11 Mart 2019 Pazartesi

Eden Lake (Kan Gölü): Film İncelemesi (2008)

Göl kenarına kampa giden Steve (Michael Fassbender) ve Jenny (Kelly Reilly) çifti ergen bir grupla karşılaşır ve çocukların saldırgan serserilikleri kontrolden çıkar.

Film slasher ve gerilim türleri arasında gidip geliyor. Özellikle Kelly Reilly’yi “True Detective” dizisinin ikinci sezonunda beğenmiştim. Paige rolündeki çete üyesi kızın Maisie Williams (Arya / Game of Thrones) olduğundan emin gibiydim ama sonradan IMDB’ye bakınca Finn Atkins olduğunu gördüm. Büyük benzerlik. 

Genel olarak mutlaka seyredilmeli diyebileceğim bir film değil, bildik bir hikaye aslında ama benim gözümde iki yönüyle öne çıktı.

Bir kere ergen ve genç terörü gündemde çok yer bulamasa da pek çok ülkenin başına bela. Türkiye de bunlardan birisi. Brezilya ya da Amerika gibi ülkelerde olduğu kadar şiddetli olduğunu düşünmüyorum bizde ama yine de var. Maraz çocukların ya da gençlerin özellikle kalabalıklaştıkça artan terbiyesizlikleri ve en ufak bir tepkide küfür kıyamet sopaya/bıçağa sarılma refleksleri çoğumuzun malumu. Türkiye’de özellikle tekel/kuruyemiş kapılarında, okul önlerinde, kafe dolaylarında yuvalanır bunlar. Tamamen sürü psikolojisiyle hareket ederler. Hatta bu yakınlarda haber oldu benzer birkaç olay, biri tekel büfede bu tiplerle çatışan Ahmet abi'nin hikayesi (link). Diğeri de galiba Bursa'da bir kafenin önünde bir kızla sevgilisine saldıran bir gruptu (link).

Aslında asi gençleri severim ben ama bu bahsettiğim tipler asiden ziyade habistir. İkisini karıştırmamak lazım, biraz tecrübeyle hemen anlarsınız. Her türlü pislik beklenir bunlardan. Dünyada gittikçe artan sosyal bir sorun bu. Dolayısıyla sinema da bu konuyu es geçmiyor. Haneke’nin “Funny Games” filmini ya da  Kubrick’in roman uyarlaması “Otomatik Portakal”ını burada mutlaka anmalıyız. "Eden Lake" filminde de her türlü itliği yapıp sonra tokadı yiyince “Abi! vurma abi!” diye ağlaşan bu zibidilerin ileri seviyede sadist örnekleri verilmiş.

Hani “şiddete hayır” diye tepinip duruyor ya insanlar, hep söylediğim gibi şiddet gerektiği yerde kullanılması gereken bir araçtır. Böyle pisliklerle karşılaştığında hala kibarlık, uygarlık, iyilik falan diye ahmaklık edersen bunun adı iyilik değil acizliktir. Bu da çok sık karıştırılıyor toplumda. Gerektiğinde her türlü şiddet haktır. Hele korkudan başka bir şeye saygı duymayan “barbar” toplumlarda istesen de istemesen de şiddeti elinin altında tutacaksın. Kendin için değilse bile sevdiklerin için. Hayali iyimserliklere kendini kaptırmanın bedeli ağır olabilir. Tıpkı burada olduğu gibi.    

Filmin bir başka hoşuma giden tarafı da çocukları bir çeşit mutant ya da zombi gibi göstermeyip az da olsa ailelerini ve ortamlarını da işin içine katması oldu. Kötülüğü havada bırakmıyor, sadizmin köklerine, aile olgusunun yeri geldiğinde nasıl bir "kötülük yuvasına" dönüşebileceğine dair düşünce parçacıkları düşürüyor zihninize. “Okul” ve “aile” gibi dokunulmazlık atfedilen kavramların iyiden iyiye tartışılması  lazım. Mevcut haliyle "okul" işe yaramaz bir zaman ve kişilik katili, aile ise daha komplike bir olgu. Ciddi faydaları var ama kötülük üreten aileler de az değil. Aile ortamı bir “muhafaza alanı” olarak alınmalı. İyiyi de kötüyü de muhafaza edebilir. Peşin bir kıymet biçilmemeli. Mesela bugün Türkiye’nin yüzyıllardır aşamadığı yobazlıklar, bayıla bayıla övgüler düzdüğümüz ailelerin aracılık ettiği bilinç aktarımının ürünü. Bu kültürel devamlılık değerli olanı yaşattığı gibi patolojik mikroortamlara da ev sahipliği yapıyor. Dolayısıyla genel olarak ailenin kutsal sayılması büyük bir hata. Hiç değilse zararlarından da bahsedilmesi lazım artık. 

Çok sevdiğim “The Alienist” romanında Dr Adolf Meyer’den yapılan bir alıntıyı aktararak bitireyim uzatmadan:

The degenerative processes in children have their chief encouragement in the equally defective home surroundings.”

Filmi seyrederseniz, göreceksiniz.
















Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...