12 Eylül 2019 Perşembe

"Dobra žena" filmi: Mirjana Karanovic

Kocasının Yugoslavya savaşında işlediği suçları öğrenince vicdanıyla mücadeleye girişen Milena'nın hikayesi.

Ayna karşısında üstü çıplak bir orta yaşlı kadın sahnesiyle film açılıyor. Mirjana Karanoviç çok beğendiğim bir Sırp aktris. Bu filmde ilk kez yönetmenliği de deniyor, hatta senaryonun yazarlarından biri de kendisi. Daha önce “Grbavica” diye bir filmde seyretmiştim, harikaydı, herkese tavsiye ederim, TRT2’de bile yayınlandı, geceleyin tekrarını izleme şansı bulmuştum. Bir ara fırsat olursa ondan konuşmayı da çok isterim. 

Sırp aktris diyorum ama 92-95 savaşının Boşnakların gözünden anlatıldığı pek çok filmde oynadı.   

Bu film Karanoviç’in ilk yönetmenliği olduğu için kurgu ve sinematografi açısından Jasmila Zbanic'in Grbavica filmi kadar iyi ve ustalıklı değil. Ağır aksak bir ilerleyişi, klasik bir anlatımı var.

Boşnakça pek çok açıdan Bulgarca’ya benziyor.  Mesela bir yerde “imam neşto za tebe” (sana bir şey getirdim) diyor kadın. Bulgarca’da da tıpatıp aynı şekilde söylerler. Yine bunlar “zdravo” diyor, Bulgarlar “zdravey”. Merhaba yani. Biraz değişerek Rusça çok kelime girmiş anlayacağınız. Türkçe mirası da yok değil. Sırf şu filmde budala, çizme gibi çok kelime yakaladım. Ama budala saçmalık anlamında kullanılıyor gibi geldi. Bir kez daha anladım ki bir Balkan dilini bilen, diğerlerini çok kolay öğrenebilir ve iyi kötü her gittiği yerde anlaşır. Konuşulanların %20-30'unu kelime bazında anlıyordum seyrederken.   



İyi bir insan mı yoksa iyi bir eş mi olmak?
Filmin esas meselesi burada düğümleniyor. Efendim ikisi birden olmuyor mu? Her zaman olmuyor işte. “Dobra žena” Boşnakça hem iyi eş hem de iyi kadın anlamlarına gelebiliyor ve "dobra jena" olarak telaffuz ediliyor. Hatta Bulgarca ve Rusça’da da "jena" için benzer bir “double entendre” çift anlamlılık durumu var. Hangisi olduğuna siz karar vereceksiniz filmden sonra. Aslında aynı kelime oyunu “Grbavitsa” isminde de vardı biliyorsunuz, Esma'nın sırrına açık bir atıftı.

Bazen küçük resimde doğru olanı yaparsan büyük resimde yanlış yapmış olabiliyorsun. Yerel vs Evrensel değerler. Amansız bir çakışma ve uyumsuzluk. Buradaki duruma gelmeden önce farklı alanlardan örnek verelim. Mesela ülkendeki rezilliği değiştirebilmek için yazdığında vatan haini muamelesi görebiliyorsun. Arkadaş grubunla ters düşüp sorunlu ve güvenilmez ilan edilebiliyorsun. Ailene karşı çıkıp hayırsız damgası yiyebiliyorsun. Neticede hepsinin temelindeki prensip aynı. Doğru bildiğini yapmak mı yoksa sürünün bir parçası olarak kalmak mı? İş gelip idealist bir amaç uğruna kendi konfor alanını riske etmeye dayanıyor. Yapabilen o kadar az ki! Yapılmalı mı, o da ayrı bir konu. Haydi her konuda idealist olalım diyecek kadar salak değilim. Önce yaşamımızı sürdürmemiz lazım. Hayatın içinde durmadan idealist kararlar vermek pek mümkün gözükmüyor realist bakıldığında. Neticede toplum sana bir bardak su vermiyor ama başına bir şey gelse yakının yardım edecek, her konuda aptal aptal toplumun menfaatini değil, önce şahsi menfaatlerimizi düşünmekten yanayım. Yerine göre düşünmek gerekiyor belki. Kabul edelim ki ufak tefek olaylarda yakınlarına körlemesine destek olunabilir ve çoğumuz oluyoruzdur ama ciddi bir sorun varsa sonunda yüzleşmek zorunda kalıyorsun, erteledikçe durum kötüye gidiyor. Ayrımı iyi yapmak lazım. 


Filmde kadın tesadüfen silinmiş bir video kasetin sonunda, savaşta kocasının ve arkadaşlarının insanları infaz ettiğini görüyor. O saatten sonra içi içini yiyor. Hikaye kadının zihninde büyüyen rahatsızlığı, aynı zamanlarda ortaya çıkan bir meme tümörünün büyümesiyle sembolize edip paralel anlatı kurarak seyirciye aktarıyor.

Kadın düşünceli, kadın tedirgin, kadın ne yapacağını bilmiyor. Filmde söylenmiyor ama kim bilir kaç kez içinden keşke o görüntüleri hiç bulmasaydım demiştir kadıncağız. İnsan bilmek istemez bazen çünkü bilmediğin şey sana sorumluluk yüklemez. Bilerek bilmemeyi seçersin. En çok atlanan korkaklık türüdür aslında bu. Bilerek bilmemeyi seçmek. İnsanın en büyük kaypaklıklarından birisidir. Neticede kadının kocası. Çocuklar var. Bir düzen var. Şimdi bunları nasıl yok sayacaksın. Ya da kimin ne bok yediği belli olmayan bir savaşta yaptıkları için sorumlu tutabilir misin adamı yıllar sonra? O da kesin değil. Tutsan bile tüm düzenini yıkmayı göze alabilir misin? Değer mi? Bunlar uzaktan kolay gelebilir ama şu yazıyı 1000 kişi okuyorsa, ben de dahil 999’unun götü yemez, açık konuşalım, birbirimizi yemeyelim sevgili okuyucu. 


Aslında Milena da cesaret edemezdi bence, zaten etmemeliydi belki de, ama “perfect storm” dedikleri bir bileşke oluştu kadının hayatında ve bu karara savurdu. Bir kere tümörün aynı zamanlarda tespit edilmesi kadının hayata bakışında ciddi bir değişikliğe yol açtı. Kızının liberal çalışmaları yine etkili oldu. Sokakta savaş suçlarını araştıran kadına rast gelmesi ve çalıştığı yeri öğrenmesi ayrı bir katkı sağladı ve işini kolaylaştırdı. Ama tüm bunlara rağmen bana kalırsa yine de söylemeyecekti. Ne zaman ki kocası ve arkadaşı, tehdit eden diğer arkadaşlarını kaza süsü vererek öldürdü, işte film orada koptu. Çünkü olaylar bugüne sarkmış oldu. Kendi hayatına dokundu. Tazelendi. Neredeyse her gün konuştuğu arkadaşının kocası öldürüldü. Zamanın ötesinde tolere edilebilecek, savaş zamanıydı canım diyerek geçiştirilebilecek, ötelenebilecek bir suç ansızın şimdiye taşınarak hoyratça tekrarlandı. İşte bardağı taşıran bence buydu. O noktada kadın artık sessiz kalamadı çünkü kendini kandırabileceği, sığınabileceği, gölgesinde soluklanabileceği, korumak isteyeceği “mutlu ve güvenli bir şimdiki zaman” paramparça edilmiş oldu. Korumak istediği bugünü, unutmak istediği düne çevirmiş oldu kocası bu son cinayetiyle. Böylece kendi ipini çekti aslında.

Diğer yandan savaşta her türlü alçaklığı yapmış insanların bugün iyi aile babası, güleryüzlü komşu gibi rollerle aramızda dolaşması insanın olağandışı durumlarda esen sert rüzgarlarla nasıl sürüklenebildiğini, başkalaşabildiğini de fısıldıyor insana. Şartlar öylesine etkili ki yaşamlarımızda. Bu da bir güvensizlik hissettiriyor, zeminin ne kadar kaygan olduğunu hatırlatıyor Tarih, iyi komşuların aniden değişen siyasi söylemlerle bir hiç uğruna birbirini kestiği örneklerle dolu hem TR'de hem dünyada.   

Film, sinematografi ve kurgu açısından öne çıkmamasına karşın hikayesiyle ve Karanoviç’in varlığıyla akılda kalan bir iş olmayı başarıyor.

Filmle ilgili konuşulabilecek irili ufaklı başka konular da var ama yazı için bu kadarı yeter de artar bile. Balkan filmleri seyir listemde sırada Grbavica'nın yönetmeni Jasmila Zbanic'in "Na Putu" diye bir filmi var. Sonrasında Bulgar sinemasına dönüş yapacağım. 


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...