18 Haziran 2019 Salı

The Lonely Guy (Yalnız Adam) (1984)

Yazar olmak için Manhattan’a gelip hazır kartpostallara etkileyici cümleler yazarak hayatını kazanan müzmin bekar Larry’nin (Steve Martin) sevgili bulup yalnızlıktan kurtulmaya çalışırken yaşadığı komik olaylar.

Hep gençlerin açılma, kendini keşfetme, kız bulma komedileri olurdu, burada aynı formülü orta yaşlı kentli yalnızlara uyarlamışlar.

Film yalnızlık üzerinden ilerliyor gibi gözükse de aslında “sevgilisizlik” belki de diğer bir deyişle “sevgisizlik” ana tema. Yoksa konuşabileceği Warren (Charles Grodin) isminde kendi gibi partnersiz bir yakın arkadaşı var.

Enteresan bir piyasası da oluşmuş işin. Mesela Larry koşu yapayım belki biriyle tanışırım diyor ve gerçekçi olması için “Lonely Guy Store”dan suni ter spreyi satın alıyor. Çünkü aslında koşmayacak ama sanki koşmuş gibi yapıp bir şeyler içmek için girdiği kafede kadınlarla tanışacak. Bu spreyi sıktığında kokusuyla ıslaklığıyla terlemiş gibi gözüküyor. İnsanın ilgi duyduğu birileriyle tanışıp arkadaşlık kurabilmek için yapabilecekleri sınırsız :) Çatıda ayrılan sevgilisini haykıran adamlar, yer bulmanın zor olduğu intihar edenler köprüsü şehirdeki büyük yalnızlığı ekrandan yansıtmaya çalışan mekanlar ve mizansenler olarak filme serpiştirilmiş. 

Fantastik fırça darbeleriyle süslü bir mutluluk arayışı komedi ağırlıklı olarak resmedilmiş. Vasat bir film. 









Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

13 Haziran 2019 Perşembe

Ravenous (Yırtıcı) (1999)

Yönetmen Antonia Bird. Guy Pearce (Time Machine, Memento), Robery Carlyle (Carla’s Song, Riff-Raff), Jeffrey Jones (Howard the Duck, Ferris Bueller), David Arquette (Scream, Eight-legged Freaks), Jeremy Davies (Lost), Neal McDonough (Desperate Housewives) gibi tanıdığım çok oyuncu vardı.

1845 Meksika savaşı sonrası Yüzbaşı John Boyd’un (Guy Pearce) atandığı yeni sınır birliğinde yaşadığı korkunç olaylar anlatılmış.

Ön planda yamyamlık işlenmiş ama bunu biraz vampirizme yaklaştırmışlar. Nasıl? Alışılanın aksine yamyamlar ilkel ve iğrenç canlılar olarak resmedilmemiş, mesela başkalarını yeyince çok daha güçlü oluyorlar, yaraları olağanüstü şekilde iyileşiyor ve normal insan gibi geziyorlar. Amerika yerlilerinin “Wendigo” inanışıyla harmanlayarak daha da sinemaya uygun hale getirmişler. Yamyamlık + folk horror. Bunu yaparken de alttan alta savaş ve sağkalım üzerine göndermeler yapılmış.

Korku ve vahşet tonu benzer temayı işleyen Bone Tomahawk’ın (2015) altında. Daha ziyade vampir/kurtadam filmi tadı veriyor. Türün meraklılarını tatmin edebilir.

Geçen hafta Straw Dogs’u (1971) seyretmiştim. İki filmin finallerindeki ortak nokta ilginç bir rastlantı oldu :)













Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

12 Haziran 2019 Çarşamba

Black Mirror: S5E2 "Smithereens" (dizi) (2019)


Chris, Uber tarzı bir taksicilik hizmeti verirken özellikle Smithereens isimli dev sosyal medya şirketinin merkezinden gelen çağrıları bekliyor. Sonrasında bir çalışanı kaçırıp şirketin sahibi Billy Bauer’la görüşmek istediğini, yoksa adamı vuracağını söylüyor. Hikayenin ön planı bu. 

“Striking Vipers”a göre daha iyi olsa da vasatın birazcık üzerine çıkabildi bana kalırsa. En iyi 10 Black Mirror bölümüm arasına giremez.

Yeşil renk ve ünlemli logoyla sembolize edilen günümüzün Facebook / Twitter benzeri sosyal medya şirketlerini temsil eden Smithereens üzerinden bu bağımlılık yaratan uygulamaların insanların yaşamına olumsuz müdahaleleri resmedilmiş. Bu zaten 10 yaşında bir çocuğun dahi dilindeki bir klişe ve bu kadar düz bir senaryoyla 70 dakika anlatmaya kalkınca sıkıcı oluyor. 


Evet, sosyal medya dikkatimizi, zamanımızı, düşüncelerimizi çalarak hayatlarımıza zarar verebilir. Bunun neresi iyi bir fikir? Herkes biliyor zaten. İşlerken fark yaratman lazım ama burada enteresan bir bakış açısı getirilmiyor, ilginçleştirilmiyor, ölü bir tempoyla ilerliyor, ters köşe yapmıyor ve uzattıkça uzatıyor. Rahatça 40 dakikada anlatılabilecek bir hikayeyi sündürüp duruyor. İyi bir sinematografi ve oyunculuklarla bildik meseleler bir kez daha "yüzeylemesine" gündem yapılıyor.  

Chris suçluluk duyuyor çünkü nişanlısıyla arabada giderken telefonundan Smithereens mesajına bakmak istemiş ve kaza yapıp kadının ölümüne yol açmış. Vay işte insanların dikkatini bozuyormuş teknoloji. E bir şeyler atıştırmaya çalışırken, yanındakiyle konuşurken, alkollü kullanırken de aynı şey yaşanabilirdi. Hatta dünyanın her yerinde yıllardır yaşanıyor. Sosyal medyanın ilave bir suçu yok, araba kullanırken telefonunla oynamasaydın. Buradan yüklenmek, herkesin kabul ettiği bağımlılık  bakımından doğru olsa da, teknolojinin kontrolden çıkması açısından bana mantıklı gelmedi ve aksine aslında teknoloji biraz günah keçisi yapılıyor gibi düşündürdü. Her dönem dikkatsizliğe sebep olan bir şeyler vardı. Bu dönem cep telefonları. Dolayısıyla üzerinde çalışılarak daha teknolojiye spesifik bir sorumluluk ekseninde ilerlenebilirdi. Çocuğun vicdan azabını sosyal medya üzerinden sorgulamasını gerçekçi bulmadım. Kişisel bir hata bu.   


Sosyal medyanın yaratıcılarının dahi kontrolünden çıktığı ve bağımlılık yaptığı herkesin malumu. Bu vaziyeti “Cant take my eyes off of you” şarkısıyla vermek, tepesi yüksek gerilim hatlarıyla kaplı bir kırın ortasında cep telefonlarıyla sıkışıp kalmış insan imgesiyle alegori yapmak, sniper’ın tetiği çekişiyle kadının enter'a basışı arasında paralellik kurmak ile sunmak biçimi kurtarsa da özünde bir şey katmıyor ve hikayeyi kurtaramıyor. Yüzeyde başarılı ama derine inmeye mecali olmayan bir deneme olarak kalıyor. İnsanların her türlü olayı birkaç saniye ömrü olan bir mesaja indirgeyen ilgisinin de teknolojinin bir ürünü olduğunu sanmıyorum, cep telefonlarından önce de herkes sadece kendi yakın çevresiyle ilgilenirdi ve gerisi basit birer rakam ya da harften ibaret olurdu hayatında.

Bana göre sosyal medya bağımlılıklarının verdiği zararlar üst başlığını destekleyen majör metaforlardan biri şuydu: Tıpkı annenin kızının gerçekte neler yaşayıp intihara gittiğini bilemeyecek kadar çocuğundan uzaklaşması gibi, Billy Bauer da kendi çocuğu olan, bizzat yarattığı Smithereeens sosyal medya platformunun neye dönüştüğü hakkında bir fikri olmayan bir anneye/babaya dönüşmüştü. Aslında çok da bir farkları yoktu ve bu durum paralel hikayelerle verilmiş oldu. Nasıl ki anne Hayley intihar eden kızı hakkında hesabına zorla girerek bir şeyler öğrenmek istiyorsa, Billy Bauer’da birinin kendi sistemi içine zorla girip sesini duyurmasıyla kendi çocuğu hakkındaki gerçeklerle birinci elden yüzleşmiş oldu. 

Sekizinci sezon şimdiye kadar seyrettiğim iki bölümde geçiştirilmiş gibiydi. Son bölüm tüm sezonların en berbat bölümü diyenler var. Bu yakınlarda seyretmeyeceğim herhalde. Charlie Brooker’ın senaryo konusunda bir ekip oluşturup diziye taze kan katmasının zamanı gelmiş gibi gözüküyor.















Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...