1920’ler Fransa'sı. Garris
(Jacques Gamblin) ve Riton (Jacques Villeret) isimli iki arkadaşın yaşamından
bir kesit veriliyor. Loire nehri kıyısında fakir ama mutlu bir yaşamları var. Garris
tek başına minik bir kulübede kalırken birinci dünya savaşının kötü anılarını
ve sebep olduğu psikolojik yıkımı atlatmaya çalışan fedakar bir genç adam. Komşusu
Riton’un dırdırcı bir eşi ve 4 çocuğu var. Çiko gibi bir karakter. İki dost, vakit
buldukça kitap kurdu Amedee (Andre Dussolier)
ve Madame Mercier (Gisele Casadesus) gibi arkadaşlarıyla şarap içip sohbet etmeyi seviyorlar. Bir gün para
kazanmak için çiçek satıp sokak şarkıcılığı yaparken karşılaştıkları hizmetçilik
yapan Marie’ye (Isabelle Carre) Garris aşık oluyor. Diğer yandan bölgenin zenginlerinden Pepe (Michel Serrault), ailesinin
sonradan görme tavırlarından bunalan ve eski mutlu günlerini özleyen yaşlı bir
adam. Pepe’nin torunuyla Riton’un kızı tesadüfen karşılaşıyor ve birbirlerinden
hoşlanıyorlar. Fakat ailelerin arasındaki ekonomik uçurum kendini belli etmekte
gecikmiyor.
Les Enfants de Marais
klasik dönem Türk filmlerindeki iyimser atmosfer ve melodramı karıştırarak tabiatla
birlikte sunan gürültüsüz bir pastoral hikaye.
Bir Georges Montforez romanından uyarlama. Bazı yerleri filmde değiştirilmiş. Yönetmen Jean Becker. Şehir hayatından uzak kırsal
ortamları kullanmayı seven bir rejisör..Film dramedi (dram + komedi) tarzı. Eric
Cantona gözden düşmüş boksör rolünde başarılıydı.
Filmi "Bataklık Çocukları" şeklinde sözlüğe uygun gözüken bir Türkçe'yle ifade etmelerine karşın, burada bataklık bildiğimiz anlamda, insanı içine çeken bir bataklık değil. Sazlığa daha yakın bir görüntü var filmde. Görünen o ki hem İngilizce hem de Fransızca kullanımında marsh ve swamp arasındaki farka pek özen gösterilmiyor.
Filmin açılış
sahnesinde iki arkadaşı çiçek toplarken görüyoruz. Hiç konuşma yok. Kuş sesleri
ve derenin şırıltısı izleyiciyi selamlıyor. Arkaplandaki kurbağa vıraklaması
gibi doğadan sesler film boyunca sık sık kulaklarımıza misafir oluyor. O
kadar ki filmin OST’si büyük oranda kuşlar tarafından yapılmış diyebiliriz.
Görüntüler de filmin işitsel fonuna uyumlu. Yeşilin tonları sürekli karşınızda. Pastoral görüntüler durmadan ekranı çeşnilendiriyor. Filmin sakinleştirici bir etkisi de olduğu muhakkak.
Bazen gerçekçiliği
terk edip masalsı bir tona bürünse de çatışmadan beslenen günümüz popüler
sinemasından kaçıp doğada bir nefes almak isteyenler için uygun bir durak.
Film, Amedée'nin okuduğu La Bruyere'in aşağıdaki sözüne örneklerle dolu. İstemediğin iş ve kişilerle uğraştıktan sonra paranın getireceği özgürlük neye yarar ki...
"La liberté n'est pas oisiveté ; c'est un usage libre du temps, c'est le choix du travail et de l'exercice : être libre en un mot n'est pas ne rien faire, c'est être seul arbitre de ce qu'on fait ou de ce qu'on ne fait point."
İddialı ve büyük
bir hikayesi yok belki ama dingin ve iyimser bir anlatımla arkadaşlık ve mutluluk üzerine bir film izlemek isteyenleri memnun edebilir.