygusal yan hikayelere dönüştürülmesi süreci, satranç oynayan amerikalının boğulmasından, generalin ölümüne kadar film boyunca seyirciye eşlik ediyor ve adeta hikayenin boş kalmamasını sağlayan birer dolgu vazifesi görerek anlatımı güçlendiriyor.


Filmin sık başvurduğu imgelerden birisi de televizyon ve radyosu başında toplanmış halk. Spielberg’ün “Munich” filmini hatırlarsınız, o kadar çok kullanılmıştı ki bu anlatım tekniği. Ya da benim aklıma yine “The Day the Earth Stood Still” filmi geliyor. Gelişmelerin  TV/radyo aracılığıyla haber olarak hikayeye yedirilerek duyurulması, bir nevi sessiz sinema döneminin intertitle’ları gibi bir etki yaparken, bir yandan da anlatıma belgeselvari bir gerçekçilik katıyor. Geniş kitlelerin etkilendiği bir “olay” olduğu, “halk ekranları başında merakla izliyor” algısının iletildiği sık tekrarlayan bu tarz sahneler işe yarıyor. “V for Vendetta” filminde de çok vardı diye kalmış aklımda.

Bana göre filmin altını muhtemelen bilmeyerek çizdiği felsefe ise birlik beraberlik gibi klişe bir slogandan ziyade, dünyadaki milletlerin ya da devletlerin ancak dünya dışından gelen bir tehdite karşı biraz da mecburiyetten ortak çalışabilecekleri gerçeğiydi. Yoksa kardeşlik falan hikaye.


KISA KISA
Görsel efektler eskimiş doğal olarak. Senaryo yeterli seviyede.

Arabaların arasından geri doğru giderken camlardan göğe hayretle bakan insanların çekildiği sahne özgün bir sinematografiydi.

Martin Landau, kalın kafalı milliyetçi general rolünde. Bu yaz “Invaders” dizisinin bir bölümünde de rastlamıştım.

Connery’nin canlandırdığı bilgin espriyle karışık kendi ülkesini eleştirebilen bir karakterdi.

U d like it here, u know? We ve got everything. Power cuts, strikes and unemployment, race riots, and a terrific crime rate.”
  

Benim için Rusça konuşmalar ayrı bir tad kattı filme. Seviyorum bu dili. Mesela Connery’nin Rus tercümana boşanma sebebini “incompatibility” olarak özetlemesine karşılık, Tatyana, “nesavmestimost” olarak karşılık verdi. Zaten Tatyana rolünü oynayan Natalie Wood Rus asıllı ve rahatça Rusça konuşabiliyor. Hollywood’da çok Rus asıllı oyuncu vardır.   

Genel olarak günümüzde dahi seyredilebilir bir film. Hatta son çeyrekteki üsten kurtulma kısmı “Poseidon Macerası” gibi ayrı film bile olurmuş.

“Armageddon” ve “Deep Impact” gibi filmlerin atası sayılabilir. Retro felaket filmi meraklıları sevebilir. Orta karar bir 70ler filmi.



















Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

8 Aralık 2018 Cumartesi

Autumnwatch 2018 (BBC ve PBS Doğa Belgeseli)


“Coast” diye bir belgesel serisi vardı. 2005 yılında başladı. Hala devam ediyor. Çoğunu arşivime katmıştım. İlk bölümlerde Britanya’nın kıyılarındaki doğa ve sosyal doku incelenirken sonraki yıllar İskandinavya, Avustralya ve Yeni Zelanda’yı merkeze aldılar. Başlarda Nicholas Crane, Neil Oliver, Alice Roberts, Miranda Krestovnikof, Mark Horton gibi iyi sunucuları vardı ama zamanla onların da çoğu değişti. İlk sezonlarını hala ara sıra seyrettiğim harika bir seri. Bir gün bahsedeceğim zaman olursa. 

SpringWatch” formatıyla “Coast” ile aynı yıl yani 2005’de, başlayan “Watch” serisinin o tarihten beri bir Japonya özel programı dışında Britanya dışına çıktığını hatırlamıyorum: Bu sene çok sevdiğim Martin-Hughes Games’in ayrılışının ardından “AutumnWatch”ı New England’da, yani Amerika’da çektiler. Hem de iki versiyonu var. Biri PBS diğeri BBC için. İkisinde de Chris Packham var ama PBS, yani ABD versiyonunda yanında copresenter olarak Travel Channel’dan tanınan Samantha Brown ve yardımcı sunucu olarak da yakıştığını düşündüm yaban hayatı kameramanı Bob Poole yer alıyor. BBC versiyonunda ise Michaela Strachan ve Gillian Burke devam ediyor.   

Tabii ki iki versiyonu da seyrettim. Bir kere Martin-Hughes Games’in yeri dolmuyor. PBS versiyonunda Samantha donuk kalıyor oysa Michaela BBC’de cıvıl cıvıl. Samantha’da ne eski sunucu Kate Humble’ın ne de Michaela’nın canlılığını ve karizmasını göremedim. İdareten sunuyor gibi durmuş. Zaten alanı da yaban hayatı değil. 


PBS versiyonu Packham’a rağmen artık başka bir format, başka bir program gibiydi. Kabak tatlısı tarifleri falan neydi öyle. Neyse ki diğer ekiple BBC versiyonu eski günlerdeki kadar dolu dolu olmasa da klasik tadı verdi. Zaten belgesel dediniz mi zirve BBC'dir, tartışılmaz. Genele baktığınızda NG, Discovery falan onun yanında masal gibi kalır. Ayrıca PBS versiyonu 3 bölüm, BBC versiyonu ise 4 bölüm. 

Notları paylaşmıyorum artık, isteyen kendi notunu alır, ama ilginç konular var. Bilhassa cranberry toplama metodu seyretmeye değer. 

Gelenekselleşen güzelliklerin bir parçası olmayı seviyorum. Uzun soluklu dizilerde de buna benzer bir doyum var. Bir süreklilik hissi veriyor insana. Zamana tutunuyorsun sanki. Sırada şubat gibi Winterwatch 2019 var. Buluşmak üzere çocuklar. Harikasınız. 


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır. 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...