Blogda sayıları iyice fazlalaşınca çizgiromanlara ara vermiştim. Diğer kategorilerin temelini atmak ve bloğun yelpazesini
genişletmek daha akıllıca gözüküyordu. Zaten laf aramızda öyle çok ÇR okuyan bir insan değilim
epeydir. Yılda 3-5 tane yeter de artar
bile. Ortalık dandik işlerden geçilmiyor. Nerede kitapların derinliği nerede piyasadaki
çoğu uyduruk ÇR. Gerçekçi olmak lazım. Ortalama bir ÇR’ın 20-30 TL’lik
fiyatıyla en az 5-6 tane ikinci el baba kitabı almak çok daha iyi bir tercih bence.
Biliyorsunuz 2019 Angouleme Çizgiroman Festivali (24-27 Ocak) bugün
başladı. Bunun şerefine bir hafta ÇRlardan bahsedeceğim. Zaten beklettiğim
incelemeler, yazılar var, birkaç tane tanıtım da gelecek. Sonunda da geleneksel
şekilde festivalde ödül alanları ve genel bir değerlendirmesini yapar ÇR
günlerini sonlandırırız. Hadi başlayalım o zaman.
“Ayla” filmini duymayan
kalmamıştır. Bir Türk subay ile G.
Koreli bir çocuğun hikayesini anlatıyordu. Biz bu meseleyi genelde “oscar’a
aday olur muyuz” ya da “işte şanlı geçmişimiz” gibi
yüzeysel ve yavan yaklaşımlarla konuşup alkışlarla geçtik. Oysa savaştan sonra
G. Kore’nin yurtdışına verdiği yetimler çok ciddi bir mesele ve aslında Türkiye’nin
bu yurtdışına evlatlık giden çocuklar olayında payı ihmal edilecek kadar küçük.
Bu da çok doğal çünkü kendine bakamayan, G. Kore’den fakirlikte aşağı kalmayan
bir ülkeydik o yıllarda. Şimdi hala öyleyiz ama onlar değil, farkımız bu.
Güney Kore insanını besleyemiyordu, çocuklarına bakamıyordu. 1953’te
savaştan sonra babası Batılı askerler olan bazı Koreli çocukların Amerika ve
Avrupa’ya gitmesi için yapılan girişimler bir yol oldu. Onbinlerce Koreli çocuk
özellikle 1970 ve 80lerde zirve yapan bir süreç boyunca Batı ülkelerince evlat
edinildi. Hatta bu işlemler 2000li yıllarda dahi devam etti. Özellikle 1988
Kore Olimpiyatlarında durum uluslararası kamuoyunda ayyuka çıktı ve evlatlarını
patates gibi dışarıya ithal etmek zorunda kalan G. Kore çaresizce bağrına taş
bastı, kabullendi ve tedbir almaya çalıştı. Acı büyüktü. Sonradan yapılan
sosyolojik araştırmalarda bir başka önemli faktörün de bu ülkede soya sopa aşırı
önem verilmesi olduğu, ailesizliğin bir nevi diplomasızlık ve ikinci sınıflık gibi
görüldüğü anlaşıldı. Yani kültürel bir barbarlıkta vardı toplumda. Çocukların
dışarı verilmesi uzun yıllar devam etti. Başkanları Kim Dae Jong’un 1998
yılında bu insanlara yaptığı konuşmada toplam rakamın 200.000’e yakın olduğu
itiraf edildi. 200.000 çocuğunu el oğluna vermek! Bugüne kadar çocuklarını en
fazla sayıda yurtdışına veren ülke G. Kore. Mecburen. Açlık çekmesin diye. Gelenekler
ezmesin diye.
İsveç bu çocukların ilk gönderildiği Avrupa ülkesiydi.
Binlercesini aldı. İşte çizgiromancı ve ilüstratör Lisa Wool-Rim Sjöblom bunlardan sadece biri. Yıllar sonra kendisi
de hamile kaldığında eline biyolojik ebevenylerinin isimleri yazan bir belge
geçti ve o güne kadar kendisine
anlatılan geçmişle gerçeğin birbirini tutmadığını fark etti. Hemen
toplanıp hakikati ortaya çıkarmak üzere G. Kore’ye, kayıtlı olduğu yetimhaneye bir
yolculuğa çıktı ve sonucunda bu otobiyografik çizgiromanı yazıp çizdi. Aynı zamanda evlatlık verilme konusunda bir aktivist. Malmö Çizgiroman Sanatı üniversitesinden mezun. Yaşamına Yeni Zelanda'da devam ediyor. Grafik
romandan ziyade grafik hatırat
diyebileceğim ÇR alt türüne daha yakın gibi. İsmi bile içerikle nefis bir örtüşme içinde. Tarihin bir başka acılı sürecini
tetkik etmek ve dersler çıkarmak için fırsat olabilecek bir ÇR. Quadrochromie dedikleri dört renkli
renklendirme kullanılmış ve 160s. İsveç'te 2016 yılında yayınlandı. 2019 yazında İngilizcesinin çıkacağı belirtiliyor.
G. Kore ve Türkiye:
Nereden Nereye!
Dinle Türkiye. Dinle Çizgiromansever. Avengers evelemeyi bırak da
adam gibi dinle. DC evrenini ezberleyen ahmak, otur sen de dinle!
Güney Kore ve
Türkiye ekonomik açıdan savaş sonrası (1950-1953) benzer durumdaydı. Leş gibi
bir fakirlik sarmıştı iki ülkeyi de. Çaresizlikten kırılıyordu insanlar. Çocuklarını
başka ülkelere gönderip kurtarmaya
çalışıyorlardı diyorum, daha ne olsun! ÇRlara bile konu oluyor işte. Sonra G.
Kore perişanlığıyla yüzleşti, planlamasıyla çalışmaları başlattı. Eğitimiyle
sanayisiyle dev bir hamle. Onların da ne petrolü ne doğal gazı vardı. Ya kafayı
ya da bazı güneydoğu Asya ülkeleri gibi kalçaları çalıştıracaklardı. Nüfuslarımız ve kişi başına düşen gelirimiz
bile yakındı, hatta bizimki biraz daha yüksekti başlarda. Üstelik bizimkiler hem Osmanlı
torunuydu hem Müslümandı, onlar değildi :) Sonra ne olduysa oldu.
Saatler 2019’u vurdu. Kişi başına düşen milli gelirde tam 3
katımızı bile geçtiler. Şehirlerini donattılar. İnsanlarını eğittiler. Gemicilik sektöründe büyüdüler. Samsung
gibi LG gibi, Hyundai ve Kia gibi dünya markaları yaratıp Japonya gibi devlerle
elektronik alanında rekabet edebilecek duruma geldiler. Bizim ise o dönemler en büyük övünç kaynağımız Arda Turan'dı! 2018'de de 2019'da da dünyanın en yaratıcı ekonomisi oldular. Biz listede yokuz. 2023 hedefleri diyoruz ya, bağımsız kuruluşlar
2023’de 40.000 dolara yani bizim 4 katımıza ulaşacaklarını öngörüyorlar. Biz Türkiye'nin bırak gelirini, tek parça kalacağını bile öngöremiyoruz. Yerimizde saysak kardır diyecek haldeyiz. İşte
rakamlarla G. Kore'nin başarısı bu kadar somut. Bu bir mucize falan değil, aklın ve çalışmanın eseri. Utanç duymamız
gereken bir örnek olarak tepemizden bize gülümsüyor.
Güney Kore çocuklarına bile sahip çıkamayan bir toplumdan refah ve
bilgi toplumuna geçebildi. Biz ise bırakın bilgi toplumuna geçmeyi, artık kendi
kendine yeten bir tarım toplumu olma sıfatımızı bile kaybettik. Askeriyemiz dahi perişan halde. Sıfatsız bir millet haline geldik!
2019 Türkiye’sinde belki henüz çocuklarımızı yanımızda tutabiliyoruz,
ama iyi yetişmiş gençlerimize sahip çıkamıyoruz. Bu da bir başka trajik kayıp
olmuyor mu? Sadece 2017 yılında dışarı
göç eden ve çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu insanların sayısı 250.000’in
üstünde. Bugün Türkiye bilhassa yetişmiş insanlarıyla en fazla dış göç veren ülkelerden birisi haline geldi. Kaçan kurtuluyor.
Asıl korkunç olanı da söyleyeyim, şimdilik gençlerimizi
kaybediyoruz, ama Ortaçağ kültüründe ve
kötülüğünde ısrar edersek, bundan
sonra sıra çocuklarımıza, kadınlarımıza ve sonunda da toprağımıza gelecek, çünkü tarih akla ve ahlaka
ihanet edenleri asla affetmedi, affetmeyecek..
Yazarın bloğu:
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.