Corto Maltese’in 14.
albümü Equatoria 2017’de, yani serinin 50. yılında, satışa sunuldu. Ben
ancak bu yaz denk gelip okuyabildim. Pratt’ın Corto albümlerini severim ama
hayranı olacak kadar değil. Hala okumadığım birkaç tane macera kalmasından da
belli zaten. Pratt sonrası Corto Maltese’in şimdiye kadar çıkan iki macerasını
da (“Le Soleil de Minuit” ve “Equatoria”) okudum ama bunun sebebi
yeni bir Corto macerasına olan açlıktan ziyade nasıl bir iş çıkarmışlar
sorusunun cevabını merak etmemdi. Buradan hareketle bu tarz eski serilerin “canlandırılmasında” takip edilecek
yöntemler konusunda insan fikir edinebiliyor. Dolayısıyla bugün son Corto albümü “Equatoria”dan
bahsedeceğim biraz.
Konu
Kısaca, 1911 yılında Corto kutsal ve kadim bir aynayı
bulabilmek için Indiana Jones misali Venedik’ten Malta’ya giderken beklenmedik olaylar sonucu Afrika’ya ve
farklı maceralara savruluyor.
Bazı insanların hayatında önemli rol oynamış, kendini yakın
hissettikleri coğrafyalar olur. Herkes doğduğu toprakları en çok sevmek zorunda değildir. Pratt’ın
gönlünde de Afrika’nın yeri ayrı olmuştur hep. Biyografisine aşina olanlar
hatırlayacaktır hemen. Nitekim 50. Yıl
albümünde Venedik’te başlayıp (çocukluğunun geçtiği şehir) Afrika’da
ilerleyen bir albüm çıkarılması bu açıdan tam isabet olmuş diyebilirim.
Resimleme
Pratt dönemi Corto albümleri görsellikleriyle ya da
hikayedeki aksiyonla ön plana çıkmazdı. Juan Diaz Canales ve Ruben Pellejero da aynı yolu
takip ediyor. Bu açıdan Pratt öncesi ve sonrasında büyük bir fark
olduğunu düşünmüyorum. Katalan asıllı İspanyol Pellejero verilen görevi
başarıyla yapıyor. Hatta onun kapakları
bence daha güncel ve başarılı. Çalışırken renklendirme dışında bilgisayar
kullanmıyor ve geleneksel metodla çiziyor. Belki de yaşasa Pratt hikayelere
odaklanmak için Pellejero’ya devredebilirdi çizim işini, kim bilir? Diğer
yandan müthişti dediğim, durup uzun uzun baktığım bir kare de olmadı. Kendini
frenliyor sanki.
Senaryo
Pratt’ın senaryoları dahi pek benim tarzım değildi, bunlar
daha da yavan geldi. Mesela albümü okumaya başlar başlamaz bir takım tarihi
kişi ve olaylardan arka arkaya bombardıman yapar gibi bahsedilmesi beni yordu:
Tuğrul Kağan, Birinci Haçlı
seferi, Lazzaro Degli Armeni, 1565 siege des turcs, moine Giovanni,da Pian del Carpine, Le Miroir du Pretre,
Bu durum albüm boyunca devam ediyor. Tamam, tarihi bir ÇR ve
dönemsel karakterleri konuk edeceksin, eski mekanlarda geçecek ama fazlası sıkıcı
kaçıyor, hatta yer yer Amerikalı’ların “namedropping” dedikleri olaya
dönüşüyor. Örnek mi istiyorsunuz? Meşhur Yunan şairi Kavafis mesela. Hikayede doğru dürüst bir varlığı yok, “cameo” yapar gibi görünüp kayboluyor.
Sadece bir atıfa vesile olsun diye, Corto’ya yakıştırılan bir şiirinden
bahsetmek için oraya iliştirilmiş gibi.
Bunun dışında Equatoria’da senaryo bir koşturmaca içinde duygu ya da düşünce uyandırmadan oradan
oraya zıplayarak başlayıp bitiyor. Hiçbir karakteri yeterince umursamıyorsunuz.
Aklınızda pek bir şey kalmıyor. Örneğin Pratt döneminden de tanıdığımız Teğmen Tenton en gerçek bulduğum karakter
olmasına karşın Corto’yla bir diyalogları bende istenen etkiyi uyandırmadı. Afrika'daki Victoria
gölünü seyrederken kendi çocukluğunun geçtiği Britanya Cumberland’daki doğanın
çok daha güzel olduğunu söyleyince, Corto “üzgünüm
ama tam bir şovenizm timsalisin” diyor. Yahu adam büyüdüğü yeri daha çok
beğenebilir, anıları vardır neticede, zaten hastalıktan yeni çıkmış, ne alakası
var hemen laf sokuyorsun. Adama kolonici Avrupalı rolünü verip kendini de
adaletli gezgin olarak sunuyorsun. Bunlar fırsatçı
ve sığ hareketler gibi geliyor bana. Zaten sonradan Afrika’da kalmaktan
sıkıldığını belli ediyor adamcağız. Ülkesini daha güzel hatırlamasından daha
doğal ne olabilir.
Kadınlar
İlk Pratt sonrası Corto macerasında kadın konusu zayıf
kalmıştı, bu albümde telafi etmek ister gibi o konuya yoğunlaşılmış. Corto gibi
başına buyruk, 3 güçlü kadın hikayede anahtar rollere sahip: Gazeteci Aida, Feride ve Yerli Kione.
Aida, NG için
yazılar kaleme alan kariyer odaklı, başarılı bir gazeteci kadın. İşini her
şeyin üstünde tutuyor. Bir konuşmalarında Corto’ya NG’de hakkında bir yazı yazacağım
deyince Corto ile aralarında geçen diyalog gülümsetip “başına gelecekleri bir
bilsen” dedirtecek türden:
“Je ne vois aucun interet a devenir un aventurier de papier”
“Pauvre Corto! Comme si on pouvait choisir”
Feride, aile
değerlerine önem veren, babasının cenazesini bulabilmek için hayatını tehlikeye
atıp Afrika’da tehlikeli ve sonu bilinmez bir yolculuğa çıkan fedakar bir
kadın.
Yerli Kione ise
albüm boyunca hiç konuşmuyor ama Corto’ya kritik anlarda faydası olabilen
gizemli bir karakter. Zaten isminin anlamı dahi bu gizemi anlatmaya yetiyor:
“Celle qui rentre chez elle”
Kendine/Kendi
topraklarına, yuvasına dönen anlamına geliyor. Hikayenin bağlamından kendi
yaşadığı yere dönen anlamına geldiğini çıkarabiliriz ama albümden bağımsız
olarak “kendine dönen” anlamına da
gelebilir. “Elle” burada hem kendi benliğine hem de yaşadığı topraklara, evine
işaret eden bir zamir. Buna Fransızca’da “double
entendre” diyorlar bu tarz çift anlama gelen kullanımlara.
Pratt ruhu yakalanmış
mı?
Yeri gelmişken söyleyeyim, aslında Pratt zamanından beri Corto karakteri bana biraz yapmacık
gelmiştir. Nuri Bilge Ceylan’ın hiç
sevmediğim erken dönem filmlerindeki gibi ufka ya da bir yerlere bakıp klişe
kelimeleri mırıldanan bir denizci gibi gelir yer yer. Özgürlük, yollarda olmak
falan bir noktadan sonra bayıyor beni, altı dolmayınca yüzeysel kalıyor.
Epeydir Pratt imzalı bir Corto albümü okumadığım için senaryo açısından net bir mukayese yapamam.
Unuttum gitti :) Serinin hayranlarına
bırakıyorum bu karşılaştırmayı. Kalkıp eski albümlere bir göz atasım yok bu aralar. Çizimler açısından başarılı bulduğumu zaten başta söylemiştim.
Corto’da Türk İzi ve Emin
Paşa
Türk dedim ama Osmanlı diyelim hem genealogie açısından daha
doğru hem de günümüz siyasi modasına uygun olur. Belki bloğumuzu
Cumhurbaşkanlığı himayesine alırlar :))
Corto başlarda gizemli bir antik aynanın peşinde. Fakat 40
sayfa insanın aklında hiçbir şey bırakmayan bir koşturmacanın ardından
hikayede bir kırılma yaşanıyor ve albümün yarısından sonra Emin Paşa’nın kızı Feride’nin Afrika’da babasının mezarını bulma
gezisinde ona zoraki eşlik ediyor. Zoraki diyorum çünkü bir toplantıda şeyh
kadınlara bu yolculuğa tek başınıza çıkamazsınız, geleneklerimize göre yanınızda
bir erkek olmazsa izin vermem deyince, bu iş de Corto’ya kalıyor. Ayna mayna
yalan oluyor o noktadan sonra. Tanıtımlarda bu nokta belirtilmediği için kimsenin
haberi olmadı albümün TR bağlantısından.
Peki bu Emin Paşa
kim? Alman ve Yahudi asıllı bir Osmanlı paşası. Son derece maceralı bir hayatı
var, bir göz atmanızı tavsiye ederim, inanamazsınız. Haydi böyle bir karakterin ülkede dizisi, filmi parasızlıktan çekilemedi, hiç değilse tek albümlük bir ÇRı niye yapılmaz
anlamak mümkün değil.
Bu albümle birlikte Enver
Paşa’lı “La Maison Dorée de Samarkand
/ Semerkant’taki Altın Yaldızlı Ev” macerasından sonra Corto’nun yolu yine TR ile
buluşmuş oluyor. Dahası da var, İskenderiye’deki bir Yunanla buluşmasında yine
konuşmada TR geçiyor. Bu açıdan ilgi çekebilecek diyaloglardan birisini
alıntılamazsam olmaz, çünkü bunları ben yazmazsam kimse yazamıyor, omuzlarımdaki
tarihi sorumluluğun farkındayım :)
Aynayı ararken Manolis diye bir herifin evine gidiyor.
Duvarda bir resim var. Dedesi. Altına da iki tüfek asılmış. “Dedem bu tüfeklerle
yüzlerce düşman Türk’ü öldürdü” diyor. Corto “Bu antika tüfekle bunu
başarabildiyse şerefine içilir” diye istihzayla cevap veriyor.
Son Kararım
Corto Maltese’in misyonunu Pratt zamanında tamamladığını
düşünüyorum. Seri ilk kez 60ların sonundan 80lerin sonuna uzanan dönemde
yayınlandı. O yıllarda klasik İtalyan ekolünün Tex, Mister No, EsseGesse serileri gibi çocuksu, derinliksiz, Western şablonlu “kahraman karakterler”le ilerleyen çok satan ÇRları arasında Corto
özgün ve gerçekçi bir duruşa sahip gözüküyordu ama günümüz ÇR piyasasında Pratt
usulü bir Corto Maltese bu haliyle bana
klişe geliyor. Sinemayı TVyi bırak, bugünün ÇR piyasası dahi daha gerçekçi,
güçlü, keskin, çok boyutlu karakterler sunuyor ve Corto’nun güncel serisi
bunlara ne metinsel ne de görsel olarak bir yenilik, bir katkı sunamıyor. Uzaklara
bakan ve nereye gideceği belli olmayan, etrafına dudak büken bir
gezgin bence artık yeterli değil. Altının ve üstünün daha iyi doldurulması
gerekiyor. Biraz da yaklaşımla ilgili bir durum herhalde. Misal, Giancarlo Berardi’nin Ken Parker’ını (Alaska) hala zevkle okuyorum, hikayeler güzel yaşlanıyor ama Corto sıradan ve piyasa işi bir seri olmamasına karşın nedense beni biraz sıkıyor. Belki de tercih meselesi.
Aslında aklıma şöyle bir düşünce geldi yazarken. Acaba “reboot” yerine “reimagining” yapmayı
mı düşünselerdi? Mesela Corto’nun çocuğunun, “Corto Jr”ın maceraları olabilirdi ve günümüze daha uygun bir
tarzda işlenebilirdi. Bugünün tarihi şahsiyetleri konu alınıp, dünyanın dört
bir tarafında günümüzün olayları içinde gezdirebilirlerdi. Belki sadık okurları
kızardı ama daha parlak bir gelecek şansı olurdu sanki. Elli yıl öncesinin ÇR
serisi canlandırılıp aslına tamamen sadık kalınma konusunda başarılı
olunduğunda, aslında doğal bir başarısızlıkla karşılaşılması mukadder olmaz mı
diye düşündürüyor insana. Değerlerin çok hızlı değiştiği bir çağdayız. O günlerin pek çok avangard unsuru bugün
sıradanlaşmış durumda. Sinemayı televizyonu geçtim, bir o günün ÇRlarına
bakın bir de bugünkülere. O zihniyetin aynısını bugün birebir yansıtabilsen
yine bugünkü okuru etkileyemezsin. Şartlar farklı, dünya değişti, insanların “ilginç” algısı farklılaştı.
Antikahramanlara bakış değişti. Değer yargıları sürekli yıkılıp yeniden
kuruluyor.
Son kertede hem isminden hem de eski hayranlarından dolayı bence satışları tatmin edici olacaktır ama büyük bir başarı kazanmasını, yeni nesil arasında çok tutulmasını mümkün
görmüyorum.
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.