10 Şubat 2019 Pazar

Sarı Yelekliler: Basında Karikatür ve İlüstrasyonlar

Fransa'daki sarı yelekliler (gilets jaunes) hareketinin 13. haftasını geride bırakmak üzereyiz. Nedir ne değildir her yerde yığınla yazı var, burada anlatmaya gerek yok. Özetle bize bu vergileri yükleyemezsin, bu zamlarla bizi terbiye edemezsin, bizi fakirleştiremezsin, bizim oyumuzla bizim paramızla bizi ezemezsin diye kadın erkek çoluk çocuk genç yaşlı Macron'a ve temsil ettiği zihniyete karşı sokağa döküldüler. Rahatlarını bozdular, sokaklarda polisi de karşılarına alarak haklarını aramaya devam ediyorlar. Aslında Macron, Ortadoğunun ya da Güney Amerika'nın kıro diktatörlerinin yaptığının onda birini yapmadı bana sorarsanız. Ama halk Avrupalı. Halkın kültüründe var haksızlığa başkaldırı ve tepki göstermek. Belki dünyanın pek çok yerindeki zalimliklere sesini çıkartmıyor Fransız ama hiç değilse kendini ezdirmiyor, bu da bir  şeydir. Yok öyle "Oyu aldım, ister oyarım ister soyarım" zihniyeti. Uydurma geçmişler yaratıp övünürken her gün sokaklarında her türlü ahmaklığın ve alçaklığın sergilendiği milletlerin tersine, 2019 yılına da haklı bir tepkiyle damgalarını vurdu Fransızlar. Onurlu halkların yaşam standartları da onurlu oluyor. Onurlu halklar geçmişte yaşamaya tenezzül etmiyor. Onurlu halklar bok yoluna gitmenin değil, insan gibi yaşamanın peşinde. Ölümler değil yaşam kutsanıyor onlarda. Biz daha iyisine layığız diyen sahtekar popülistlere aldırmayın siz. 2000lerde hala "ağa" peşinde koşan zavallı milletler uygarlıklarıyla değil "ölümleriyle övünme" yarışına devam edecekler gibi gözükmekte.

Bugün basında ve nette çıkmış konuyla  ilgili karikatür, grafiti, afiş, pankart, fotoğraf ve ilüstrasyonlardan birkaç örnek vermek istiyorum. Bu konuda bir eksiklik olduğunu hissettim. En çok gönderme yapılan her zamanki gibi "La Liberte Guidant le Peuple" (Eugene Delacroix) resmi oldu. İleride gerek olursa devamını da getirebilirim ya da biriktikçe buraya eklerim.



Marie Antoinette'e gönderme






Psycho :)


"Sefalet eken, öfke biçer"






Galyalılar öfkeli :)







Nefis bir  mural. 



Ekmekler de küçüldü sanki :)


Ne sarısı, bizde her renk var abi :)




Christophe Dettinger


Meşhur Frigya takkesi. Şirinler okuyanlar bilir :)





İçimizdeki Ruslar :)



Kelime oyunu yapmış. Devrim değil düşevrimi gibi 

Halkçılığın da fazlası iyi değil :)


Adam gibi bölüştürün şu serveti!




Korsika bandanası














"Piyon değiliz, devrimle sileriz":)

Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

7 Şubat 2019 Perşembe

Ölümcül Grip Salgını: Beklenen Felaket - Contagion: The BBC 4 Pandemic (2018)


Önce size bir soru: Geçtiğimiz yüzyılda en fazla insanı öldüren felaket neydi? Savaş, deprem, tsunami? Hayır, hiçbiri. 100 milyona varan insanı öldüren sadece sıradan grip virüsünün biraz farklı bir tipiydi: İspanyol gribi.

Peki başka bir soruya hazır mısınız: Binlerce liralık akıllı telefonunuzu bomboş muhabbetleriniz dışında en son hangi faydalı iş için kullandınız? Çoğumuz ne telefonun hakkını verebiliyoruz ne de hayatın. İkisi çok farklı değil aslında.

Biz ülkemizi perişan eden ve yıllardır kendini tekrar edip duran ekonomik krize dahi önlem almamakta direnerek ahmaklığımızı ispatlarken, Britanyalılar yeni bir grip salgını çıktığında nasıl baş edebileceklerine, insanlarını nasıl koruyacaklarına dair çok ciddi stratejiler üretiyor. Çünkü biliyorlar ki “grip salgını” da tıpkı depremler gibi kaçınılmaz bir afet olarak karşımıza çıkacak.


Matematikçi Hannah Fry’ın sunduğu programda yeni bir virüs tipine karşı aşı üretebilmek için 4 aylık bir süreye ihtiyaçları var ve bu arada salgını nasıl yavaşlatıp sınırlayabiliriz diye çözümler üretiyorlar. Bu çözümlerin gerçekçi olması için bir salgın modeli yaratılıyor ve yayılım paternleri, hızları inceleniyor. Kişi bazında takiplerde cep telefonları temel alınıyor ve ayrıntılı bir veri akışı toplamak inanılmaz kolaylaşıyor. Bir akıllı cep telefonu aplikasyonu yaptırmışlar, deneye katılanların teline yükleniyor ve bilgi akışı merkezde otomatik olarak toplanıyor. Sosyal alışkanlıklar ve toplumsal yaşam paternleri de bu sayede daha iyi anlaşılarak tedbirlerin odaklanması gereken zayıf noktalar belirlenmiş oluyor. Biri yerel (500 kişi) diğeri daha geniş kapsamlı (29.000 civarı) iki araştırma yapılıyor ve tüm veriler Cambridge Üni’deki bir merkezde biyomatematikçilerce değerlendiriliyor. Sistem o kadar iyi programlanmış ki kimin kime bulaştırdığı bile tespit edilebiliyor. Mesela dükkan çalışanları en çok virüs yayanlar oldu. Super spreaders deniyor bunlara. Bu çalışmalar geliştirilerek ve katılım arttırılarak hala devam ettiriliyor.    

Türkiye’nin gribal bir pandemiye, hatta bir epidemiye bile hazır olmadığını söylememe gerek yok herhalde. Biz daha deprem için boş alanlar belirlemek, acil durum konteynerlerine sahip çıkmak gibi amelelikten ibaret işlerde bile sınıfta kaldık. Tam tersine önceki depremde onlarca can kurtaran AKUT’u cezalandırmak için elimizden geleni ardımıza koymadık. Üstüne üstlük depremi beklerken müteahhitlere yeni insanlar kurban ederek adeta “nasıl daha çok ölürüz”ün provasını yaptık. .

Virüslere gelmeden önce Türkiye önce kendini yüzyıllardır pençesinde kıvrandığı “akılsızlık” epidemisinden kurtarmalı. Dinmiş, gelenekmiş, töreymiş, tarikatmış, ırkmış, devletmiş, aşiretmiş bir kenara koyacak ve aklı egemen kılacak bu ülke. İnanan değil, bilen toplum olacak. Şimdi diyecekler ki “Efendim ikisi bir arada niye olmasın?” Oluyorsa yapsaydın yüzyıllardır, elini tutan mı var!

Contagion belgeselini tavsiye ederim. Geçenlerde Konsol Üssü’nde zombiler yaşadığınız bölgeyi istila ederse nasıl kaçarız temalı bir sohbet olmuştu, bu biraz fantastik gözükse de viral bir salgın kaçınılmaz. Bence her aile bu gibi pandemilerde nasıl bir yol izleyeceğini tıpkı depreme karşı önlem alır gibi, devletten bağımsız olarak oturup planlamalı. Salgınlar depreme falan benzemez, bu işin şakası yok. Üstelik haksızlığın ve kötülüğün normal sayıldığı toplumların başına her türlü felaketin gelmesi daha da yakındır. Hazırlıklı olmakta fayda var.     




















Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

1 Şubat 2019 Cuma

“Ben Deli”: Bir Altarriba ve Keko Çizgiromanı


Hazır herkes Angouleme’de çizgiroman festivali için toplanmışken çeşitli gruplar tarafından verilen birkaç ödül daha var. Bunlar resmi ödüllere dahil değil ama yine de bir prestije sahipler. Mesela bunlardan biri birkaç yıl önce Ramize Erer’in aldığı “En Taş.klı Çizer” , bir diğeri ise Turnusol ödülü. Turnusol ödülü  ekolojik meseleleri işlemiş, ekopolitik sorunları seslendiren önceki sene çıkmış bir ÇRa veriliyor.

Bu yıl Turnusol ödülünün yirmi üçüncüsü Antonio Altarriba’nın; “Ben Deli” (Yo Loco) grafik romanına verildi. Bu albüm “Ben” üçlemesinin”, “Ben Katil”den sonra gelen ikinci bölümü. Bu konudan Altarriba’nın geçtiğimiz yıllarda çevirip burada yayınladığım röportajında bahsetmiştim.

Bir psikiyatr olan doktor Angel Molinos, zihinsel hastalıklar üzerine deneyler yapan ve insan denekler üzerinde testler yürüterek yeni ilaçlar geliştiren bir şirkete çalışıyor. Bu karakterin üzerinden günümüz ilaç endüstrisinin şüpheli eylemleri ve sağlığa değil insanları sağmaya aracılık etmesi konu ediliyor. 


Çizer yine Keko. Daha kapaklara bir göz atmamla sembolizm kendini göstermeye başlayıverdi. “Ben Katil”de siyah/beyaz çizimlere ara sıra karşımıza çıkan sembolik bir kırmızı eşlik ediyordu. Bu albümde ise kırmızının yerini “sarı” almış gözüküyor.

Angel Molinos, bir önceki albümdeki katil gibi Vitoria’da yaşıyor. Aslında bu durum bir tesadüf  değil, sebebi Antonio Altarriba’nın Vitoria’daki üniversite’de profesörlük yapması ve yaşaması, yani bu seçimin kökeni otobiyografik diyebiliriz.

Çizgiroman bitişik yazılır ve Grafik Roman üzerine
Bu üçleme benim gözümde "Grafik Roman"ın en başarılı örneklerinden birisi. Bu arada aklıma gelmişken söyleyeyim, grafik roman herkesin sandığı gibi çizgiroman'ın bir alternatifi değil, alt türüdür. Bunu özellikle belirtmek istedim çünkü bu konuda bazen "çizgiroman mı grafik roman mı" gibi son derece aptalca sınıflandırmalar görüyorum, itibar etmeyiniz efendim. Her grafik roman bir çizgiromandır ama her çizgiroman bir grafik roman değildir.

Ayrıca ÇRseverlere şunu da belirteyim, çizgiroman bitişik yazılır. Bu konuda yıllar önce yazdığım ayrıntılı bir yazım vardı ama onu başka yerde değerlendireceğim, zaten buraya koysam kaç kişi anlar :) Dolayısıyla ergen ehlinin "Ama TDK böööyle diyooor" demelerine falan bakmayın. TDK'nın bu konuda hiçbir mantıklı açıklaması olmadı. Zaten TDK yıllardır ciddiye alınacak, Türkçe'ye çözümler üretecek, referans olabilecek bir kurum değil. Atıyorlar kendi görüşlerine uygun bir akademisyeni, olay bitiyor. Bugünün hazine bakanı, adalet bakanı ne kadar işinin ehliyse, söyledikleri ne kadar ciddiye alınabilirse, TDK da işte o kadar ciddiyete sahip bir kurum. Kaç tane şair, kaç tane romancı, kaç tane tiyatrocu, kaç tane nitelikli gazeteci var kadrosunda, yönetiminde? Yok öyle işinin ehli yetenekli insanlar bu kurumda. Oysa dili akademisyenler değil, o dilde "yaratan" sanatçılar inşa eder, iyileştirir, yönlendirir. Dilin öz anaları bunlardır. Hem bilgili hem de yaratıcı bu insanlar pratiğe yönelik yepyeni çözümler ve vizyonlar ortaya koyar. Akademik ve teorik yaklaşımlar ise bunların yokluğunda dil üzerinde bir nevi üvey analık etkisi yaratır. Daha fazla hırpalar. Hiçbir derdine deva olamaz. Zaten olamamıştır da. Her şeyi akademik kafalara havale etme kolaycılığından ve kafasızlığından kurtulmalıyız. Hele bunlar yetersiz üniversitelerin politize olmuş, güdümlü ve sahte ürünleriyse. 

Neyse, yine sinirlenip zıpladım, böyle birden alakasız yerlerden alevleniyorum bazen :). Albümün Fransızca tercümesi 2018’in sonlarında çıktı. 136s. Yeni sayılır.  İleride Fransızca'sını okuduktan sonra ayrıca ayrıntılı bir inceleme yaparım belki.


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...