21 Nisan 2019 Pazar

"Anthropocene": Belgesel, Opera ve Kitaplar


Bu yazıyı yazdığım tarihlerde Türkiye ilkel bir Ortadoğu ülkesine yakışır şekilde hala seçim iptalleri ve geberesice dinci yobazların linç girişimlerini konuşurken, Londra'da yaklaşık bir haftadır insanlar sokaklara dökülüyor ve pasif direnişle yollara, meydanlara kamp kurup oturma eylemleri yaparak ekolojik dengenin bozulmasına karşı devletlerinin ciddi adımlar atması için gösteriler yapıyorlar. "Extinction Rebellion" grubunun öncülük ettiği bu bilinçli insanlar hükümetlerine "Artık yeter!" derken gözaltına alınmak da dahil pek çok fedakarlık yapmaktan çekinmiyorlar. Emma Thompson'dan (oyuncu) Chris Packham'a (biyolog, televizyoncu) pek çok ünlü bu harekete destek veriyor. Bir gün vakit olursa bu konudan daha uzun konuşmak istiyorum.




Dünyaya minik bir pencere açtıktan sonra asıl konumuza dönecek olursak, jeolojik devirler açısından bulunduğumuz dönemi resmi olarak “anthropocene”, yani “insan devri” olarak saymak gerektiğini savunan bir görüş var. Sebebi basit. Artık insan aktivitelerinin hem dünya jeolojisi hem de ekolojisi üzerine etkilerinin diğer tüm doğal değişim dinamiklerini geride bıraktığı bir çağda yaşadığımız ileri sürülüyor. Haklılık payı da yok değil aslında fakat henüz resmi olarak kabul görmüş değil, halen “holocene”de  sayılıyoruz. Belki de bunu kabul edersek sorumluluklarımızın iyice belirginleşeceğinden korkuluyordur. 


Bu görüş ve ifade eden “anthropocene” terimi o kadar popüler oldu ki bu konuda bir İskoç operası bile yazıldı: “Anthropocene” (2019) Sözler, yani opera terminolojisiyle libretto Louise Welsh’e ait. Müzikleri ise Stuart MacRae bestelemiş. Kutupların keşfinde kullanılan bir gemide geçiyor, mürettebat kutuplarda buzun içinde donarak canlı kalmış bir insan buluyor ve olaylar gelişiyor. Bu açıdan Dan Simmons'ın 19. yy’da geçen romanından uyarlama 2018 yapımı  “The Terror” dizisiyle de benzeşiyor fakat buradaki gemi son teknolojiye sahip ve günümüzden bir hikaye anlatılıyor. Bir opera eseri için çok farklı ve enteresan olan öyküsüyle bana “The Thing” filmini de hatırlattı. Çalışmanın bence en önemli yanı operanın saraylarda ve antik çağda geçen klasik hikayelerin ötesine geçerek modernize bir eser sunması. Yine insani zaaflar var merkezde ama çağdaş bir yorumla ve olayla sunulmuş. Operayla aram olmamasına karşın benim dahi ilgimi çekti ve seyretmek için bir fırsat yaratma isteği oluştu. Merak edenler için aşağıda birkaç link veriyorum: 



Louise Welsh ve Stuart MacRae

Dönelim belgeselimize. 2018 tarihli Kanada yapımı Anthropocene belgeseli işte yukarıda bahsettiğim bu görüş etrafında oluşturulan projenin belgesel ayağı diyebiliriz. Süresi bir buçuk saat. Dünyanın çeşitli yerlerinden etkileyici görüntüler ve konuyla alakalı örnekler verilmiş. 6 kıta 20 ülke. Kenya ve fildişi ticareti. Rusya ve Norilsk şehrindeki dev metal tesisleri. Almanya’da 12.000 ton ağırlığında dünyanın en büyük ekskavatörleri. İtalya’da mermer yatakları. Potas madenlerinin ebru benzeri fantastik görünümü. Yirmi milyon insanı aşan nüfuısuyla son dönemde sık sık belgesellere konu olan Lagos, Atakama çölündeki lityum tarlaları (!) ve daha pek çok coğrafya ziyaret edilerek etkileyici görüntüler toplanmış. Bende iki sayfa kadar not çıktı. En fazla ilgimi toplayan kısımları dünyanın en derin ve uzun tüneli olduğu yazılan İsviçre'deki Gotthard Tüneli'nin biletle gidilecek kadar ilginç açılış seremonisi ve Hong Kong'da mamut dişinden yapılan el işi eserlerdi. Eskiden fil dişinden yapıyorduk şimdi Sibirya'daki permafrost'tan açığa çıkan mamut dişlerini kullanıyoruz dedi adam. İklim değişikliğinin böyle ufak tefek faydaları da oluyor demek ki.
   

Anthropocene terimiyle ilgili yazılan kitaplar da var. İlki süs kitabı denilen (coffee table book) ve belgeselin kitap hali olmasının yanında Margaret Atwood’un da katkı yaptığı proje dahilindeki “Anthropocene” isimli çalışma (2018/236s). Bir başkası geçen sene okuduğum Elizabeth Kolbert’in "Sixth Extinction" eseri. Son derece ciddi ve bilgilendiriciydi. Ayrıca David Wallace Wells’in “The Uninhabitable Earth” kitabı da kindle okuma listemde beni bekliyor. Bu konuda daha pek çok çalışma ve kitap olduğunu da belirteyim. 


Tüm ihtişamına karşın beğenmediğim taraflarından da bahsetmek istiyorum. Bir kere fazla ham bırakılmış. Yapılandırması iyi değil. Dağınık bir akış var. Verilen rakamsal ve istatistiki bilgilerin sadece anlatımda kalmayıp ekranın bir köşesinde kısa bir süreliğine de olsa belirmesi, bazılarının grafiklerle sunulması daha iyi olurdu. Müzik yetersiz. Baichwal’ın ("Manufactured Landscapes") metni zayıf, daha etkileyici  olabilirdi. Anlatıcı Alicia Vikander (Ex Machina, Tomb Raider). Yerel halkla röportajlar yine basit ve bir şey katmıyor. Görüntüler görkemli ama iyi dramatize edilememiş.

“Salt of the Earth” gibi derli toplu ve şairane değil, “Cowspiracy”deki gibi rakamları anlaşılacak şekilde sunmuyor ve sadece rakamları verip susan bir minimalizme sahip. Eksilerine karşın savunduğu fikre katılıyorum ve bu tarz belgeselleri sevenleri bilhassa görselleriyle tatmin edeceğini düşünüyorum. 

Fragman


















































Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...