Eski bir Kuvâyi Milliyeci olan Kemal (Cüneyt Arkın) Karalar
köyüne öğretmen olarak atanır. Bir okul yapıp köylüyü aydınlatabilmek için
çalışmaya başladığında, köyün ağası ve
cemaat önderiyle karşı karşıya gelir. Sadece Çanakkale gazisi bir yaşlı
adam, köyün delisi ve birkaç kadın yanında durur.
Cüneyt Arkın’ı
çok severim. Yanında Fikret Hakan, Eşref
Kolçak, Selçuk Uluergüven, Meral Orhonsay gibi oyuncular da var. Kadro iyi.
Filmin hikayesine bakıldığında epik olmasa da en azından orta karar bir drama
beklentisi doğuruyor insanda. Fakat hayal kırıklığına uğradım. Senaryo ve
yönetmenlik çok yetersiz kalmış.
Öncelikle Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılının tarihini
taşıyan bu filmin söylediklerinin hepsine katılıyorum, namussuz dinci
yobazlarla alçak kodamanların cehennemi ortaklığına karşı duruşu,
her aklı başında insanın saygı duyacağı bir tavır.
Fakat bunu çok beceriksizce yaptığını da eklemek gerekiyor. Atatürkçü
öğretmen sadece slogandan ibaret bir "tipleme" olarak kalırken, olaylar doğru tonda anlatılamıyor. Mesela "Çalıkuşu" dizisi ya da "Vurun Kahpeye" filmindeki incelik, estetik ve ustalıktan eser yok. Doğruları söylese de basit bir
propaganda filminin ötesine geçemeyerek oyuncu ve konu potansiyelini harcıyor.
Sürekli teatral bir hava hakim filme. Abartılı kötü karakterler
yer yer parodiye dönüşerek filme zarar veriyor. Mesela cemaat önderi Şerif
Emmi’nin (Selçuk Uluergüven) absürd davranışları, bu kadarına gerek yok, karikatürize olarak karakterin içini boşaltıyor.
Filmdeki özensizliğe bir örnek de şu. Başta öğretmen kadın
hikayeyi anlatıyordu, sonda eşkıya Durali noktayı koydu. Başı ve sonu arasında
bile bir kopukluk hemen göze batıyor. Tüm bu zaaflar projenin üzerinde yeterince
çalışılmadığını düşündürüyor.
İyi niyetli ama çocuksu bir film.
Her şeye rağmen hoşuma giden bazı sahneleri de belirtmeden
geçmeyeceğim.
Köylülerin devletin tahsildarına gösterdikleri onursuz saygının, muallim olduğunu öğrenince dudak bükmeye dönüşmesi, dini imanı para
olmuş bir toplumun ne mal olduğunu iyi göstermiş. Az bile söylenmiş.
Çaput bağladıkları ağacı yıkışları Sovyet filmi “Kommunist”teki tek başına elinde
baltayla ağacı yıkmaya giriştiği epik sahneyi hatırlattı. Filmin en sembolik
sahnesi.
Eşkıya Durali’nin (Fikret Hakan) milletin sevip
saydıklarından daha namuslu çıkması da,
günümüzün işgal altındaki makamlarını ve itibarlı sayılan simalarını düşününce
gayet gerçekçiydi.
Kemal köye ilk geldiğinde gazi adamın karısı buyur ediyor,
yemek yapıyor. Aslında çok fakirler. Öğretmen sonradan öğreniyor ki kadın iğne
iplik almak için biriktirdiği yumurtalarıyla yapmış o yemeği. Bu sahneyi ve
bu kadını seyredince ülkesi bu haldeyken yediği yemeklerin fotoğrafını paylaşıp
duran karılar geliyor aklıma. Haysiyet olmayınca öğretmen de olsan doktor da
kar etmiyor, para ancak rezil ediyor demek ki.
TR’de yüzyıllardır oynanan tiyatroyu en basit haliyle
seyretmek isteyenlerin göz atması gereken, tüm eksikliklerine rağmen, bugün Türkiye
televizyonlarını istila etmiş acınacak durumdaki programların çoğundan çok daha değerli bir çalışma.
Filmin içinden bazı sözleri not düşelim:
“Bak kardeşim, bir
ayağı tekkede bir ayağı mekkede olanların yönetimi bitti”
“Benim amacımdan
başka dostum yoktur”
“İstiklal mahkemelerini
unutma Dayı bey!”
Bu sonuncu çok önemli. Şimdiye kadar söyleyen oldu mu bilmiyorum ama bana sorarsanız TR bu dönemin sonunda ikinci
İstiklal Mahkemelerini kurmak zorunda. Öyle barışla, kucaklaşmayla bu zehri de kiri de temizleyemezsiniz. Siyasetçisi, gazetecisi, medyacısı, yazarı, iş adamı, akademisyeni bütün köprü başlarını tutmuş "dayı beyler" burada yargılanmadıkça bu ülkede haktan hukuktan bahsedilemez.
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.