12 Haziran 2019 Çarşamba

Black Mirror: S5E2 "Smithereens" (dizi) (2019)


Chris, Uber tarzı bir taksicilik hizmeti verirken özellikle Smithereens isimli dev sosyal medya şirketinin merkezinden gelen çağrıları bekliyor. Sonrasında bir çalışanı kaçırıp şirketin sahibi Billy Bauer’la görüşmek istediğini, yoksa adamı vuracağını söylüyor. Hikayenin ön planı bu. 

“Striking Vipers”a göre daha iyi olsa da vasatın birazcık üzerine çıkabildi bana kalırsa. En iyi 10 Black Mirror bölümüm arasına giremez.

Yeşil renk ve ünlemli logoyla sembolize edilen günümüzün Facebook / Twitter benzeri sosyal medya şirketlerini temsil eden Smithereens üzerinden bu bağımlılık yaratan uygulamaların insanların yaşamına olumsuz müdahaleleri resmedilmiş. Bu zaten 10 yaşında bir çocuğun dahi dilindeki bir klişe ve bu kadar düz bir senaryoyla 70 dakika anlatmaya kalkınca sıkıcı oluyor. 


Evet, sosyal medya dikkatimizi, zamanımızı, düşüncelerimizi çalarak hayatlarımıza zarar verebilir. Bunun neresi iyi bir fikir? Herkes biliyor zaten. İşlerken fark yaratman lazım ama burada enteresan bir bakış açısı getirilmiyor, ilginçleştirilmiyor, ölü bir tempoyla ilerliyor, ters köşe yapmıyor ve uzattıkça uzatıyor. Rahatça 40 dakikada anlatılabilecek bir hikayeyi sündürüp duruyor. İyi bir sinematografi ve oyunculuklarla bildik meseleler bir kez daha "yüzeylemesine" gündem yapılıyor.  

Chris suçluluk duyuyor çünkü nişanlısıyla arabada giderken telefonundan Smithereens mesajına bakmak istemiş ve kaza yapıp kadının ölümüne yol açmış. Vay işte insanların dikkatini bozuyormuş teknoloji. E bir şeyler atıştırmaya çalışırken, yanındakiyle konuşurken, alkollü kullanırken de aynı şey yaşanabilirdi. Hatta dünyanın her yerinde yıllardır yaşanıyor. Sosyal medyanın ilave bir suçu yok, araba kullanırken telefonunla oynamasaydın. Buradan yüklenmek, herkesin kabul ettiği bağımlılık  bakımından doğru olsa da, teknolojinin kontrolden çıkması açısından bana mantıklı gelmedi ve aksine aslında teknoloji biraz günah keçisi yapılıyor gibi düşündürdü. Her dönem dikkatsizliğe sebep olan bir şeyler vardı. Bu dönem cep telefonları. Dolayısıyla üzerinde çalışılarak daha teknolojiye spesifik bir sorumluluk ekseninde ilerlenebilirdi. Çocuğun vicdan azabını sosyal medya üzerinden sorgulamasını gerçekçi bulmadım. Kişisel bir hata bu.   


Sosyal medyanın yaratıcılarının dahi kontrolünden çıktığı ve bağımlılık yaptığı herkesin malumu. Bu vaziyeti “Cant take my eyes off of you” şarkısıyla vermek, tepesi yüksek gerilim hatlarıyla kaplı bir kırın ortasında cep telefonlarıyla sıkışıp kalmış insan imgesiyle alegori yapmak, sniper’ın tetiği çekişiyle kadının enter'a basışı arasında paralellik kurmak ile sunmak biçimi kurtarsa da özünde bir şey katmıyor ve hikayeyi kurtaramıyor. Yüzeyde başarılı ama derine inmeye mecali olmayan bir deneme olarak kalıyor. İnsanların her türlü olayı birkaç saniye ömrü olan bir mesaja indirgeyen ilgisinin de teknolojinin bir ürünü olduğunu sanmıyorum, cep telefonlarından önce de herkes sadece kendi yakın çevresiyle ilgilenirdi ve gerisi basit birer rakam ya da harften ibaret olurdu hayatında.

Bana göre sosyal medya bağımlılıklarının verdiği zararlar üst başlığını destekleyen majör metaforlardan biri şuydu: Tıpkı annenin kızının gerçekte neler yaşayıp intihara gittiğini bilemeyecek kadar çocuğundan uzaklaşması gibi, Billy Bauer da kendi çocuğu olan, bizzat yarattığı Smithereeens sosyal medya platformunun neye dönüştüğü hakkında bir fikri olmayan bir anneye/babaya dönüşmüştü. Aslında çok da bir farkları yoktu ve bu durum paralel hikayelerle verilmiş oldu. Nasıl ki anne Hayley intihar eden kızı hakkında hesabına zorla girerek bir şeyler öğrenmek istiyorsa, Billy Bauer’da birinin kendi sistemi içine zorla girip sesini duyurmasıyla kendi çocuğu hakkındaki gerçeklerle birinci elden yüzleşmiş oldu. 

Sekizinci sezon şimdiye kadar seyrettiğim iki bölümde geçiştirilmiş gibiydi. Son bölüm tüm sezonların en berbat bölümü diyenler var. Bu yakınlarda seyretmeyeceğim herhalde. Charlie Brooker’ın senaryo konusunda bir ekip oluşturup diziye taze kan katmasının zamanı gelmiş gibi gözüküyor.















Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

6 Haziran 2019 Perşembe

Karanlık Melek (Dark Angel) (1990) (Bilimkurgu)

Geçenlerde rastlayınca yıllar öncesine döndüm ve hemen fırsat yaratıp seyrettim.

Enteresan bir konusu var aslında. Uzaylının biri dünyada insanlara eroin enjekte ettikten  sonra vücutlarında üretilen endorfin adlı zevk verici maddeyi çekip, galakside satmak üzere topluyor. Tabii bu insanların öldüğünü söylemeye gerek yok. Bu galaktik uyuşturucu kaçakçısını kovalayan bir de uzaylı polis var. Film bunların ortasında kalan iki dünyalı dedektif ve peşlerinde oldukları mafyatik adamların koşturmacası etrafında dönüyor.  

"I Come in Peace" 
Yönetmen Craig Baxley. Storm of the Century” ve “Rose Red” gibi orta karar Stephen King uyarlamalarından tanıyorum. Dolph Lundgren başına buyruk dedektif rolünde. Bence başrolde olup da başarılı olduğu nadir filmlerden. Bir de bunun yanında her şeyi kitabına uygun yapmaya, üstlerinin gözüne girmeye uğraşan ve filme daha çok komedi katan bir bücürük FBI ajanı var (Brian Benben). Matthias Hues’ün canlandırdığı, isminin Talek olduğunu IMDB’den öğrendiğim uzaylı zamanında çok korkutmuştu, rüyalarıma girdiğini hatırlıyorum, bugün dahi etkileyici gözüküyor. 

Bu filmde her nedense yıllardır aklımda kalmış bir espri vardı. Dolph Lundgren’ı bilirsiniz Rocky IV’ten. Dev gibi bir İskandinav adam. Bücürük ortağı ceketini kaybedince Dolph’un evinde onun ceketlerinden birini giyip, “E oldu valla” deyince, şöyle bir cevap alıyor: “12 yaşında giydiğim ceket” :)


Dolph Lundgren deyince, Rocky 4’te Rus seyirciler Rocky’yi alkışladığında onlara dönüp söylediği bir laf vardı. Çocukken çok merak etmiştim ama altyazıda çevrilmemişti. “Yahtibya” gibi bir şeydi. Yıllar sonra Rusça’ya başladığımda ilk yaptığım işlerden biri orada ne dediğine bakmak oldu. Böyle bir huyum vardır, fırsatını buldum mu kafama takılanların peşine düşerim. “ я Тебя” Ya tibya diyormuş muhtemelen. Ben sizdenim yani. Niye onu tutuyorsunuz anlamında. Bu notu da araya sıkıştırmış olayım. (Edit 2020 yılı: Geçen gün yine seyrettim de "я себя" diyor, buraya yanlış not düşmüşüm. Kendim için dövüşürüm gibi bir anlamı var o bağlamda) 

Alıntılamak istediğim sözlerden biri de devletin yeri geldi mi kendi çıkarı için bir grubu kolaylıkla gözden çıkarabilmesini ifade eden bir laf: “U can't make an omelette without breaking a few eggs”. TR'de her yeri kaplayan leş gibi çürük yumurta kokusunun sebebi anlaşılmış oldu :)

Ayrıca o zamanlar fark etmemiştim finalindeki söz de iyiymiş. Uzaylı sürekli “I came in Peace” diyor kurbanlarına. Son sahnede Dolph’un cevabı: “And u go in pieces, asshole!”       
Zamanında çok sevmiştim, yine beğendim, hala seyrediliyor. Temposu iyi ayarlanmış, yönetmenlik ve oyunculuklar başarılı,  müzikler zengin, efektler yeterli. Beklentisiz seyredilerek keyif alınacak, kovalamaca ve komediyle geçen, tipik bir 80ler aksiyon bilimkurgusu.















Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

5 Haziran 2019 Çarşamba

Black Mirror: S5E1 "Striking Vipers" (Dizi)

İki zenci arkadaş var. Gençlikleri beraber kız peşinde koşup bilgisayar oynamakla geçmiş. Orta yaşlarında tekrar bir araya gelip yeni bir VR teknolojisine sahip “Striking Vipers X” oyununu oynamaya başlıyorlar. Bir dönemlerin efsanesi International Karate ya da daha güncel olarak Mortal Combat, Street Fighter  benzeri bir karşılıklı dövüş oyunu. Adamlardan biri kadın karakteri alıyor ve bunlar oyunun içinde dövüşü bırakıp sevişmeye başlıyorlar. Hikaye bu. Herhangi bir yere evrilmiyor ya da büyük bir sürpriz yok. Bir nevi kendi kendinle yüzleşme süreci.

İki nokta dikkatimi çekti. Biri oyunun son teknoloji VR ekipmanı üzerindeki firmanın ismi: “TCKR”, yani Tuckers. Diğer bir deyişle burada uzun uzun bahsettiğim efsane bölüm “San Junipero”daki teknoloji firması. Terminator’da Skynet neyse, Black Mirror’da da “TCKR” o oldu artık :)

İkinci dikkatimi çeken nokta şu: genelde reel yaşamlarımızdaki bastırılmışlıkların sanal ortamda kendini ifade etme fırsatı bulması üzerine kurulur bu tip hikayeler. Burada ise farklı bir durum var. Adamların reelde birbirlerine karşı eşcinsel bir ilgisi yok fakat oyunu oynayınca, aynı karakterleri alınca kendilerine hakim olamıyorlar. Gel gelelim tamamen oyundaki karakterlerden de kaynaklanmıyor çünkü başkalarıyla aynı dövüşçüleri alarak oynadıklarında aynı hazzı alamıyorlar. Burası önce biraz mantıksız gözüktü sanki bana. Şimdiye kadar rastladığımız sanal gerçeklik anlatılarına nispeten oblik bir bakış var diyebiliriz. Normal hayattaki fizikleri ve zihinleri ile değil, sanaldaki fizikleri ve gerçekteki zihinlerini kombine ederek azami hazza ulaştıklarını düşündürdü. İkisinden biri eksik olunca kimya bozuluyor. Birbirine mecbur bir melez gerçeklik ilişkisi var.

Neticede benzer temaya sahip "San Junipero" hala ara sıra aklıma gelip hiç değilse bazı sahnelerini yeniden izleme isteği uyandırırken, bilgisayar oyunları gibi bana cazip gelen bir teması olmasına karşın "Striking Vipers"da böyle bir istek duymadım. Fakat kalkıp da "Love, Death & Robots" yeni Black Mirror'dır diyecek kadar da aklımı peynir ekmekle yemedim :) 


TCKR










Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...