27 Aralık 2020 Pazar

Çizgiroman Podcast: Grafik Roman, Frankofon vs


Dünya çizgiroman kültürü üzerine Grafik Romanlardan Frankofonlara, Mangalardan İtalyan çizgiromanlarına uzanan resim ve video destekli benzersiz bir çizgiroman sohbet programı.

"Dünya Çizgiroman Kültürü" 1

"Dünya Çizgiroman Kültürü" 2

"Dünya Çizgiroman Kültürü" 3








Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

Sinema Podcast: Sohbet ve İnceleme Programları


Yerli, yabancı, eski ve yeni tarihli olmak üzere farklı türlerden filmlere farklı bakışlar sunan ve kendi beğenilerimi, sorgulamalarımı yansıtan, sinema üzerine resim ve video destekli bir podcast programı.

Sinema Notları Podcast #1
Le Herisson (Hedgehog / Kirpi) Film İncelemesi 
(Fransız Sineması)

Sinema Notları Podcast #2 
Stagecoach (Posta Arabası / Cehennemden Dönüş) Filmi İncelemesi 
(Western Sineması)

Sinema Notları Podcast #3
Güvercin (Pigeon) Film İncelemesi 
(Güncel Türk Sineması)

Sinema Notları Podcast #4
Abluka (Frenzy) Film İncelemesi 
(Emin Alper Sineması)

Sinema Notları Podcast #5
Pokot (Spoor / İz) Film İncelemesi
(Polonya Sineması) 

Sinema Notları Podcast #6
4-Film-Birden Programı #1
Enid, Homeless Ashes, Kumiko, The Year of Living Dangerously







Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

30 Ağustos 2020 Pazar

Belgesel ve Çizgiroman Konulu Podcast Bölümleri


Podcast Çizgiroman #1: "Dünyada Çizgiroman" 
4-5 ay önce çektiğim programlar. Gecikmeli yayınlayabildim.

Çizgiroman konulu podcast serisi dünyanın farklı coğrafya ve ekollerinden çizgiromanın her türlüsü üzerine gelişine, bol resim destekli bir monolog şeklinde gidiyor. Zaten kendim için aldığım notları önüme koyup canlı yayın mantığıyla bir yayın çıkardım. Sadece çizgiroman üzerine değil, ilgilendiğim farklı alanlarda da bu tarz yayınlar yapmayı planlıyorum. Resim, zooloji, sinema, belgesel, televizyon, edebiyat, filoloji, retro bilgisayar oyunları gibi konularda seri programlar gelebilir. Teknik açıdan da ciddi yenilikler var aklımda.   

Bu bölümdeki konular
Türk TVlerinde Çizgiroman, "Altın Fırçalı Adam" belgeseli, Alberto Breccia ve "Buscavidas", "Joe Shuster Story", Herge Külliyatı, "La Fille de Vercingetorix" (Son Asterix albümü), "Maggy Garrison", "Nos Vies Prisonnieres", "They Called Us Enemy", "Tremen", "Enki Bilal" ve "Bug", "Monsieur Blaireau ve Madame Renarde", "Aurora Borealice", Fransız 2018 "Conan" Serisi, Hüseyin Aksakal ve Robert E Howard Külliyatı çevirileri, "Audubon", "Blossoms in Autumn", "Kebek", "The Dead Eye and the Deep Blue Sea", Pif Gadget, "Aliens: Labyrinth", Albert Uderzo, "Medicine: A Graphic History", Vefatlar (Gimenez, Suat Yalaz, Abdullah Turhan), "Fables Ameres 2", "La Bombe"


Podcast Belgesel #1: "Sherpa" belgeseli 
Şerpa kültürü, Nepal'de dağcılık turizmi, yaşanan facialar ve dağcılık üzerine şerpa bakış açısını yansıtmaya çalışmasıyla farklı bir belgesel.



Podcast Belgesel #2: "Planet Earth 2" belgeseli (Islands bölümü)
Temel yapım bilgilerinden ziyade yine neler hissettirdi, neler düşündürdü üzerine odaklandığım bir yayın oldu.


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

27 Ağustos 2020 Perşembe

Nihan Devecioğlu: Taptaze Bir Yetenek


Rusların her albümünü defalarca dinlediğim bir büyük yeteneği vardır: Pelageya Hanova (Пелагея Ханова). Geçenlerde tesadüfen onu hatırlatan bir Türk şarkıcıya rastlamak mutlu etti beni. Birkaç cümleyle burada da anmak istiyorum.

İsmi Nihan Devecioğlu. Altyapısı/eğitimi çok güçlü bir sanatçı. Biyografisi için aşağıda verdiğim resmi sitesine bakabilirsiniz, ben kendi düşüncelerimi yazmak istiyorum.

Duyguları sesiyle saflaştırıp büyüleyici bir çağrıya dönüştürebilen nadir yeteneklerden. Kendi kendine çıkamadığın bir ortamdan çıkartıyor, kıskıvrak gömüldüğün çevrenden koparıyor, daha güzel bir şeylerin varlığını ve yaşanabileceğini fısıldıyor sanki usul usul. Hem narin hem de güçlü bir sesi var. Tatlı tatlı akan tertemiz bir derenin şırıltısındaki saf çağrıyı alıyorsunuz. Bazen uykuya bazen coşkuya bazen de hüzne davet eden karizmatik bir ses. Kendini duyuramamış duygular ve düşünceler onun yorumundan aldıkları cesaretle zihninizde gezinmeye başlıyor, görünür ve işitilir oluyor, bastırılmış bir şeyler ayaklanıyor.

Anladığım kadarıyla çalışmalarını daha çok yurtdışında sürdürüyor. Kesinlikle öyle devam etmeli, en azından büyük oranda. Türkiye ikliminde yaşaması zor bir hassasiyet ve yetenek görüyorum. İnsanların yeteneklerini mümkün olduğu kadar fazla sergileyebilecekleri ortamları yurt olarak görmeleri en doğrusu. Vatan, mutlu olduğumuz yerdir. Mutlu olduğumuz yer ise yeteneklerimizi sergileyebildiğimiz ortamdır. Gerisi hikaye. Yurtiçindeki kaç şarkıcımızın onun kadar büyük faydası olabilir ki bu kültürün tanıtılmasında?

Şu anda ne yapıyor?
Kendi Youtube kanalında  yaptığı açıklamayı buraya alayım:
"Sadece ninnilerden olusan bi Album hazirliyorum. Bu da ilk Studyo gununden ve ilk kaydettigimiz ninnin videosu... "La Siminzina" Sicilya'dan geleneksel bi ninni. Bana bu parcada eslik eden muthis sarkici ve arkadasim Margharita Abitaya da cok tesekkur ederim."


Not: Margherita Abita, Barcelona Gypsy Balkan Ochestra'nın solisti. O da harika bir gruptur, Ben Margherita'yı Alice Rohrwacher'in çok sevdiğim "Lazzaro Felice" filmindeki Lazzaro'ya çok benzetirim, sizce de benzemiyorlar mı?  Bir de o kontrbas'taki Ivan Kovaceviç'in çalarken aldığı zevki sadece seyretmek bile insana yaşama isteği veriyor :) Ben bu kadar sevimli bir Sırp görmedim. Onların sevdiğim bir performanslarının linkini de bırakıyorum aşağıya.


Özellikle şu performansı 20 kere dinlemişimdir. Her açıdan hayran oldum. 


Barcelona Gypsy Balkan Orchestra


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

13 Ağustos 2020 Perşembe

TRT2'nin İlk Yılı (2019-2020)


Geçen sene nisan 2019’da TRT2 tekrar yayına başladığında kısa bir yazıyla duyurmuş ve ilk gözlemlerimi aktarmıştım. Üstünden geçen bir senede biriken yeni gözlemlerim oldu, bunları da kısaca buradan paylaşmak istiyorum. Önceki yazının linkini de aşağıya bırakıyorum.



Sinema
Film Önü ve Arkası
Sinemadan başlayalım. Özellikle film önü kısmı yönetmenin, oyuncuların önceki işleri gibi basit imdb bilgileriyle geçiyor ama format bu. Ortalama altı sinema seyircisine yönelik bir ısındırma kısmı olarak planlanmış. Film arkası kısmında bu sefer filmi okumaya yönelik yorumları oluyor. Yalnız öyle ince okumalar ve keskin yorumlar beklemeyin. Hem bakış hem de platform olarak müsait şartlar yok. Mehmet Açar bana daha yakın geliyor, Alin Taşçıyan'ı bilgili ve tecrübeli olmasına karşın yer yer takıntılı ve antipatik buluyorum. Mehmet Açar daha efendi, açık ve önyargısız yaklaşıyor konulara.

Sansüre ses çıkartmamaları ve siyasi çağrışımları olabilecek yorumlara girmemelerine karşın Türk TVlerınde bu ayarda bir sinema programı yok bugün. Youtube’u istisnalar hariç saymıyorum, maalesef hollywood filmlerinin çığırtkanlarıyla dolu, herşeyde eğlence arayan sinema konulu birkaç kanal var sadece. Imdb trivia larını arka arkaya sıralayanın üstad ilan edildiği bir rezalet ortama dönüştü Youtube. Dünya sinemasını bilen, hele film okuyabilen adam ara ki bulasın. Bir toplumun kalite ve seviyesi her alana yansıyor.

Eskiden sadece pazar günleriydi, biraz da bu karantina dolayısıyla artık cumartesi geceleri de var şu anda. Benim buradan keşfettiğim çok iyi filmler oldu, her hafta hangi filmler var bir bakın derim. TRT2'de Atilla Dorsay, Vecdi Sayar, Rekin Teksoy gibi ustaların kurduğu geleneği devam ettiren bir program. Taşçıyan biraz da o günlerin yadigarı.

TRT2'nin başına geçsem devam ettiririm.


Filmler
Filmler genelde iyi seçiliyor. İran filmlerinin haddinden fazlas olması eleştiri konusu olabilir, her hafta en az bir İran filmi gösterilecek kadar da iyi bir sineması yok İran'ın. Ama örtülü kadınlar hoşlarına gidiyordur AKP örgütünün.

Bir de ciddi bir sansür meselesi var. Belgeselde bile yaptıklarına şahit oldum. Sevişmeyi bırak geçenlerde bir İskandinav filminde kadının poposunun göründüğü bir sauna sahnesini bile komple çıkarıp atmışlar. Ayrıca öpüşmeyi dahi sansürleyen bir zihniyetin yeri ancak yerin dibi olur. Dolayısıyla buradan beğeneceğiniz filmleri mutlaka orjinal seyretmenizi öneririm.

Star, Show, Kanal D hatta paralı kanallarla  kıyaslanmayacak kalitede filmler seçtikleri kesin.

Western Kuşağı
Pazar sabahlarinin klasiği devam ediyor. Fena filmler yok. Şahsen dublajı sevmediğim için pek seyretmiyorum ama bu kişisel bir tercih olduğu için meraklısının memnun olduğunu tahmin ediyorum.


Evliya Çelebi
Faruk Aksoy sunuyor. Sevimli bir adam. İlk bölümlerde dublaj yapılması garibime gitmişti. Bir noktadan sonra değişiklik yaşadılar. Artık kendi sesiyle sunuyor. Ayrıca süre uzatıldı. Yarım saatten 50 dakikaya çıktı. Sürenin uzaması iyi çünkü ilk bölümlerde bir anıt 2-3 saniye gösterildiğinde insan hiçbir şey göremiyordu. Bu tarz bir program için büyük hata. Dublajın bırakılması genelde iyi olmasına karşın adamın her program 15-20 kez maşallah, inşallah, hamdolsun demesinden fenalık geliyor. Yalnız bu aralar hep tekrarlarla idare vaziyeti var. Seyahat zorlaştı, herhalde ondandır. Son bir not, 35 yıl dışarıda yaşamış bir insana göre yabancı dili zayıf.


Bizim Resmimiz
Resim sanatındaki amiral gemisi "Bir Resim Bir Hikaye" programı devam ediyor. Ressam Mahir Güven'in sunduğu program Türk TVlerinn bir klasiği oldu bile bana sorarsanız. Onun yanına bir de Türk resmi ile ilgili böyle bir program başladı ki bence çok iyi oldu. Takip ediyorum.


Nakkaşın Fırçası
Resim ile ilgili programlardan birisi daha. Bence modern resmin ilkel bir hali olan minyatürün tarihi örneklerine yer veriliyor. Sadece resme ya da minyatüre özel ilgisi olanlara göre.


Doğan Hızlan ile Karalama Defteri
Doğan Hızlan takip etttiğim bir edebiyat eleştirmeni değil. Siyasete ucundan dahi bulaşmayayım, netameli konulara da girmeyeyim darken bence yüzeysel kalıyor yıllardır. Özellikle anıları açısından söyledikleri önemli çünkü bunca yıldır camianın içinde olmasından mütevellit tanıdığı konuştuğu çok. Ancak merak ettiğim ya da takip ettiğim bir yazar olursa seyrediyorum.



Anadolu Arkeolojisi
TRT2’nin şu anda en müthiş programı bence. Arkeolog Ümit Işın, Anadolu'nun arkeolojik ve kültürel zenginliklerinden bahsediyor. Ege ve Akdeniz ağırlıklı. Çoğumuzun adını bile duymadığı kentlerdeki mimari özellikleri, yaşananları kültürleri nefis görüntülerle evinize getiriyor. Buradan aldığım notlar çift sütun 50 sayfayı aştı. Arkeoloji okuması yapmadığım için muhtemelen hiç haberim olmayacak enteresan konulardan haberdar oldum. Emsalsiz bir kültürel katkı. En azından bendeki etkisi böyle oldu. Aman eğlenceli olayım, etkileyici olayım diye çabalamadan yalın anlatımıyla kavrıyor insanı. Kaçırmayın.


Tarih Söyleşileri
Tipik AKP kafasını yansıtan bir program. Cumhuriyet kültürüne laf sokmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan bir sunucu ve çoğunlukla aynı kafada konuklar. Tahammül edilmez. Konuğuna göre belki kırk yılda bir seyredilebilir.


Günseli Kato
Samimiyetsizliğin kitabını yazan bir sunucu Günseli Kato. Sanatçıymış. Osmanlı kelimesini 5 kez cümle içinde kullanmadan program bitirmeyen kafada, havayı koklayarak konuşan bir kadın. Korkunç teatral tavırlar. Yapmacıklığın anıtı. Dayanılmaz bir tiyatro. Ortada doğru dürüst bir gözlem/tespit falan hak getire. Geçin gitsin.


Diziler ve “Bron”
TRT dizi işine de girdi ve bu İskandinav polisiyesini yayınladı. Tamam belli bir kalitenin üstünde bir dizi ama bence haftada bir taneden fazla dizi TRT2 gibi bir kanalda yer tutmamalı. Farklı yerlerden ulaşabiliyoruz zaten dizilere, TRT2 için ideal olanı başka yerde bulamayacağımız programlara yer vermesi olmalı.


Geri Dönüşen Sanat
Bu serinin sıkı takipçisiyim. İnsanlar ne akla hayale gelmez obje hatta atıklardan ne olağanüstü eserler ortaya çıkarıyorlar. Yetenek işte. Süresi de kısa. 20 dakika civarı. Bayılıyorum.


Kısa Bir Ara
12 dakika civarı bir sürede bir eser, olay ya da insan anlatılıyor. İki tane genç sunucusu var. Açıkçası olmamış. Bu tarz programlarda süreyi etkin kullanmak önemli. Burada bilgi iyi kullanılamıyor ve gevezeliğe dönüşüyor. Bu format nasıl yapılır merak edenler FranceCulture'ün 4-5 dakikalık yayınlarına baksın, buradakinden çok daha iyi bir özeti çok daha fazla bilgiyle, yarı sürede, akılda kalacak şekilde vermeyi başaran çok sağlam bir örnek. "Kısa Bir Ara" ise ancak TRT Çocuk'ta yayınlanabilecek bir sunum ve düzeyi aşamıyor.


Konserler
Herkesin zevkine göre bir şeyler var. Ama bunların çoğu nette zaten herkese açık.


İhmal Edilebilir Nasihatler
Bir dakikanıza bile yazık olacak bir program. Neredeyse tüm lafların gelip bağlandığı kök aynı: Batı’nın kötülüğü ve mağruriyeti, Doğunun bilgeliği ve mağduriyeti. Bu ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan yemeğin vazgeçilmez sosu olarak da Cumhuriyet eleştirileri. Doğu dediler mi de konu hep Osmanlı övgüsüne geliyor elbette. Süslü cümleler ve bol bol ondan bundan alıntılarla yapıyorlar bu “propaganda ayinini”. Oturumun baş AKPlisi Rusça bilmeden ve Rusya’da yaşamadan Rusya kültürü ve tarihini İslamcıların hoşuna gidecek şekilde yorumlamasıyla revaçta olan bir kadın, yani Alev Alatlı. Diğerleri zaten ona pas atmak için yerleştirilmişler, görüntü öyle. Ne seyredilecek ne dinlenecek bir tarafları var üçünün de. Korkunç bir samimiyetsizlik hakim. Her konuyu eğip büküp 1923 Cumhuriyetine ve Batı'ya laf sokma anafikri etrafında dolap beygiri gibi dönüyorlar. Hiç durmadan çevrilen bu otomatize çark elbet birilerinin değirmenine su taşıyordur. Bir de çok takıldığım bir konu var: insan kendi kendine aydın der mi ya? Hiç mi utanmaz insan? Ayrıca desen ne olur demesen ne olur, her şey ortada.

Belgeseller
TRT2 belgeselleri BBC kaynaklıydı. Sayısı çok azdı ama kaliteliydiler. Çoğunu zaten seyretmiştim. Çoğunu diyorum ama toplasan hepsi 10 tane etmiyordu. Kanal başladığında gösterilenler 4-5. kez yenden gösteriliyor ve yeni bir şeyler ortada yok. Gerisi gelmedi. Göstermelik miydi o başlangıçta verilenler sorusu geliyor akıllara. Ayrıca çevirilerde sansür tespit ettim.  İşine gelmeyen yerleri altyazıya koymamaları büyük bir eksi. Belki TRT belgesel kanalı var diye diyebilirsiniz, orada BBC yapımlarına ben rastlamadım ama takip ettiğim de yok, o kadar dandik bir kanal ki. Şu anda TRT2!de belgesel melgesel kalmadı.


Edebiyat Söyleşileri
Sunucusu tek işi propaganda olanlar gibi değil ama önyargıları ve yönelimleri olduğu da belli. Doğru dürüst bir konuk olursa izleniyor. En son seyrettiğimde Sabri Gürses diye bir Rusça tercüman vardı, programdan sonra bu adamın çevirilerinden uzak durmalı dedim kendi kendime. Sunucu soruyor, bu acayip alakasız cevaplar verip duruyor. Sabahattin Ali’nin kızıyla yaptığı söyleşi iyiydi ama, aklımda kalmış.


Sarayın Lezzetleri
Rastladığım en berbat yemek programı. Bunun çok daha iyileri ulusal kanallarda bile var. Her program en az 20 kez Osmanlı, birkaç kez de ecdat kelimelerinin geçmesini şart koşmuşlar herhalde. Hadi o da neyse ama sunucu gördüğüm en sevimsiz yemek programı sunucusu. Nasıl suratsız bir adam anlatamam. Ne sohbeti ne davranışları çekilmez. Abus mu abus bir yüz ifadesi bitmek bilmiyor. Aynı masada otursan içinden yemek yemek gelmez, öyle bir iticilik. Mankenlerin program sunmasına itiraz ediliyordu ama böyle aşçılar sunacaksa yemek programlarını, güleryüzlü mankenler sunsun daha iyi. Çekilecek gibi değil. Ekrana yakışmıyor.


Kelimeler ve Şeyler
AKP zihniyetini rahatsız etmeyecek bir şair, bir editor ve bir öykücünün edebiyat sohbetleri.  Her şeye rağmen mevcut TV ortamında seyredilebilecek bir edebiyat programı. Düzenli olarak izlemeye çalışıyorum. Belli bir kalitenin üstünde seyrediyor. TRT2 genel müdürü olsam devam ettireceğim birkaç programdan biri daha. Dekoru biraz abartmışlar dedirtecek kadar harika. Favorilerimden.


Murat Boncuk ile Atölye
Özellikle atçılıkla ilgili el emeği işlerin tanıtıldığı, hayvanlarıyla atölyesinde yaşayıp giden gerçek manada bir ustanın çalışmaları ve yaşamından kesitler veriliyor. Sessiz, sakin ve emek dolu bir uzak hayat. Bir gün bir gence sormuştum kimin yaşam tarzını beğeniyorsun diye ali ağaoğlu ne güzel yaşıyor abi değil mi demişti. Şu yaşama özenecek insanların sayısı arttığında toplum daha yaşanılır olacaktır.

Kısa Kısa 
Fuat Güner'in dünyayı gezerek yaptığı ve her bölümde bir müzisyene konuk olduğu programın herhalde seyahat sınırlamaları sebebiyle tekrarları yayınlanıp duruyor. Geçen yazımda mezat programından bahsetmiştim ama onun da sadece tekrarları dönüp duruyor, belki yaza mahsustur. Bir de Hayat Sanat artık bir saatten yarım saate indirilerek sunucusuz ve sadece günün haberlerinin özetiyle devam ediyor.

Netice
TRT2 de diğer kanallar gibi AKP örgütünün TR’yi dönüştürme sürecinde kullandığı enstrümanlardan birisi. Bu çok açık. Haber kanallarında habere sarıyor propagandasını burada sanata. Zaten farklı bir şey beklemek saflık olurdu. İki doz kültür, bir doz AKP söylemiyle yoğurulmuş “örtülü propaganda” yapılan bir kanal görüntüsü veriyor şu anda. Abartmadan, abanmadan, aralara sokuşturulan programlarla asimilatif hareketler sözkonusu. E bunu yiyecek çok liberal geçinen tip ve cahil var ülkede.

Sorun şuİ belgesel, film, dizinin en iyisine zaten ulaşabiliyoruz. Dolayısıyla TRT2 nin gücü ve farklılığı yerli kültür sanat programlarının kalitesine bağlı. Oysa kanal özellikle bu alanda propagandasını sokuşturmaya uğraşıyor kendisine yakın tiplere uyduruk programlar yaptırarak.

Buna karşın seçmece yöntemiyle faydalı ve değerli bir şeyler bulabileceğiniz bildiğim tek ücretsiz kanal olduğunu da söylemeliyim. Hakkını yemek istemem. Artık diğer kanalların kalitesizliğini siz tahmin edin. Kötünün iyisi, ehven-i şer durumu var.

Son bir tespit. Ayıklamadan yemeye kalkan zayıf bünyeleri yavaş yavaş zehirleyecek içeriklerin sayısı gittikçe artıyor.

İlk yedimi yazarak yazıyı bitireyim:

Anadolu Arkeolojisi

Sinema

Bir Resim Bir Hikaye

Kelimeler ve Şeyler

Geri Dönüşen Sanat

Bizim Resmimiz

Murat Boncuk


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

26 Temmuz 2020 Pazar

Podcast #2: "Stage Coach" ve Western Sineması


Podcast serisi fırsat ve imkan oldukça Youtube mecrasında devam ediyor. Altı ay kadar  önce ilk programa Fransız sinemasından “Le Herisson” (2009) ile başlamıştım.

İkinci bölüm, John Ford’un “Stagecoach” (Posta Arabası) filmi üzerinden Western Sineması ve John Wayne üzerine bir program oldu. Canlı yayın savrukluğuyla konunun dağıtmadığım yeri kalmadı :)


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

16 Temmuz 2020 Perşembe

Rams (İnatçılar / Hrútar) İzlanda Filmi (2015)


TRT2'de seyrettim geçen gün. Daldım gittim sonrasında. Alakasız şeyler de düşündürdü. Anahtar kelime gibi düşündürdüğü "anahtar cümlelerle" not düşeyim aklımda kaldığı kadarıyla. İleride bir gün okuduğumda bunlar da başka düşüncelere götürür belki.  Her şey basamak basamak. Sona da Tomasz Alen Kopera resimlerini ekledim birkaç tane. Tematik bir "kardeşlik" hissettirdiler. 

Akıllı cep telefonu çağında köpekleri Sommi’nin taşıdığı mesajla haberleşen iki insan. Çağdışılık da değil, çağdaşlık da. Bir seçim. Bir yaşam üslubu. Bir ayıklama.

Kirlendiği düşünülen bir şeylerin toptan kökünün kazınması. Makro hakikat toptancı mıdır?  Toptan yıkım bazen tek seçenek mi?

Yüzyılları aşıp gelen ortaklıklara sığınmak. Nedir ki bu hayalet varlıklar?

Topluma tapınan halklar. “Anne Frank”e dönmüş benlikler. “Hive” zihniyeti.

Dostlaşan düşmanlar, düşmanlaşan dostlar. Şartlar. Koşulsuz desteğin kökenleri.

Değişmek başka devşirilmek başka.

Tabiat mı toplum mu? Bitkinin ve hayvanın ötesindeki derin doğa. İzlanda.

Başı sonu belirsiz bir garip gidiş. Yalnız ve iğdiş.

Teslimiyet değil hürriyet. Millet değil şahsiyet.

İnat, bir nevi tutunmak. Can havli.

Keçi gibi inatçı, koç gibi kararlı. Bir fark var aralarında.

Muhafaza ederken yenilenebilme sanatı. Kimine gerici kimine devrimci.

Kaçınılmaz çelişkiler. Çıkışsızlığın doğallığı.

İnsanın koyun, keçi ve koç halleri.

Groteskleşen gerçeklik.

Söylem sarhoşlukları. Ayıklamak, toplumsal sarhoşluktan ayrık ve ayık kalmak.

Ayrı kalabilmenin sınırları. "Hvannalindir" kaçınılmaz son mu?






Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

23 Haziran 2020 Salı

Kirpi'nin Zarafeti: Çürük Çeviriler #7


Epey zaman önce Fransızca aslından okuduğum romanı bitirdiğimde notlarım arasında bir gün Türkçesi elime geçerse bakmak isteyeceğim bir kısmı da işaretlemiştim. Nihayet geçenlerde Türkçesine bakma fırsatım oldu ve tahminimde yanılmadığımı anladım. 

Aslında sadece son bölümün başındaki minnacık şiire değineceğim ama aynı sayfada gözüme takılan başka bir hatayı da söylemeliyim. Fransızca metinde sokaktaki adam için “…qui etait rond comme une barrique” cümlesi geçiyor ve Türkçesinde bunu “fıçı gibi yuvarlanıyor” olarak çevirmişler. Oysa alakası yok. “Körkütük sarhoş” anlamında bir deyim bu. Kimsenin bir yerde yuvarlandığı yok. Zaten yine Fransızların uyarladığı filme bakarsanız sarsak sarsak yolun ortasında yürüyen bir sarhoş adam var. Tahsin Saraç’ın sözlüğüne bakılarak kolayca yapılabilecek bir çeviri bozuk olmuş.

Esas bahsetmek istediğim ise söylediğim gibi bölümün başında Paloma’nın zihniyet değişimini ifade eden kısacık şiir. Önce aslını ve kitaptaki çevirisini görelim.

Que faire
Face a jamais
Sinon chercher
Toujours
Dans quelques notes dérobées?

Ne yapmalı
"Bir daha asla"nın karşısında
Aramaktan başka
Her zaman
Gizli saklı birkaç notun içinde?

Şimdi bu çeviriyi okuduğunuzda ne anladınız? Dürüst konuşalım, ben hiçbir şey anlamadım ve bu da gayet doğal. Çünkü anlam yerle yeksan edilmiş. Anlaşılmadan çevrilmiş. Kelimelerin sözlük anlamlarını vereyim, kendimi kurtarayım kolaycılığına kaçılmış.

Bir kere “aramaktan başka” diyor. Neyi arıyor anladınız mı? Belli değil. Anlaşılmıyor. Hoş anlamadığını anlayacak okur da kaç tane çıkar o da başka mesele. Meta-anlayış. Oysa aslına bakınca gayet basit. Çevrildiği gibi “Aramaktan başka her zaman” demiyor, ebediyeti, sonsuza kadar bizimle kalacak olanı aramak diyor burada.Peki nerede arayacak? Çeviride “gizli saklı birkaç notun içinde” demiş. Hayır, eserin aslında söylediği farklı. “Notalarla kaçamak halinde”demek istiyor. Nereden anladım? Birkaç paragraf ileride bu sözü kendisi açıklıyor da oradan. Kakuro’yla dairesine gittiklerinde birisi piyano çalıyor. Onu dinlerken düşüncelere dalıyor Paloma ve şöyle diyor:

 “C’est comme si les notes de musique faisaient un genre de parenthéses dans le temps, de suspension, un ailleurs ici meme, un toujours dans le jamais.”

Şöyle çevirebilirim:
 “Müzik notaları zamanın içinde bir parantez açıyor sanki, herşeyin durduğu bir anın parantezi, burada başka bir yeri mümkün kılan bir parantez, hiçliğin içinde ebediyete yer açan bir parantez.”

Yani şiirde not dediği nota. Birkaç sayfa sonra kitabın kendisi açıklıyor bunu. O baştaki şiir son bölümün özeti, daha doğrusu özü gibi zaten. Minik bir şiirle bu sözdeki anlam veriliyor bölümün en başında. 

Dolayısıyla son hali şöyle olsaydı çağrışımları bilmem ama en azından temelde söyleneni aktarmış olurdu:

Ne yapabiliriz
Hiçliğe karşı
Aramaktan başka
Sonsuzluğu
Notalarla kaçamak halinde

Madam Michelle’i kaybettiler. Yani artık asla konuşamayacaklar, bir daha göremeyecekler, hiç görüşemeyecekler. Oysa bu “asla”nın bu “hiçliğin”, bu "olumsuz kesinliğin", bu "mutlak yokluğun" tam tersi onu sonsuza dek yaşatmanın ve yaşamanın bir yolunu bulmak. Belki ardından bıraktıklarını yaşatarak. Belki notaların arasında onu hatırlayarak.   

Hadi ortalarda bir şeyler olur, arada kaçırırsın ama burası kitabın en son bölümü üstelik. Yani en derin lafların edildiği, her şeyin bağlandığı, nispeten daha özenli yaklaşılması gereken finali. Uzun da değil, kısacık ve basit sayılabilecek Fransızca’ya sahip bir bölüm. 

Bizde bağlantı kurma konusunda bir yetersizlik var. Bu dilde değil her alanda, çoğu insanda mevcut. Romanda kendisi açıklıyor birkaç sayfa ileride zaten. Aynı kelimeleri  kullanıyor, üstü örtülü falan da değil. E niye dönüp orayı düzeltmiyorsun bu ipucunu yakalayıp? Bütünsel bir bakış yok demek ki.

Çevirmenin kitapta verilen mesleki biyografisi şöyle:

1960'da İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi'ndeki eğitiminin ardından Bo­ğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Sosyoloji, felsefe ve edebiyat alanında çok sayıda kitabın çevirisini yaptı.

Ben genelde kişiler hakkında konuşmam, yayınevini sorumlu tutarım. Bu sefer isimsiz olarak eğitim geçmişini özellikle verdim çünkü uzun zamandır konuşmak istediğim ve sadece tercüme değil her alanda geçerli bir konuya iyi bir örnek teşkil ediyor. Burada uzun tutmayıp ileride ayrı bir yazıda etraflıca detaylandırmak üzere bu önemli konuya birkaç cümleyle değineceğim. 

Yetenek sonradan eğitimle, aileyle falan kazanılmıyor. Genetik olarak ne kadar varsa o kadar devam ediyor. Birbirimizi aldatmayalım. Bunlar ancak var olan yeteneği işlemeye yarıyor. Eksiksiz bir eğitim de alsan gönlün o işte değilse, şartların olgun değilse, en önemlisi de yeteneğin o işte değilse, alabileceğin yol ya da ulaşabileceğin hedef daha baştan kısıtlanmış oluyor.

Mesela öğretme yeteneği düşük olan bir öğretmenin ne kadar iyi niyetli olursa olsun ne kadar çabalarsa çabalasın bu yeteneğe sahip biri kadar faydalı olamaması ya da el göz uyumu ileri seviyede olmayan birinin cerrahide en üst düzey okullardan mezun olsa dahi operasyonlarının kalitesinin belli bir dereceyi aşamaması gibi. Her işte bu kural geçerli.

Galiba çeviri de, düz metinlerin güvenli bölgesinden çıkıldığında, bilgi ve birikimin ötesinde, yeteneğe ihtiyaç duyuyor ve o da diğer alanlarda olduğu gibi, sonradan kazanılamıyor. 

Maalesef ilkel toplumlarda okullar dua ezberletir gibi tarih, coğrafya, matematik ezberletmekten ibaret olduğu ve yetenekleri ortaya çıkarmaya yönelik bir şuur olmadığı için insanlar potansiyellerini değerlendiremeden oradan oraya savrularak mutsuzluk cehenneminde yaşamlarını sürdürüyor. Kendini ve başkalarını kandırma eğiliminin kökenlerinden birisi de burada yatıyor. Oysa eğitim öğretimin birinci görevi sanılanların aksine yeteneklerinizi keşfetmeniz ve onları takip edebilmeniz yolunda size yardımcı olmasıdır. Zihninize bilgi yığmak değil. Mutluluğa giden yolun birinci şartı, sevdiğinize falan değil, önce yeteneğinize kavuşmanızdır. Arkası zaten gelir. 

Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...