31 Ağustos 2019 Cumartesi

Corto Maltese (14): Equatoria (Ekvator)

Corto Maltese’in 14. albümü Equatoria 2017’de, yani serinin 50. yılında, satışa sunuldu. Ben ancak bu yaz denk gelip okuyabildim. Pratt’ın Corto albümlerini severim ama hayranı olacak kadar değil. Hala okumadığım birkaç tane macera kalmasından da belli zaten. Pratt sonrası Corto Maltese’in şimdiye kadar çıkan iki macerasını da (“Le Soleil de Minuit” ve “Equatoria”) okudum ama bunun sebebi yeni bir Corto macerasına olan açlıktan ziyade nasıl bir iş çıkarmışlar sorusunun cevabını merak etmemdi. Buradan hareketle bu tarz eski serilerin “canlandırılmasında” takip edilecek yöntemler konusunda insan fikir edinebiliyor. Dolayısıyla bugün son Corto albümü “Equatoria”dan bahsedeceğim biraz.

Konu
Kısaca, 1911 yılında Corto kutsal ve kadim bir aynayı bulabilmek için Indiana Jones misali Venedik’ten Malta’ya giderken beklenmedik olaylar sonucu Afrika’ya ve farklı maceralara savruluyor.

Bazı insanların hayatında önemli rol oynamış, kendini yakın hissettikleri coğrafyalar olur. Herkes doğduğu toprakları en çok sevmek zorunda değildir. Pratt’ın gönlünde de Afrika’nın yeri ayrı olmuştur hep. Biyografisine aşina olanlar hatırlayacaktır hemen. Nitekim 50. Yıl albümünde Venedik’te başlayıp (çocukluğunun geçtiği şehir) Afrika’da ilerleyen bir albüm çıkarılması bu açıdan tam isabet olmuş diyebilirim.  


Resimleme
Pratt dönemi Corto albümleri görsellikleriyle ya da hikayedeki aksiyonla ön plana çıkmazdı. Juan Diaz Canales ve Ruben Pellejero da aynı yolu takip ediyor. Bu açıdan Pratt öncesi ve sonrasında büyük bir fark olduğunu düşünmüyorum. Katalan asıllı İspanyol Pellejero verilen görevi başarıyla yapıyor. Hatta onun kapakları bence daha güncel ve başarılı. Çalışırken renklendirme dışında bilgisayar kullanmıyor ve geleneksel metodla çiziyor. Belki de yaşasa Pratt hikayelere odaklanmak için Pellejero’ya devredebilirdi çizim işini, kim bilir? Diğer yandan müthişti dediğim, durup uzun uzun baktığım bir kare de olmadı. Kendini frenliyor sanki.   

Senaryo
Pratt’ın senaryoları dahi pek benim tarzım değildi, bunlar daha da yavan geldi. Mesela albümü okumaya başlar başlamaz bir takım tarihi kişi ve olaylardan arka arkaya bombardıman yapar gibi bahsedilmesi beni yordu:

Tuğrul Kağan, Birinci Haçlı seferi, Lazzaro Degli Armeni, 1565 siege des turcs, moine Giovanni,da Pian del Carpine, Le Miroir du Pretre,

Bu durum albüm boyunca devam ediyor. Tamam, tarihi bir ÇR ve dönemsel karakterleri konuk edeceksin, eski mekanlarda geçecek ama fazlası sıkıcı kaçıyor, hatta yer yer Amerikalı’ların “namedropping” dedikleri olaya dönüşüyor. Örnek mi istiyorsunuz? Meşhur Yunan şairi Kavafis mesela. Hikayede doğru dürüst bir varlığı yok, “cameo” yapar gibi görünüp kayboluyor. Sadece bir atıfa vesile olsun diye, Corto’ya yakıştırılan bir şiirinden bahsetmek için oraya iliştirilmiş gibi.


Bunun dışında Equatoria’da senaryo bir koşturmaca içinde duygu ya da düşünce uyandırmadan oradan oraya zıplayarak başlayıp bitiyor. Hiçbir karakteri yeterince umursamıyorsunuz. Aklınızda pek bir şey kalmıyor. Örneğin Pratt döneminden de tanıdığımız Teğmen Tenton en gerçek bulduğum karakter olmasına karşın Corto’yla bir diyalogları bende istenen etkiyi uyandırmadı. Afrika'daki Victoria gölünü seyrederken kendi çocukluğunun geçtiği Britanya Cumberland’daki doğanın çok daha güzel olduğunu söyleyince, Corto “üzgünüm ama tam bir şovenizm timsalisin” diyor. Yahu adam büyüdüğü yeri daha çok beğenebilir, anıları vardır neticede, zaten hastalıktan yeni çıkmış, ne alakası var hemen laf sokuyorsun. Adama kolonici Avrupalı rolünü verip kendini de adaletli gezgin olarak sunuyorsun. Bunlar fırsatçı ve sığ hareketler gibi geliyor bana. Zaten sonradan Afrika’da kalmaktan sıkıldığını belli ediyor adamcağız. Ülkesini daha güzel hatırlamasından daha doğal ne olabilir.  


Kadınlar
İlk Pratt sonrası Corto macerasında kadın konusu zayıf kalmıştı, bu albümde telafi etmek ister gibi o konuya yoğunlaşılmış. Corto gibi başına buyruk, 3 güçlü kadın hikayede anahtar rollere sahip: Gazeteci Aida, Feride ve Yerli Kione.

Aida, NG için yazılar kaleme alan kariyer odaklı, başarılı bir gazeteci kadın. İşini her şeyin üstünde tutuyor. Bir konuşmalarında Corto’ya NG’de hakkında bir yazı yazacağım deyince Corto ile aralarında geçen diyalog gülümsetip “başına gelecekleri bir bilsen” dedirtecek türden:

“Je ne vois aucun interet a devenir un aventurier de papier”

“Pauvre Corto! Comme si on pouvait choisir”

Feride, aile değerlerine önem veren, babasının cenazesini bulabilmek için hayatını tehlikeye atıp Afrika’da tehlikeli ve sonu bilinmez bir yolculuğa çıkan fedakar bir kadın.



Yerli Kione ise albüm boyunca hiç konuşmuyor ama Corto’ya kritik anlarda faydası olabilen gizemli bir karakter. Zaten isminin anlamı dahi bu gizemi anlatmaya yetiyor:

“Celle qui rentre chez elle”

Kendine/Kendi topraklarına, yuvasına dönen anlamına geliyor. Hikayenin bağlamından kendi yaşadığı yere dönen anlamına geldiğini çıkarabiliriz ama albümden bağımsız olarak “kendine dönen” anlamına da gelebilir. “Elle” burada hem kendi benliğine hem de yaşadığı topraklara, evine işaret eden bir zamir. Buna Fransızca’da “double entendre” diyorlar bu tarz çift anlama gelen kullanımlara.

Pratt ruhu yakalanmış mı?
Yeri gelmişken söyleyeyim, aslında Pratt zamanından beri Corto karakteri bana biraz yapmacık gelmiştir. Nuri Bilge Ceylan’ın hiç sevmediğim erken dönem filmlerindeki gibi ufka ya da bir yerlere bakıp klişe kelimeleri mırıldanan bir denizci gibi gelir yer yer. Özgürlük, yollarda olmak falan bir noktadan sonra bayıyor beni, altı dolmayınca yüzeysel kalıyor.

Epeydir Pratt imzalı bir Corto albümü okumadığım için senaryo açısından net bir mukayese yapamam. Unuttum gitti :)  Serinin hayranlarına bırakıyorum bu karşılaştırmayı. Kalkıp eski albümlere bir göz atasım yok bu aralar. Çizimler açısından başarılı bulduğumu zaten başta söylemiştim.


Corto’da Türk İzi ve Emin Paşa
Türk dedim ama Osmanlı diyelim hem genealogie açısından daha doğru hem de günümüz siyasi modasına uygun olur. Belki bloğumuzu Cumhurbaşkanlığı himayesine alırlar :))

Corto başlarda gizemli bir antik aynanın peşinde. Fakat 40 sayfa insanın aklında hiçbir şey bırakmayan bir koşturmacanın ardından hikayede bir kırılma yaşanıyor ve albümün yarısından sonra Emin Paşa’nın kızı Feride’nin Afrika’da babasının mezarını bulma gezisinde ona zoraki eşlik ediyor. Zoraki diyorum çünkü bir toplantıda şeyh kadınlara bu yolculuğa tek başınıza çıkamazsınız, geleneklerimize göre yanınızda bir erkek olmazsa izin vermem deyince, bu iş de Corto’ya kalıyor. Ayna mayna yalan oluyor o noktadan sonra. Tanıtımlarda bu nokta belirtilmediği için kimsenin haberi olmadı albümün TR bağlantısından.

Peki bu Emin Paşa kim? Alman ve Yahudi asıllı bir Osmanlı paşası. Son derece maceralı bir hayatı var, bir göz atmanızı tavsiye ederim, inanamazsınız. Haydi böyle bir karakterin ülkede dizisi, filmi parasızlıktan çekilemedi, hiç değilse tek albümlük bir ÇRı niye yapılmaz anlamak mümkün değil. 


Bu albümle birlikte Enver Paşa’lı “La Maison Dorée de Samarkand / Semerkant’taki Altın Yaldızlı Ev”  macerasından sonra Corto’nun yolu yine TR ile buluşmuş oluyor. Dahası da var, İskenderiye’deki bir Yunanla buluşmasında yine konuşmada TR geçiyor. Bu açıdan ilgi çekebilecek diyaloglardan birisini alıntılamazsam olmaz, çünkü bunları ben yazmazsam kimse yazamıyor, omuzlarımdaki tarihi sorumluluğun farkındayım :)

Aynayı ararken Manolis diye bir herifin evine gidiyor. Duvarda bir resim var. Dedesi. Altına da iki tüfek asılmış. “Dedem bu tüfeklerle yüzlerce düşman Türk’ü öldürdü” diyor. Corto “Bu antika tüfekle bunu başarabildiyse şerefine içilir” diye istihzayla cevap veriyor. 

Son Kararım
Corto Maltese’in misyonunu Pratt zamanında tamamladığını düşünüyorum. Seri ilk kez 60ların sonundan 80lerin sonuna uzanan dönemde yayınlandı. O yıllarda klasik İtalyan ekolünün Tex, Mister No, EsseGesse serileri gibi çocuksu, derinliksiz, Western şablonlu “kahraman karakterler”le ilerleyen çok satan ÇRları arasında Corto özgün ve gerçekçi bir duruşa sahip gözüküyordu ama günümüz ÇR piyasasında Pratt usulü bir Corto Maltese bu haliyle bana klişe geliyor. Sinemayı TVyi bırak, bugünün ÇR piyasası dahi daha gerçekçi, güçlü, keskin, çok boyutlu karakterler sunuyor ve Corto’nun güncel serisi bunlara ne metinsel ne de görsel olarak bir yenilik, bir katkı sunamıyor. Uzaklara bakan ve nereye gideceği belli olmayan, etrafına dudak büken bir gezgin bence artık yeterli değil. Altının ve üstünün daha iyi doldurulması gerekiyor. Biraz da yaklaşımla ilgili bir durum herhalde. Misal, Giancarlo Berardi’nin Ken Parker’ını (Alaska) hala zevkle okuyorum, hikayeler güzel yaşlanıyor ama Corto sıradan ve piyasa işi bir seri olmamasına karşın nedense beni biraz sıkıyor. Belki de tercih meselesi. 


Aslında aklıma şöyle bir düşünce geldi yazarken. Acaba “reboot” yerine “reimagining” yapmayı mı düşünselerdi? Mesela Corto’nun çocuğunun, “Corto Jr”ın maceraları olabilirdi ve günümüze daha uygun bir tarzda işlenebilirdi. Bugünün tarihi şahsiyetleri konu alınıp, dünyanın dört bir tarafında günümüzün olayları içinde gezdirebilirlerdi. Belki sadık okurları kızardı ama daha parlak bir gelecek şansı olurdu sanki. Elli yıl öncesinin ÇR serisi canlandırılıp aslına tamamen sadık kalınma konusunda başarılı olunduğunda, aslında doğal bir başarısızlıkla karşılaşılması mukadder olmaz mı diye düşündürüyor insana. Değerlerin çok hızlı değiştiği bir çağdayız. O günlerin pek çok avangard unsuru bugün sıradanlaşmış durumda. Sinemayı televizyonu geçtim, bir o günün ÇRlarına bakın bir de bugünkülere. O zihniyetin aynısını bugün birebir yansıtabilsen yine bugünkü okuru etkileyemezsin. Şartlar farklı, dünya değişti, insanların “ilginç” algısı farklılaştı. Antikahramanlara bakış değişti. Değer yargıları sürekli yıkılıp yeniden kuruluyor.

Son kertede hem isminden hem de eski hayranlarından dolayı bence satışları tatmin edici olacaktır ama büyük bir başarı kazanmasını, yeni nesil arasında çok tutulmasını mümkün görmüyorum.  



Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...