Siz bu sorunun cevabını düşünürken ben kısaca filmi
özetleyeyim. Yeni tarihli bir Western. “3:10
to Yuma”dan sonra Christian Bale’in
rol aldığı ikinci kovboy filmi. Kızılderili şefini oynayan Wes Studi'yi burada da bahsettiğim (link) PBS kanalında yayınlanan Çeroki sürgünü belgeselinde yine bir kızılderiliyi canlandıran isim olarak hatırlıyorum. Yönetmen ve senarist Scott Cooper.
Yüzbaşı Joseph
Blocker (Christian Bale) kanser olan Cheyenne şefi Yellow Hawk (Wes Studi) ve ailesini onlardan nefret etse de sağ salim
kendi topraklarına götürmekle görevlendirilir. Yolculuk, herkesin hem
kendisiyle hem birbiriyle hesaplaştığı bir maceraya evrilir.
“If we are not regularly deeply
embarrassed by who we are, the journey to self-knowledge hasn’t begun.” Alain de Botton
Bu açıdan bir yol
filmi sayabiliriz ve her yolculukta olduğu gibi burada da karakterler ciddi
değişimlerden, hatta dönüşümlerden geçiyor. Yüzbaşı ve kızılderililer dışında diğer askerler ve ailesini yerlilerin katlettiği kadın da
bu başkalaşımdan payını fazlasıyla alıyor. Karşılıklı sorgulamalardan ziyade şahit oldukları olaylar, insanların kendini ve bulundukları tarafı sorgulamasına yol açıyor.
Beyazlar yerlilere “hostiles”
adını takmış. Kötü niyetli, düşmanca
davranan anlamında. Fakat yolculuk süresince tüm vicdanlı karakterler düşmanlık
ifade eden böyle bir sıfatın sadece bir ırka ya da gruba ait olamayacağına
şahitlik edip gerçekle yüzleşerek pişmanlıklarının ateşinde arınıyorlar.
Filmi seyrederken özellikle TR'de yaşadıklarım geçti aklımdan. İlişkilerinde aşırı bağlayıcı olan bir toplumuz. İster aile içinde olsun ister arkadaşlıklarda biraz çete mantığıyla hareket ediliyor. Yani yakın çevrendense ya da tanıdığınsa sürekli kollayacaksın, öveceksin, yanında duracaksın. Herkeste bir gruplaşma merakı, birbirine kayıtsız şartsız aptal aptal kefil olma durumu var. Bireyselliğe saygı duymayan bir toplumuz, ancak tek tip bir çoklaşmanın içinde kendimize güvenebiliyoruz. Kişisel gelişim yerlerde sürünüyor. Beklendiği gibi hareket etmezsen güvenilmez bir insansın. Çevrendekilere değil de aklına ve vicdanına sadık kalırsan yandın. Birden "hain" ilan edilmen, "rahatsızlık yaratan" bir "mikrop mayk" muamelesi görmen işten bile değil :) Siyasette yersizce sık sık kullanılan bu söylemin toplumun içinde de güçlü bir temeli var aslında.
Melankoli
Bir sahnede Yüzbaşı’nın en yakın arkadaşı Çavuş Thomas Metz melankoliden
yakınıyor ve konuşurken yüzünün yarısı karanlık çekilmiş. Bu sinematografiyi
görünce melankoliyi düşündüm. Belki melankoli ile depresyonun farkı bu. Depresyonda tamamen
karanlıktasın, melankolide hala aydınlık kalan, tutunduğun bir şeyler var. Kendini tam bırakmamışsın ama ilerlemek de beyhude geliyor. Susan Sontag melankoliyi şöyle tarif
ediyor: “Depression is melancholy
minus its charms.” Melankolinin tıbbi tarifleri de var ama sınıflamış olmak
için yapılmış gibiler. Zaten söz konusu
psikiyatri olduğunda tıbba kesinlikle güvenemeyiz. Nihayetinde, biraz romantik gözükse de benim en akla yakın bulduğum tanımı büyük Victor Hugo yapmış: “Melancholy is the happiness of being sad.” Bu tarife göre içinde bir miktar suçluluk hissi barındırması da muhtemel. Neyse çok uzayacak, bu konuya
ayrı bir başlık altında döneyim en iyisi. Belki de "Melancholy" filminde uzun uzun konuşmak zevkli olabilir.
melankoli |
"Ur spirit within me,
mine within u”.
Yine bir saldırı sırasında Yüzbaşı’nın kızılderilere çok
ihtiyacı olmasına karşın kelepçelerini çıkarmaması aslında kendi kafasındaki
kelepçeleri söküp atamayışının yansıması
olarak hoşuma giden bir detaydı.
Şefin beyaz kadına teşekkürünü duyar duymaz not aldım, o
kadar iyi bir kindness tarifiydi ki: “Thank
u for ur kindness. Ur spirit within me, mine within u”.
Derinlikli karakterlere sahip, oyunculukları başarılı, “intikam”
temasının ötesine geçebilen, şiddet içeren ama aksiyona yaslanmayan, klişeleri bir adım ileri taşıyabilen, revizyonist
bir son dönem Western örneği.