15 Mart 2019 Cuma

Шивачки (Shivachki, Terziler, Seamstresses) (2007)

Людмил Тодоров (Lüdmil Todorov) filmi. Fakir insanların hayatını yansıtmaya çalışan bir rejisör. Bu filmde de parasızlık, sefalet sebebiyle Popovo kentinden Sofya’ya gelen üç kızcağızın (Dora, Elena, Katya) tutunma süreci var.  

Sovyet usulü komunalka’da (коммуналка) bir oda kiralıyorlar. Mutfak banyo ortak. Odaların birinde kızlar diğer ikisinde başkaları kalıyor. Ev arkadaşları içinde pisliği de var temizi de. İş bulmaları lazım hemen. 

Kızlar terzi, yani şivaç. Ama kendilerine göre bir iş bulana kadar servitörka’lıktan mesar’lığa kadar her işi yapmak zorunda kalıyorlar. Soğukta elektrik parası gelmesin diye peçka larını bile yakamayacakları bir sahne vardı mesela. Bilenler bilir, insanın eli fişe gidecek gibi olur, sonra gelecek faturayı düşünüp paltosunun yakasını kaldırarak bir çay yapar. Tuhaf bir tad da alırsın aslında bundan, mücadele ettiğin hissini verir belki.

Neyse, filmimiz hafif bir "köyden indim şehre" dramı. Özellikle Elena (Elen Koleva / Елен Колева) ve Zahari (Philip Avramov / Филип Аврамов) karakterlerini sevdim, sıkılmadan seyrettim. İstismar etmeden yaşamın zorlukları ve arkadaşlıkların evrimini anlatan sade bir film. Bulgar kültürü ve sinemasına ilgi duyanlar bakabilir. Gişeci, vizyoncu (ya da vizyonsuz mu demeli), komikçi, süperci takımı uzak dursun.






























Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

12 Mart 2019 Salı

Ezan Yalan Doğa Vatan

Sık sık Batı özentisi diyorlar ya yobazlıklarını paylaşmayan insanlara, şu 8 Mart'ta kadınlar ezana saygısızlık etti yalanını savurup yürüyüş yapan cüppeli sarıklı zavallılar ve onları koruyanlar dünyadaki ortalama bir uygar insanın tırnağındaki kir bile olamazlar. İslam bu mahluklardan kurtulamayacaksa, olmasın daha iyi. Türkiye bunlardan kurtulamayacaksa, varsın o da olmasın. Dünyayı kirletmeye hakkımız yok.

Siyaset toplumun o kadar içine işlemiş ki Türkiye’de insanlar her düşüncesini siyasi iklime göre eğip bükerek konuşuyor. İnsan aklını ve karakterini asıl dejenere eden bu. Biçimsizleştiriyor bizi. Paramızdan öte kişiliklerimizi çalıyor bizden. 

Fırsat buldukça dağa çıkar toplumun tüm alçaklığından uzakta kamp yaparım tek başıma. Tabiatın içinde sabah erkenden sizi uyandıran o çeşit çeşit kuş seslerinin verdiği his kelimelerle anlatılmaz. Açık konuşalım mı? O kuşlardan birinin sesini dahi ezanlarınızın alayına, o kuşlardan tekinin yuvasını bile camilerinizin tamamına, o kuşlardan hiçbirini bu kuştların topuna DEĞİŞMEM..!

“Vermem, dünyaları alsam da bu cennet doğayı”  





Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

11 Mart 2019 Pazartesi

Eden Lake (Kan Gölü): Film İncelemesi (2008)

Göl kenarına kampa giden Steve (Michael Fassbender) ve Jenny (Kelly Reilly) çifti ergen bir grupla karşılaşır ve çocukların saldırgan serserilikleri kontrolden çıkar.

Film slasher ve gerilim türleri arasında gidip geliyor. Özellikle Kelly Reilly’yi “True Detective” dizisinin ikinci sezonunda beğenmiştim. Paige rolündeki çete üyesi kızın Maisie Williams (Arya / Game of Thrones) olduğundan emin gibiydim ama sonradan IMDB’ye bakınca Finn Atkins olduğunu gördüm. Büyük benzerlik. 

Genel olarak mutlaka seyredilmeli diyebileceğim bir film değil, bildik bir hikaye aslında ama benim gözümde iki yönüyle öne çıktı.

Bir kere ergen ve genç terörü gündemde çok yer bulamasa da pek çok ülkenin başına bela. Türkiye de bunlardan birisi. Brezilya ya da Amerika gibi ülkelerde olduğu kadar şiddetli olduğunu düşünmüyorum bizde ama yine de var. Maraz çocukların ya da gençlerin özellikle kalabalıklaştıkça artan terbiyesizlikleri ve en ufak bir tepkide küfür kıyamet sopaya/bıçağa sarılma refleksleri çoğumuzun malumu. Türkiye’de özellikle tekel/kuruyemiş kapılarında, okul önlerinde, kafe dolaylarında yuvalanır bunlar. Tamamen sürü psikolojisiyle hareket ederler. Hatta bu yakınlarda haber oldu benzer birkaç olay, biri tekel büfede bu tiplerle çatışan Ahmet abi'nin hikayesi (link). Diğeri de galiba Bursa'da bir kafenin önünde bir kızla sevgilisine saldıran bir gruptu (link).

Aslında asi gençleri severim ben ama bu bahsettiğim tipler asiden ziyade habistir. İkisini karıştırmamak lazım, biraz tecrübeyle hemen anlarsınız. Her türlü pislik beklenir bunlardan. Dünyada gittikçe artan sosyal bir sorun bu. Dolayısıyla sinema da bu konuyu es geçmiyor. Haneke’nin “Funny Games” filmini ya da  Kubrick’in roman uyarlaması “Otomatik Portakal”ını burada mutlaka anmalıyız. "Eden Lake" filminde de her türlü itliği yapıp sonra tokadı yiyince “Abi! vurma abi!” diye ağlaşan bu zibidilerin ileri seviyede sadist örnekleri verilmiş.

Hani “şiddete hayır” diye tepinip duruyor ya insanlar, hep söylediğim gibi şiddet gerektiği yerde kullanılması gereken bir araçtır. Böyle pisliklerle karşılaştığında hala kibarlık, uygarlık, iyilik falan diye ahmaklık edersen bunun adı iyilik değil acizliktir. Bu da çok sık karıştırılıyor toplumda. Gerektiğinde her türlü şiddet haktır. Hele korkudan başka bir şeye saygı duymayan “barbar” toplumlarda istesen de istemesen de şiddeti elinin altında tutacaksın. Kendin için değilse bile sevdiklerin için. Hayali iyimserliklere kendini kaptırmanın bedeli ağır olabilir. Tıpkı burada olduğu gibi.    

Filmin bir başka hoşuma giden tarafı da çocukları bir çeşit mutant ya da zombi gibi göstermeyip az da olsa ailelerini ve ortamlarını da işin içine katması oldu. Kötülüğü havada bırakmıyor, sadizmin köklerine, aile olgusunun yeri geldiğinde nasıl bir "kötülük yuvasına" dönüşebileceğine dair düşünce parçacıkları düşürüyor zihninize. “Okul” ve “aile” gibi dokunulmazlık atfedilen kavramların iyiden iyiye tartışılması  lazım. Mevcut haliyle "okul" işe yaramaz bir zaman ve kişilik katili, aile ise daha komplike bir olgu. Ciddi faydaları var ama kötülük üreten aileler de az değil. Aile ortamı bir “muhafaza alanı” olarak alınmalı. İyiyi de kötüyü de muhafaza edebilir. Peşin bir kıymet biçilmemeli. Mesela bugün Türkiye’nin yüzyıllardır aşamadığı yobazlıklar, bayıla bayıla övgüler düzdüğümüz ailelerin aracılık ettiği bilinç aktarımının ürünü. Bu kültürel devamlılık değerli olanı yaşattığı gibi patolojik mikroortamlara da ev sahipliği yapıyor. Dolayısıyla genel olarak ailenin kutsal sayılması büyük bir hata. Hiç değilse zararlarından da bahsedilmesi lazım artık. 

Çok sevdiğim “The Alienist” romanında Dr Adolf Meyer’den yapılan bir alıntıyı aktararak bitireyim uzatmadan:

The degenerative processes in children have their chief encouragement in the equally defective home surroundings.”

Filmi seyrederseniz, göreceksiniz.
















Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...