Chris, Uber tarzı bir taksicilik hizmeti verirken özellikle
Smithereens isimli dev sosyal medya şirketinin merkezinden gelen çağrıları
bekliyor. Sonrasında bir çalışanı kaçırıp şirketin sahibi Billy Bauer’la
görüşmek istediğini, yoksa adamı vuracağını söylüyor. Hikayenin ön planı bu.
“Striking Vipers”a göre daha iyi olsa da vasatın birazcık
üzerine çıkabildi bana kalırsa. En iyi 10 Black Mirror bölümüm arasına
giremez.
Yeşil renk ve ünlemli logoyla sembolize edilen günümüzün Facebook / Twitter benzeri sosyal medya
şirketlerini temsil eden Smithereens üzerinden bu bağımlılık yaratan
uygulamaların insanların yaşamına olumsuz müdahaleleri resmedilmiş. Bu zaten 10
yaşında bir çocuğun dahi dilindeki bir klişe ve bu kadar düz bir senaryoyla 70
dakika anlatmaya kalkınca sıkıcı oluyor.
Evet, sosyal medya dikkatimizi, zamanımızı, düşüncelerimizi çalarak hayatlarımıza zarar verebilir. Bunun neresi iyi bir fikir? Herkes biliyor zaten. İşlerken fark yaratman lazım ama burada
enteresan bir bakış açısı getirilmiyor, ilginçleştirilmiyor, ölü bir tempoyla
ilerliyor, ters köşe yapmıyor ve uzattıkça uzatıyor. Rahatça 40 dakikada
anlatılabilecek bir hikayeyi sündürüp duruyor. İyi bir sinematografi ve
oyunculuklarla bildik meseleler bir kez daha "yüzeylemesine" gündem yapılıyor.
Chris suçluluk duyuyor çünkü nişanlısıyla arabada giderken
telefonundan Smithereens mesajına bakmak istemiş ve kaza yapıp kadının ölümüne
yol açmış. Vay işte insanların dikkatini bozuyormuş teknoloji. E bir şeyler
atıştırmaya çalışırken, yanındakiyle konuşurken, alkollü kullanırken de aynı
şey yaşanabilirdi. Hatta dünyanın her yerinde yıllardır yaşanıyor. Sosyal
medyanın ilave bir suçu yok, araba kullanırken telefonunla oynamasaydın. Buradan
yüklenmek, herkesin kabul ettiği bağımlılık bakımından doğru olsa da,
teknolojinin kontrolden çıkması açısından bana mantıklı gelmedi ve aksine aslında teknoloji biraz günah keçisi yapılıyor gibi düşündürdü. Her dönem dikkatsizliğe sebep olan bir şeyler vardı. Bu dönem cep telefonları. Dolayısıyla üzerinde çalışılarak daha
teknolojiye spesifik bir sorumluluk ekseninde ilerlenebilirdi. Çocuğun vicdan azabını sosyal medya üzerinden sorgulamasını gerçekçi bulmadım. Kişisel bir hata bu.
Sosyal medyanın yaratıcılarının dahi kontrolünden çıktığı ve
bağımlılık yaptığı herkesin malumu. Bu vaziyeti “Cant take my eyes off of you”
şarkısıyla vermek, tepesi yüksek gerilim hatlarıyla kaplı bir kırın ortasında cep
telefonlarıyla sıkışıp kalmış insan imgesiyle alegori yapmak, sniper’ın tetiği
çekişiyle kadının enter'a basışı arasında paralellik kurmak ile sunmak biçimi kurtarsa da
özünde bir şey katmıyor ve hikayeyi kurtaramıyor. Yüzeyde başarılı ama derine
inmeye mecali olmayan bir deneme olarak kalıyor. İnsanların her türlü olayı birkaç saniye ömrü olan bir mesaja indirgeyen ilgisinin de
teknolojinin bir ürünü olduğunu sanmıyorum, cep telefonlarından önce de herkes
sadece kendi yakın çevresiyle ilgilenirdi ve gerisi basit birer rakam ya da harften ibaret olurdu hayatında.
Bana göre sosyal medya bağımlılıklarının verdiği zararlar üst
başlığını destekleyen majör metaforlardan biri şuydu: Tıpkı annenin
kızının gerçekte neler yaşayıp intihara gittiğini bilemeyecek kadar çocuğundan uzaklaşması
gibi, Billy Bauer da kendi çocuğu olan, bizzat yarattığı Smithereeens sosyal
medya platformunun neye dönüştüğü hakkında bir fikri olmayan bir anneye/babaya
dönüşmüştü. Aslında çok da bir farkları yoktu ve bu durum paralel hikayelerle verilmiş oldu. Nasıl ki anne Hayley intihar eden kızı hakkında hesabına zorla girerek
bir şeyler öğrenmek istiyorsa, Billy Bauer’da birinin kendi sistemi içine zorla
girip sesini duyurmasıyla kendi çocuğu hakkındaki gerçeklerle birinci elden
yüzleşmiş oldu.
Sekizinci sezon şimdiye kadar seyrettiğim iki bölümde geçiştirilmiş gibiydi. Son bölüm tüm
sezonların en berbat bölümü diyenler var. Bu yakınlarda seyretmeyeceğim
herhalde. Charlie Brooker’ın senaryo konusunda bir ekip oluşturup diziye taze
kan katmasının zamanı gelmiş gibi gözüküyor.
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.