24 Ocak 2019 Perşembe

Palimpsest: Bir Kore Çizgiromanı (Lisa Sjöblom)

Blogda sayıları iyice fazlalaşınca çizgiromanlara ara vermiştim. Diğer kategorilerin temelini atmak ve bloğun yelpazesini genişletmek daha akıllıca gözüküyordu. Zaten laf aramızda öyle çok ÇR okuyan bir insan değilim epeydir. Yılda 3-5 tane yeter de artar bile. Ortalık dandik işlerden geçilmiyor. Nerede kitapların derinliği nerede piyasadaki çoğu uyduruk ÇR. Gerçekçi olmak lazım. Ortalama bir ÇR’ın 20-30 TL’lik fiyatıyla en az 5-6 tane ikinci el baba kitabı almak çok daha iyi bir tercih bence.

Biliyorsunuz 2019 Angouleme Çizgiroman Festivali (24-27 Ocak) bugün başladı. Bunun şerefine bir hafta ÇRlardan bahsedeceğim. Zaten beklettiğim incelemeler, yazılar var, birkaç tane tanıtım da gelecek. Sonunda da geleneksel şekilde festivalde ödül alanları ve genel bir değerlendirmesini yapar ÇR günlerini sonlandırırız. Hadi başlayalım o zaman. 

“Ayla” filmini duymayan kalmamıştır.  Bir Türk subay ile G. Koreli bir çocuğun hikayesini anlatıyordu. Biz bu meseleyi genelde “oscar’a aday olur muyuz” ya da “işte şanlı geçmişimiz” gibi yüzeysel ve yavan yaklaşımlarla konuşup alkışlarla geçtik. Oysa savaştan sonra G. Kore’nin yurtdışına verdiği yetimler çok ciddi bir mesele ve aslında Türkiye’nin bu yurtdışına evlatlık giden çocuklar olayında payı ihmal edilecek kadar küçük. Bu da çok doğal çünkü kendine bakamayan, G. Kore’den fakirlikte aşağı kalmayan bir ülkeydik o yıllarda. Şimdi hala öyleyiz ama onlar değil, farkımız bu.


Güney Kore insanını besleyemiyordu, çocuklarına bakamıyordu. 1953’te savaştan sonra babası Batılı askerler olan bazı Koreli çocukların Amerika ve Avrupa’ya gitmesi için yapılan girişimler bir yol oldu. Onbinlerce Koreli çocuk özellikle 1970 ve 80lerde zirve yapan bir süreç boyunca Batı ülkelerince evlat edinildi. Hatta bu işlemler 2000li yıllarda dahi devam etti. Özellikle 1988 Kore Olimpiyatlarında durum uluslararası kamuoyunda ayyuka çıktı ve evlatlarını patates gibi dışarıya ithal etmek zorunda kalan G. Kore çaresizce bağrına taş bastı, kabullendi ve tedbir almaya çalıştı. Acı büyüktü. Sonradan yapılan sosyolojik araştırmalarda bir başka önemli faktörün de bu ülkede soya sopa aşırı önem verilmesi olduğu, ailesizliğin bir nevi diplomasızlık ve ikinci sınıflık gibi görüldüğü anlaşıldı. Yani kültürel bir barbarlıkta vardı toplumda. Çocukların dışarı verilmesi uzun yıllar devam etti. Başkanları Kim Dae Jong’un 1998 yılında bu insanlara yaptığı konuşmada toplam rakamın 200.000’e yakın olduğu itiraf edildi. 200.000 çocuğunu el oğluna vermek! Bugüne kadar çocuklarını en fazla sayıda yurtdışına veren ülke G. Kore. Mecburen. Açlık çekmesin diye. Gelenekler ezmesin diye.

İsveç bu çocukların ilk gönderildiği Avrupa ülkesiydi. Binlercesini aldı. İşte çizgiromancı ve ilüstratör Lisa Wool-Rim Sjöblom bunlardan sadece biri. Yıllar sonra kendisi de hamile kaldığında eline biyolojik ebevenylerinin isimleri yazan bir belge geçti ve o güne kadar kendisine  anlatılan geçmişle gerçeğin birbirini tutmadığını fark etti. Hemen toplanıp hakikati ortaya çıkarmak üzere G. Kore’ye, kayıtlı olduğu yetimhaneye bir yolculuğa çıktı ve sonucunda bu otobiyografik çizgiromanı yazıp çizdi. Aynı zamanda evlatlık verilme konusunda bir aktivist. Malmö Çizgiroman Sanatı üniversitesinden mezun. Yaşamına Yeni Zelanda'da devam ediyor. Grafik romandan ziyade grafik hatırat diyebileceğim ÇR alt türüne daha yakın gibi. İsmi bile içerikle nefis bir örtüşme içinde. Tarihin bir başka acılı sürecini tetkik etmek ve dersler çıkarmak için fırsat olabilecek bir ÇR. Quadrochromie dedikleri dört renkli renklendirme kullanılmış ve 160s. İsveç'te 2016 yılında yayınlandı. 2019 yazında İngilizcesinin çıkacağı belirtiliyor. 


G. Kore ve Türkiye: Nereden Nereye!
Dinle Türkiye. Dinle Çizgiromansever. Avengers evelemeyi bırak da adam gibi dinle. DC evrenini ezberleyen ahmak, otur sen de dinle! 

Güney Kore ve Türkiye ekonomik açıdan savaş sonrası (1950-1953) benzer durumdaydı. Leş gibi bir fakirlik sarmıştı iki ülkeyi de. Çaresizlikten kırılıyordu insanlar. Çocuklarını başka  ülkelere gönderip kurtarmaya çalışıyorlardı diyorum, daha ne olsun! ÇRlara bile konu oluyor işte. Sonra G. Kore perişanlığıyla yüzleşti, planlamasıyla çalışmaları başlattı. Eğitimiyle sanayisiyle dev bir hamle. Onların da ne petrolü ne doğal gazı vardı. Ya kafayı ya da bazı güneydoğu Asya ülkeleri gibi kalçaları çalıştıracaklardı. Nüfuslarımız ve kişi başına düşen gelirimiz bile yakındı, hatta bizimki biraz daha yüksekti başlarda. Üstelik bizimkiler hem Osmanlı torunuydu hem Müslümandı, onlar değildi :) Sonra ne olduysa oldu.

Saatler 2019’u vurdu. Kişi başına düşen milli gelirde tam 3 katımızı bile geçtiler. Şehirlerini donattılar. İnsanlarını eğittiler. Gemicilik sektöründe büyüdüler. Samsung gibi LG gibi, Hyundai ve Kia gibi dünya markaları yaratıp Japonya gibi devlerle elektronik alanında rekabet edebilecek duruma geldiler. Bizim ise o dönemler en büyük övünç kaynağımız Arda Turan'dı! 2018'de de 2019'da da dünyanın en yaratıcı ekonomisi oldular. Biz listede yokuz. 2023 hedefleri diyoruz ya, bağımsız kuruluşlar 2023’de 40.000 dolara yani bizim 4 katımıza ulaşacaklarını öngörüyorlar. Biz Türkiye'nin bırak gelirini, tek parça kalacağını bile öngöremiyoruz. Yerimizde saysak kardır diyecek  haldeyiz. İşte rakamlarla G. Kore'nin başarısı bu kadar somut. Bu bir mucize falan değil, aklın ve çalışmanın eseri. Utanç duymamız gereken bir örnek olarak tepemizden bize gülümsüyor. 


Güney Kore çocuklarına bile sahip çıkamayan bir toplumdan refah ve bilgi toplumuna geçebildi. Biz ise bırakın bilgi toplumuna geçmeyi, artık kendi kendine yeten bir tarım toplumu olma sıfatımızı bile kaybettik. Askeriyemiz dahi perişan halde. Sıfatsız bir millet haline geldik!

2019 Türkiye’sinde belki henüz çocuklarımızı yanımızda tutabiliyoruz, ama iyi yetişmiş gençlerimize sahip çıkamıyoruz. Bu da bir başka trajik kayıp olmuyor mu?  Sadece 2017 yılında dışarı göç eden ve çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu insanların sayısı 250.000’in üstünde. Bugün Türkiye bilhassa yetişmiş insanlarıyla en fazla dış göç veren ülkelerden birisi haline geldi. Kaçan kurtuluyor. 

Asıl korkunç olanı da söyleyeyim, şimdilik gençlerimizi kaybediyoruz, ama Ortaçağ kültüründe ve kötülüğünde ısrar edersek,  bundan sonra sıra çocuklarımıza, kadınlarımıza ve sonunda da toprağımıza gelecek, çünkü tarih  akla ve ahlaka ihanet edenleri asla affetmedi, affetmeyecek..

Yazarın bloğu:


Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...