11 Ağustos 2019 Pazar

All is Bright (2013) (Her Şey Pırıl Pırıl)

Dört sene hapiste yattıktan sonra şartlı tahliye edilen Dennis (Paul Giamatti) eve döndüğünde yaşadığı ailevi, sosyal ve ekonomik darbelerin ardından, kızına çok istediği piyanoyu alabilmek için son çare olarak yokluğunda karısını ayartmış arkadaşı Rene (Paul Rudd) ile beraber şehre noel ağacı satmaya gider.

Paul Giamatti en favori oyuncularımdan. Yüzünde olsun sesinde olsun canlandırdığı karakterlerde olsun bana hitap eden bir şeyler hep var. İsmini gördüm mü, hele de başroldeyse not alır en kısa sürede seyrederim. Mesela aklıma “Sideways” filmi geliyor. O da farklı tonda bir komedram bir “yol hikayesi”ydi ve bayılmıştım. Dennis’in şehirde tanıştığı ve arkadaş olduğu Olga rolünde ise “The Shape of Water”da başrolde olan Sally Hawkins var.  

Şimdi düşünün, hapisten çıkmışsınız, küçük kızınızı görmek için evinize gidiyorsunuz, karınız eve almıyor, "kızına öldü dedik uyuduktan sonra gel" diyor! Travmayı hayal edebiliyor musunuz? İnsan gerisin geri hapse gitmek ister. Adamcağız gidip köpek kulübesinde yatıyor. Sefiller romanının başında Jean Valjean’ın her yerden kovulduktan sonra bir köpek kulübesine sığınışı fakat köpeğin gelişiyle orada da barınamamasını hatırlatan etkileyici bir sahneydi. Bu tarz dokunaklı ve acıklı sahneler film boyunca komedram tonunda serpiştirilmiş. Filmin ismi Robert De Niro'nun son dönemki en iyi işlerinden olan "Everybody's Fine" filmini ve o ismin altında yatan hüzünlü anlamı akla getiriyor. 

Hele eve alındıktan sonra karısıyla şu diyaloğu nasıl insanın içini cız ettiriyor:

Dennis: “U dont want me to be a thief? I will stop being a thief”
Karısı: “ What d be left of u?”

Dennis'in hayata tutunmasını sağlayan tek şey, kendisine hedef olarak belirlediği noel ağaçlarını satıp kızına bir piyano alabilmek. Bunun dışında artık dünya umurunda değil içinde bulunduğu durumda. Haksız da değil, şartların berbat olduğu, perişanlığın tavan yaptığı hallerde somut bir saplantı bulup tutunmaktan başka çaresi kalmaz insanın. Hem de hiç ötesini berisini düşünmeden. Yoksa sürüklenir gidersin ölüm kokan bir yerlere. 

Filmin artıları Giamatti ve sıradan insanların ekonomik ve sosyal yaşam mücadelesini bazen masalsı bazen acı bir gerçekçilikle yansıtması. Eksileri ise yan karakterlerin özellikle de Olga’nın iyi işlenememesi ve senaryodaki teklemeler. Zaten senaristin tek film senaryosu bu gözüküyor. 

Sevdim, arşive kattım ama bu malzemeyle daha iyi olabilirmiş dedirtti. 





Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

5 Ağustos 2019 Pazartesi

İletişim ya da “ilenişim” başkanı, ne fark eder ki..!


"Hamdolsun, tam bağımsız bir dış politikamız var. Doğu Akdeniz’de kendi gemilerimizle varlık gösteriyoruz. Savunma sanayinde bir devrim gerçekleştirdik. Oligarklara, onların en büyük silahı olan faiz belasına meydan okuyoruz. Evet, topunuz gelin! Biz buradayız, vazgeçmeyeceğiz...
Bütün terör örgütlerine, onların işbirlikçi ve hamilerine kök söktürmeye devam edeceğiz. Bağımlılık düzenini ayaklarımızın altına alacağız. Biz başardıkça onlar tetikçilerini devreye sokacaklar. Yılmayacağız. Ne demişti sayın Cumhurbaşkanımız? “Topunuz gelin, topunuz!”

Bunlar Türkiye Cumhuriyeti'nin “iletişim” başkanı Fahrettin Altun’un resmi hesabından attığı, 1 ağustos 2019 tarihli iki twit. Koskoca TC'nin iletişimden sorumlu bir numarasının mesajları yani. 

Ne diyorlardı: “Adam karısıyla beraber çift maaş alıyor ama liyakatli, devlete çalışmasa daha fazla para kazanır”,

“İletişim” konusunda ne kadar liyakatli olduğu mesajlarında açıkça görülüyor..! Aklı başında olan anlar, fazla söze gerek yok. Özellikle “İlenişim” konusunda ise görevinin hakkını vereceği her halinden belli. Zaten AKP örgütünün iletişimden anladığı, “ilenişim” olmadı mı bugüne kadar? İşin gerçeği, iletişim dediğin büyük ölçüde ilenişim değil mi bu toplumda? Sokaktaki konuşmalara bir kulak kabartın anlarsınız ne dediğimi. Yadırganacak bir durum değil dolayısıyla. Trump olsa “ilenişim başkanımız” pardon “iletişim başkanımız” için kesin “central casting” der, herkesi kahkahaya boğardı. Esprili adamın hali başka oluyor işte :)

Not:
İlenmek: Birinin kötü bir duruma düşmesi dileğini gönlünden geçirmek veya açıkça söylemek, beddua etmek, lanet etmek.

Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

3 Ağustos 2019 Cumartesi

"Ne yediriyor yahu bunlar bize?" (BBC) (2019)


“The Honest Supermarket: What’s Really In Our Food” (2019)
BİM’de satılan dörtlü pizzaları biliyor musunuz? Benim gibi fakir ve beceriksiz olanlar için büyük kolaylık :) Ne yiyeceğim derdinden kurtarıyor. İçeceklerle falan yaklaşık 20 TL’ye  iki akşamlık yemek çıkıyor. Yalnız bir püf noktası var. Üzerine ekstra kaşar, kekik, sos, nane vs eklemelisiniz, yoksa bir şeye benzemez. Salam, sucuk, sosis gibi etli kısımları mikrodalgaya atmadan çıkarıp ayrıca pişiriyorum. Niye mi? Et yemeyi büyük oranda bıraktım yıllardır. Hem böylece kedilere ziyafet çıkmış oluyor.

Bu BİM marketleri ilk çıktığında bazı insanlar orada görülmek istemezdi, birisi görülürse “Ya duydun mu Müzeyyen hn’ı BİM’e girerken görmüşler. Yazııık, durumları kötü demek ki “ gibi konuşmalar geçerdi. Çok ciddiyim, ben şahit oldum böyle durumlara. Mesela birisi vardı, sabahtan BİM’e gider, ama giderken bugün torba parası vermemek için kendi torbasını taşıyanlar gibi yanına örneğin Migros poşeti alır, BİM alışverişini o torbayla taşır, soranlara asla BİM’den geldiğini söylemezdi :) Ne delilikler ne komediler yaşadık yahu :) Nereden nereye…


Geçenlerde BBC’nin bir süpermarkette geçen belgeselini seyrettiğimde ister istemez bunlar da bir an gelip geçiverdi aklımdan.

Belgeselin sunucusu TR’de BBC belgesellerinden bahseden tek yer olan bu bloğun takipçilerinin daha önce burada misafir olmuş başka bir belgeselden hatırlayacağı bir isim: Matematikçi Hannah Fry (bkz. "Contagion: Salgın" - 2018).

Konu epey ilginç, güncel ve Fry'ın bir önceki belgeseli gibi yine hepimizi ilgilendiren bir durum. Süpermarketlerde satılan ürünler ne kadar sağlıklı sorusunun peşine düşülüyor. Bu araştırma için farklı bir yöntem takip edilmiş. Bir süpermarket oluşturup arka tarafına laboratuvar kuruyorlar. Analizleri yapıp içinde karşılaştıkları gerçek maddeleri ve zararlarını ambalajlara kocaman kocaman yazıp o süpermarkette raflara koyuyorlar. Sonra da alışveriş yapan insanların bunlarla karşılaştığında tepkilerini ve düşüncelerini öğreniyorlar.

İnceledikleri ürünler arasında girişte bahsettiğim ucuz ve dondurulmuş pizza paketleri de var. Bunun yanında pet sular, balıklar, şeker çeşitleri, palmiye yağı, katkı maddeleri, “doğal” etiketinin gerçekliği ve sebzelerdeki pestisid ilaç kalıntıları gibi farklı konular işlenmiş. Hatta bir ipucu vereyim, meğer bizim pizzalardaki kaşar, kaşar değilmiş! Şaşırdık mı? Hayır :)  

Pratik bilgiler veren faydalı bir belgesel. Dört sayfaya yakın not çıktı. Tavsiye ederim. 


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...