26 Temmuz 2018 Perşembe

Shalako (Şalako) (1968): Sean Connery ve Bardot

Sıradan bir kovboy filmi
Amerika safarisine çıkmış bir grup Avrupalı soylu kızılderileri küçümseyince canlarını kurtarmak için tehlikeli bir kaçış yolculuğuna mecbur kalır.

Film çoğu Spagetti Western gibi İspanya’da çekilmiş. Britanya yapımı bir Western. Euro-Western dedikleri alt-türe de sokulabilir. Kovboy romanları ile meşhur Louis L’Amour’un kitabından uyarlama. Yönetmen Ukrayna asıllı Edward Dmytryk. Aklıma hemen “The Left Hand of God” ve “The Mountain” filmleri geliyor. Özellikle Henri Troyat’nın kitabından uyarladığı Spencer Tracy’li “The Mountain” hârikadır. McCarthy dönemi mağdurlarından. “Odd Man Out: A Memoir of the Hollywood Ten” isimli bir biyografisi yayınlanmış. Shalako rolünde Sean Connery var, bence iyiydi. Baş aktris ise Kontes İrina Lazar rolündeki Brigitte Bardot. Çok sönük kalmış ve filme hiçbir şey katamamış. Filmin şarkısı Robert Farnon’a ait ama zayıf kalıyor, nerede George Alexander ve Mellowmen’in El Dorado şarkısı.  

Avrupalı soylular vahşi batıda şatodaymış gibi bir lüks içinde uşaklarıyla ve pahalı tabak çanaklarıyla seyahat ederek keyif yapma derdinde. Apaçi bölgesine girince uyarılmalarına karşın silahlarına güvenerek yerlilere ilkel insan muamelesi çekince fena dayak yiyen bir süslü grup anlayacağınız. Şef Chato acımasız. Kızılderililer kaldıkları yere saldırdığında Aliens filmindeki Marines gibi bir bozgun yaşıyor garipler. Sonrası ortalık toz duman. Apaçiler kovalıyor, Shalako (ismi yağmur getiren demekmiş) önderliğinde sağ kalan Avrupalılar kaçıyor. Araya bir de aile trajedisi sıkıştırılmış.  

Vasat bir film. Klasik Western’lerdeki kötü kızılderililer masum beyazları kovalıyor teması işlenmiş. Kovboy filmi seviyorsanız seyredilir.

Zagor'un (çizgiroman) böyle bir macerasını hatırlıyorum. Arabalarıyla Amerika'yı gezen bir grup Avrupalı soyluya rastlıyordu. Herifler Almandı galiba. Ayrıntılara bakmam lâzım ama çok daha zevkli bir hikâyeydi.
































Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

25 Temmuz 2018 Çarşamba

Asylum Blackout (Incident) Cinnet Gecesi (Film)

Asylum diye bir  dizi vardı, bilir misiniz? Britanya dizisi. Simon Pegg ve Jessica Haynes'in efsane "Spaced" öncesi beraber yaptıkları ilk iş olabilir. İşte o dizinin konusu da yine tımarhaneye kapalı kalmış karakterlerin tuhaf bir ortamdaki maceralarının kara komedi unsurlarıyla verilmesiydi. Aklıma geliverdi işte. Neyse, biz filmimize geçelim.

Suçluların tıkıldığı bir tımarhane var. Heavy metal müzik grubu olan dört genç adam buranın mutfağında çalışıyor. Derken bir gece bunlar içerideyken fırtınalı bir havada elektrikler gidiyor. Dış kapılar otomatik olarak kapanıyor ve içeride hapis kalıyorlar. Suçluların serbest kalmasıyla sürek avı başlıyor.  

Yönetmen Alexandre Courtes. Tanıdığım biri isim değil. Zayıf kaldığını düşünüyorum. Neden? Mesela birkaç eleştirimi sıralayayım. Filmin ilk yarım saati hikayeye giriş yapılıyor. Karakterler ve ortam tanıtılıyor. Yönetmen bu uzun girişi iyi kullanamamış. Taş çatlasa 10 dakikada verilebilecek bilgiler sündürülmüş. Bir de aksiyon başladıktan sonraki sahneler fazla karanlık geldi. Işık kullanımı kötüydü bence. Bir yerde kapalı kalan bir grup insanın sağkalım mücadelesini konu alan filmlere bayılırım aslında ama burada hikaye iyi işlenememiş.   

Senarist Craig Zahler. Zahler’in bununla beraber 3 filmini seyrettim (Bone Tomahawk ve Block 99). Diğer iki filmde yönetmenliği de kendisi üstlendi. Bana kalırsa iyi de yaptı çünkü içlerinde en zayıf olan film yönetmenliği başkasına bıraktığı bu film. Senaryosunun iyi olmadığı da kesin, orası ayrı mesele. 

Torture horror alt-türüne sokanlar olsa da katılmıyorum. İşkencenin filmde ciddi bir yeri yok. Bu tarz bir korku filminde olması yadırganmayacak birkaç sahne dışında ne Saw ne de Collector serilerindeki gibi tekrarlayan bir öğe değil.  

Suçlular daha akılda kalır, enteresan tipler olabilirdi, yapılamamış. Çoğu figüran gibi. Yine mutfak grubu da insanda yeterli sempatiyi uyandırmıyor. Dedim ya madem yarım saat giriş yapacaksın çok daha derin bir karakterizasyon sunulabilirdi.

Tımarhanenin içi Türkiye sokaklarından hallice bir ortama sahip, o yüzden açıkçası çok da korkutmadı. Bunlarla kıyaslanmayacak ne psikopatlarla beraber yaşıyoruz bu ülkede, Bizi korkutmak kolay değil ey korku filmi yönetmenleri :)    

Kiloyla satılan korku filmleri kadar kötü değil, ama potansiyelinin hakkını da verememiş. Hem senaryo hem yönetmenlik zayıf.  Birkaç ay sonra hatırlamayacağım bir film. 

Tımarhanelerde geçen filmler/diziler benim gibi hoşunuza gidiyorsa benzer konuya sahip ama çok daha iyi bir film olan Stonehearst Asylum’u tavsiye ederim. Korkusu daha az karakteri daha bol, sürprizli bir filmdir. Sırf kadro zenginliği bile yeter.   














Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

24 Temmuz 2018 Salı

Ninja Kaplumbağalar Çizgifilm Serisi (2018)


“Rise of the Teenage Mutant Ninja Turtles”
Kaynak olan çizgiromanlarını okuma fırsatım olmadı ama hem 1987 yapımı ilk animasyon serisini hem de oyununu severim. Hatta TR'de tek tük olan arcade salonlarında oynamışlığım bile vardır. Yeni bir çizgifilm versiyonuna rastlayınca bir bakayım dedim. Şimdiye kadar 3 kez yenilenen Ninja Kaplumbağalar çizgifilm serisinin dördüncü versiyonu oluyor. İsmi “Rise of the Teenage Mutant Ninja Turtles”. 22 küsur dakikalık bölümler. İlk bölümü seyrettim. Beğenmedim.

İntro müziği fena değil ama 87 yapımı olanın müziği çok daha hareketliydi ve insanda kendi kendine mırıldanma isteği uyandırıyordu. Bu çok önemlidir. Yenisi ise kesinlikle böyle bir özelliğe sahip değil. Yine intronun grafik kısmı da yetersiz, çok sıradan ve renk geçişlerinden ibaret uyduruk bir aksiyon bulamacı.

April'ı siyahi bir karakterle değiştirmişler. Moda ya bu aralar, bir tane zenci yerleştirince demokrasi aşığı falan diyorlar insana. Aksi halde subliminal mesajlar veren ırkçı oluyorsun. Shredder yok, Baron Draxum diye mutant olduğunu düşündüğüm bir başkötü var. Hiçbir orjinal tarafını görmedim. 

Kaplumbağaların tasarımı iyi değil. Robotumsu aksesuarlar falan yeni neslin aklını çelmek için eklendi herhalde ama yakıştıramadım. Üçüncü seride mangaya yaklaştırmaya çalışmışlardı. Bu eğilimin devam ettiğini düşündürdü. Yeni neslin hoşuna gitme çabaları işin özgünlüğünden alıp götürmüş. En sinirime dokunan ise büyük usta Splinter’ı “Requiem for a Dream"deki çocuğun telemanyak annesi Sara Goldfarb gibi televizyon karşısında tıkınmaktan başka bir şey yapmayan  şişko ve salak bir bunak olarak göstermeleri oldu! Kaplumbağaların basit silahları da değiştirilerek, daha teknolojik hale getirilmiş.  

1987 yapımı çizgifilm serisinin birkaç bölümünü hala ara sıra seyreden biri olarak bu yeni seriden uzak duracağım kesin. Kötü bir "canlandırma" denemesi. Pas geçiyorum :)  

Ne yaptılar sana Splinter usta!!!














Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...