"The winner takes it all
The loser standing small"
ABBA
Yılın kapanış mesajı muhtemelen. Son bölümün notları hazırdı ama bir türlü oturup yazıya dönüştüremedim. Sanki bu incelemeden sonra uzun bir süre diziyle görüşemeyecekmişiz gibi hissedip "son birlikteliğimizi” geciktirmek istedim belki de. Son 3-5 yıldır seyrettiğim diziler içinde “bana en çok yaklaşabilen” drama dizisi BCS oldu. Duygusal bir bağımız oluştu adeta. Baştan savma bir uğurlama yapamazdım.
İlk sekansa geçmeden önce jenerikte dikkatimi çeken bir
noktayı paylaşmalıyım. “World’s greatest
lawyer” yazan kupanın ağır çekimle yere düşüşünü seyrediyoruz. Bu da
Jimmy’nin düşüşü ve Saul’un doğuşunu
sembolize ediyordu bana kalırsa.
Yapım Notları
Yapım ekibi bu bölümde olayların sıralamasını tayin edip
kurgularken (sequencing of events) zorlanmış. Mike ile Jimmy timeline’ını
ayarlamak gerekiyormuş çünkü Jimmy'nin timeline aşağı yukarı 1 haftayı
kapsıyor. Mike/Lalo/Werner süreci ise superlab sekansı haricinde bir günde
geçiyor. Dunkirk’deki gibi dönüşümlü iki timeline olarak vermek istemişler. Ama
seyredince olmadığını anlamışlar ve kurguyu en baştan tekrar yapmışlar. Bunu yaparken “file cards for sequences” kullanılmış. Cemetery. Mike kills Werner gibi isimler
verilmiş kartlara.
Sonunda gece ve gündüz ayrı olduğu sürece zamanlamaların
sorun olmadığını anlamışlar. Yoksa birinde bir haftalık diğerinde iki günlük
bir süreci vermenin anlatıma zarar vermediğini görmüşler.
Fark etmişsinizdir sezonun, belki de dizinin en uzun
bölümüydü. Buna rağmen bazı kısımlar çıkarılmak zorunda kalınmış. Nacho’nun bir sahnesi varmış mesela ama kesilmiş
mecburen. Başka bir sezonda da finalde yer kalmadığı için Mike olmamıştı.
Lalo’nun dürbünle gözetlediği tavuk çiftliği Breaking Bad’den
tanıdığımız bir mekan. Fakat bu
mekan BB dördüncü sezonundayken yıkılmış. Geçen sezon aynı yer için "matte" kullanmışlar. Bu bölümde green screen de kullanarak Wacom tabletlerle yeniden
eskisi gibi yaratmışlar. Matte painting, repositioning, 3D modelleme,
ışıklandırma ve uydu fotolarından faydalanılmış.
Bu sezonun sonuna doğru Gus’ı oynayan Giancarlo Esposito kayak yaparken kaza geçirmiş ve ayak bileğini
kırmış. 8-9-10 eplerde sakat. Ağırlık veremiyor çünkü yürürse sigorta
masrafları karşılamam demiş. Dolayısıyla bir dublör bulmuşlar ve bu bölümde de
olan yürüdüğü sahneler arkadan dublörle çekilmiş. Hatta Gus’ın sahneleri
sonradan başka yönetmen çekmiş ve bütüne dahil edilmiş.
Yönetmenleri genelde Melissa
Bernstein buluyor. Her birinin yeni bir şeyler kattığını söylüyorlar.
Mesela Terry Mc Donaugh’un “short focus shots” kullanmasının artı
değer olarak yansıdığı söylendi.
Çekim öncesi hazırlık inanılmaz yoğun ve özenli. Daha o
dönem nasıl bir iş çıkacağı büyük ölçüde belli oluyor.
Diane Mercer
insanların ne renk giyeceğini, duvarda hangi sanat örneklerinin olacağını,
hatta duvarın ne renk olacağını bile uzun uzun tartıştıklarını söylüyor.
Normalde teaser + 4
act şablonu uygulanıyor ama bu uzun sezon finalinde teaser + 6 act kullanılmış.
AÇILIŞ
Tekrar tekrar seyrettirdi bu açılış kendini. Hüzünle karışık bir coşku. Buruk bir gülümseme. Hepsi vardı. Hani “coğrafya kaderinizdir” derler ya, İbni Haldun’du galiba, gerçekten biraz öyle. Sırf coğrafya mı? Aileniz de kaderinizdir. Yüzde yüz mü? Hayır, ama ciddi ölçüde kaderinizdir.
Chuck erken ayrılıyordu Jimmy'nin bardaki avukatlığa kabul kutlamasından. Jimmy, şimdi karaoke sırası bende falan deyip biraz daha tuttu. Ve ABBA’dan “Winner takes it all” şarkısı çalmaya başladı. Jimmy çıktı sahneye. Berbattı sesi. Chuck’ı da çıkardı yanına ve adam istemeye istemeye çıktığı sahnede nasıl güzel söyledi anlatamam.
Sonrasında neler yaşayacaklarını bilerek bu sahneyi seyretmek çok hazindi. İnsan bazen “nasıl geldik buralara!” der ya, tam öyle bir durum. Hele şarkının sözlerindeki örtüşmeler:
“I was a fool…playing by the rules”
Yapımcı Vince Gilligan’ın bu bölümde Chuck’ı yorumlarken söylediği söze aynen katılıyorum:
“Chuck’s OK when Jimmy needs help and feels superior. This show can be taught in a psyche class in the university”
Karaoke çekiminin yapıldığı pub, dizi ekibinin yemeğe gittikleri bir yermiş. Uygun olduğunu düşünmüşler.
Bu şarkıyı yine anlamlı olması açısından bilerek seçmişler. Bakın hikayesini anlatayım. Bir kere “Winner takes it all” şarkısında ısrarcı olan, yapımcı Peter Gould. Beraber şarkı söyledikleri bir sahne koyalım denince bu şarkıyı istemiş.
Eğlenceli, mutlu, birlikteliklerinin en iyi anlarından birini yansıtmak istemişler. Çekimler sırasında bir gün Chuck’ı oynayan Michael McKean bulduğu bir gitarla şarkı söylediği için sesinin çok iyi olduğunu biliyorlarmış. Her neyse, müzik direktörü Thomas Golubic’e bu şarkıyı istediklerini söylemişler. Golubic 1970lerde çocukken Almanya’da yaşamış. Her yerde ABBA’nın çaldığı yıllar biliyorsunuz.
Fakat günümüz müzik piyasasında ABBA piyasada seçiciliğiyle tanınıyormuş. Kimseye şarkılarını kullanma izni vermiyorlar kolay kolay. Maddi olarak aştıkları için paraya falan bakmıyorlar. Şarkılarını kullanan herkes, süreçte aktif olarak yer aldıklarını ve sözlerin tutulup tutulmadığını kontrol ettiklerini anlatıyor. Golubic’in bu konuda da bir avantajı var. ABBA gurubundan Bjorn ile İsveçteki bir müzik festivalinde tesadüfen tanışmış. Onu görünce “You, u breaking bad guy, right?” demiş Ulvaeus. Diziyi ne kadar sevdiğinden bahsetmiş hep. BCS’u da seyretmeye başladığını ve hikayenin anlatımına ve müziklerine bayıldığını söylemiş.
Dolayısıyla yapım ekibi ABBA şarkısı isteyince şahsi tanışıklığı olması rahatlatmış biraz Golubic’i. . Yine de ya olmazsa diye çok karın ağrısı çekmiş. Zaten altıncı bölümde Jimmy’ye iş yerinde tel geldiğinde belli belirsiz yine bir ABBA şarkısı kullanılmış. İlk değilmiş dizide. Ben fark etmemiştim açıkçası.
İşte o dünya güzeli anlamlı parça:
Mike ve Werner
Mike şehirden çıkmadan Werner’i yakalama peşindeydi. Aslında
artık onu kurtarmasının zor olduğunu biliyordu ama hiç değilse belki karısını
öldürmelerini engelleyebilirim çabasındaydı adamcağız.
Lalo kendisine kullanabileceği bir bilgi çıkartmak uğruna işleri
karıştırıp durdu.
Mike, Werner’i bulduktan sonra ıssız bir yere götürdü. Az
ama öz konuştu.
“It was never up to me…”
“Werner, nothing u can say or do
will make anyone trust u again”
Bu noktada Jimmy’nin burs alamayan kıza yaptığı konuşma
aklıma geldi. Ne diyordu bir cümlede: “One
mistake and its for all.” Böylece
paralel hikayeler kesişti yine. Werner bir hata yaptı ve her şeyin sonu oldu. Mafya öldürüyor,
toplum ve hukuk süründürüyor. Tabii buradaki süründüren hukuk, uygar
ülkelerdeki hukuk, yoksa barbar milletlerin varmış gibi yaptığı bir “devlet
oyuncağı” değil.
Mike yapabileceğinin en fazlasını yaptı Werner için. Gus’ın
psikopat adamlarının elinde ölmesini önlerken,
karısını da kurtarmış oldu. Bir nevi “mercy killing” sayılabilir bence. Daha fazlası elinden gelmezdi.
Mike’ın Werner’i öldürdüğü sahnede geniş açı bir çekim
yaptılar. Ayrıntılar gözükmedi. Sadece silüetleri gördük. Zaten o esnada iki
karakter de birer silüetten ibaretti, özgür iradeleri bir üst gücün gölgesinde
silinmişti. Duygusal anlardı. Breaking
Bad dizisindeki geniş açılı infaza benziyordu sinematografi açısından.
"Benim elimde değil ki Werner..." |
Jimmy ve “Saul’un
Manifestosu”
Chuck için bir parti verip, Jimmy’nin, abisinin anısını
yaşatmak için “cömertçe” çalıştığını hukuk camiasına yaydılar bildik ekiple.
Sonra şirketin toplantı salonunda Chuck adına verilecek
bursa başvuranlarla mülakat yapıldı.
Esposito diye bir
kıza kimse oy vermedi mülakatta. Dükkanda hırsızlık yaparken yakalanmış
geçmişinde. Jimmy onu korumak için anlamlı bir konuşma yaptı:
“My point is that maybe someone
who’s been in trouble, someone who doesnt have a perfect record, u know, who’s
made mistakes and faced the consequences, maybe she brings something that the
others dont.”
Kimse kararından dönmedi. Jimmy kızın peşinden dışarı çıktı ve ona
Saul Goodman’a dönüşümünün nedenini ve yaşam manifestosunu beyan etti adeta:
“Hi, U didnt get it. U were never
gonna get it. They…They dangle these things in front of u…They tell u u got a chance…but I’m sorry..Its a lie. Because they had
already made up their mind. And they knew what they were gonna do before u
walked in the door. U made a mistake and they are never forgetting it. As far
as they re concerned ur mistake is just…its who u are and its all u are. And
I’m not just talking about the scholarship here. I’m talking about everything.
I mean, they’ll smile at u, they ll pat at u on the head, but they are never
ever letting u in. But listen, listen. It doesnt matter. It doesnt cause u dont
need em. They re not gonna give it to u. So what? U re gonna take it! U re
gonna do whatever it takes. D u hear me? U
re not gonna play by the rules. U re gonna go ur own way. U re gonna do
what they wont do. U re gonna be smart. U
re gonna cut corners. And u re gonna win. They are on the 35th floor, u re
gonna be on the 50th loor. U re gonna be looking down on them. And the higher u
rise, the more they gonna hate u. Good good, u rub their noses in it. U make
them suffer. U dont matter all that much
to them. So what? Screw them! Remember, the
winner takes it all!”
Aslında Saul’a dönüşmeden önce son günlerini yaşayan
Jimmy’ye, yani kendi kendine konuşuyor gibiydi. Sonrasında gitti karanlık
otoparka, araba da çalışmayınca duyguları boşaldı ve tepine tepine ağladı
adamcağız. Ne yapsa tutunamayan / yaranamayan / olduramayan Jimmy karakterine bir ağıt, bir requiem gibiydi bu sahne.
Neyi hatırlattı
biliyor musunuz?
Efsane dizi “Lost”un
en kritik anlarından birini. Son sezonda Ben Linus’ın
Iliana’ya yaptığı itiraf sahnesini.Ne unutulmaz bir andır o.
Seçenek bırakmaz ve sürekli itersen, sonra o insanların
hoşuna gitmeyen seçimlerini sorgulamayacaksın.
Karanlıkta kalmış bir adam |
Final
Jimmy ne yapsak olmayacak, avukatlık lisansını geri alamayacağım ruh
halindeydi. Chuck’ın mektubunu mahkemede koz olarak kullanmaya karar verdi.
Mahkemede yargıçlar önceden kararını vermiş gibiydi. Tıpkı
kıza yaptığı konuşmadaki gibi. Sözü
Jimmy’ye verince “sadece bir mektup okuyacağım” dedi ve kağıdı cebinden
çıkardı. Okurken kontrol etti yargıçları göz ucuyla, sanki önemsemiyormuş gibi
belgeleri karıştrıyorlardı. Anında fikir değiştirip “Sizi duygusallıktan
vuracaktım ama bu mektup ikimizin özeli öyle kalmalı” diyerek okumayı kesti.
Tüm yargıçların dikkatini üstüne toplamış oldu. Sonrasında “nefis bir dürüstlük ve samimiyet taklidi” yaptı. Hem yargıçlar hem
de Kim inandı. İstedikleri karar çıktı ve Avukatlığa dönüş yolu açıldı. Zaten
bana sorarsanız bu hayatta herkesin istediği dürüstlüğün kendisi değil, herkes “aslından ayrılamayacak kusursuz bir dürüstlük
taklidi” istiyor. İstediğini verince de yolundan çekiliveriyorlar.
Karar arifesi: Jimmy mi Saul mu? |
Saul Goodman |
Kim işte beklediğim Jimmy zannederken çıkışta Jimmy “Nasıl
kandırdım ama” diye konuşmaya başlayınca bir anda beyninden vurulmuşa
döndü çünkü kendisi de o kandırılanlar arasındaydı. Her bölümde en az bir filmi
anma ritüelinin konuğu bu bölümde “Matrix”ti.
Hani şu en meşhur sloganı “What is real?” olan film. Yine bölümün
ana temasına yakışır bir gönderme olarak zihnime göz kırptı.
Memurlar evrakları halletmek için çağırdıklarında Jimmy artık
“McGill” ismini kullanmayacağını söyledi. Kim iyice şaşırdı ve arkasından seslendi
“Wait, Jimmy, what?
Cevap tanıdıktı: “Its all good man” :)
Dönüp uzaklaşan bir Jimmy ve arkasından bakakalan bir Kim ile
dördüncü sezon bitmiş oldu.
Artık hem Jimmy hem de Mike geri dönüşü olmayan yola girmiş
durumda. Ne kadarı kendi istekleriyle ne kadarı kaderin cilvesi tartışılır.
Gerçek olan, bu yola girenlerin sonunu Werner örneğinde izlemiş olduk.
Jimmy artık ne abisine ne de Kim’e yaranmak için
davranışlarını değiştirmeyeceği bir Saul Goodman karakterine "sığınmanın" arifesinde.
Bundan sonra bildiği
gibi davranacak
çünkü başka dilden
anlamıyor hayat.
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.