Pat Campbell. Yeni Zelanda'nın sembollerinden "gümüş eğrelti otuyla" kurbanlara saygı duruşu |
Joshua Rose (Dennis
Quaid) Paris büyükelçiliğinde görevli bir subayken, İslami bir örgütün oturdukları
kafeye bombalı saldırısı sonucu karısı ve çocuğu hayatını kaybeder. Adam çıldırır, cenaze günü gidip en
yakındaki camiye dalar ve içeride namaz kılmakta olan Müslümanları öldürür.
Evet, böyle girdim çünkü geçen haftaki Christchurch katliamını duyar duymaz bu sahneler canlandı zihnimde. Ne kadar benziyor dedim kendi
kendime. Olayı biliyorsunuz, 15 Mart 2019’da Yeni Zelanda’da bir manyak iki cami basıp 50 “insanı” katletti ve
görüntüleri canlı canlı yayınladı. Ortaya çıktı ki Müslüman düşmanlığı başta
olmak üzere bir sürü saçmalıkla doldurmuş kafasını. Yeni Zelanda hükümeti ve
halkını takip etmeye çalıştım, yapması gerekenleri özenle yerine getiriyorlar
ve her türlü boyutuyla konuyla ilgileneceklerini gösteriyorlar. Bir falsoları
yok şimdilik. Başbakan Jacinda Ardern
Müslümanları kucakladı, mecliste Kur’an bile okundu ve daha pek çok taziye ve
anma gerçekleştirildi. Hassas ve uygar bir yaklaşımları vardı halkın. Suçlu ise zaten
olaydan hemen sonra yakalandı.
Bu tarz olaylarda İzlenecek metod belli: “ağır olaylarda suç ve ceza esastır”. Bu
vahşi katliamı yapan kişiye ve varsa arkasındaki örgüte yasalardaki en ağır
cezaları uygularsın ve tekrar yaşanmaması için önlemler alırsın. Boş laflarla
değil icraatınla bunu gösterirsin. Ölenlerin dini, ırki ya da diğer aidiyetleri
olayın daha bilimsel (sosyolojik, kriminolojik, psikolojik) analizinde anlamlıdır ama bunun dışında günlük
konuşmalarda benim için 50 “insan” kalleşçe öldürülmüştür. Kimsenin toptancı yaklaşımla insanları birbirine düşürme hedefine alet olmam. Allah tüm iyi niyetli insanlara rahmet eylesin.
Gelelim Türkiye’ye. Tam da 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Gününün arifesinde
ülkemizi ele geçirmiş siyasi İslamcılar olabilecek en düşük tavırları
sergiledi. Atatürk’ün yıllar önceki olgun ve bilge tavrının yerini her konuda
olduğu gibi barbarlık ve düşmanlık aldı. Nefret dolu nefesleri sorunu
konuşmaya değil, ancak düşmanlığı konuşturmaya yetti.
Birbirimizi kandırmayalım, bilmem kaç bininci kez görüldü ki
AKP örgütü Türkiye Cumhuriyetini temsil
etmiyor, hiçbir zaman da etmedi. Bunun uzlaşması falan olmaz, olmayacak. Zaten
istese de buna yakışacak, bunu kaldırabilecek bir kitle değiller. Bir çeşit “cahiliye cemaati”yle karşı karşıyayız.
Hayallerindeki dünyanın efendisi “müslüman imparatorluğunun” hayali sultanı ve tebaası oldukları
zannıyla ortaçağdan kalma laflar ediyor, ona buna saldırıyor ve açıkçası rol
kesmek için her türlü fırsatı değerlendirmeye çalışan bir figüran gibi absürd
çıkışlarla dünyada gündem oluyorlar. Şu konuda bile kendilerini haksız duruma düşürmeyi becerecek kadar kötülük
dolu davranışlar sergilediler. Halifelik lafları, dünyanın öbür ucuna hamilik taslamalar falan hep bu sanrıların dışavurumu. İşin komiği temsil ettiklerini sandıkları
Müslümanların çoğunun da bunları umursadığı yok, tek dertleri durmadan küfür edip durdukları Batı'ya kapağı atmak.
Filme dönelim. Olaydan yıllar sonra paralı asker olarak
yaşayan Joshua 1992-1995 Bosna savaşında
nişancı olarak Sırp’lara çalışmaya başlar. İçindeki kategorik İslam nefretini
boşaltmak için her fırsatta Müslümanları dürbünlü tüfeğiyle öldürmeye devam
ederken, Goran isimli Sırp ile esir değiş tokuşu için bir köprüye giderler.
Karşıdan alınan Sırp kadınlardan biri hamile olan Vera’dır. Goran müslüman
doğuracağına ölseydin!!! falan deyip yolda kadını arabadan indirir,
karnını tekmeler ve çıkacak çocuğu öldürmek için tüfeğiyle kadının bacakları arasında mevzilenir adeta. Joshua
dayanamaz ve müdahale eder. Sonrasında bu üçlünün kaçış öyküsünü
seyrederiz.
Bosna demişken yine gündeme dönmem lazım. Dün, yani 20 Mart
2019’da soykırım suçlusu "Radovan
Karadzic"in 40 yıl olarak ilan edilen hapis cezası temyizde müebbet’e
çevrildi ve Sırpların sadistliğine maruz kalan insanların birazcık da olsa
yüreklerinde adaletin nefesini hissettirdi.
1992-1995 Bosna savaşı
çoğunun sandığı gibi bir din ya da ırk savaşı değil toprak savaşıydı. Sırplar, Müslüman oldukları için değil, o toprakları kendilerine istedikleri için Boşnaklara
saldırdılar. Konu Müslümanlık olsaydı Hırvatlarla birbirlerini kesmezlerdi.
Biri Ortodoks diğeri Katolik olsa da ikisi de Hristiyan sonuçta. Slovenya’yla
da düşük dozlu bir çatışma yaşadılar. Din sadece bir aracıydı. Aynı dinden de
olsalar yine benzer olaylar yaşanacaktı. Budist ya da Şinto inanışına sahip
insanlar o bölgede olsaydı, Sırplar onları da keseceklerdi. Dinsiz bir millet
olsa onları da öldüreceklerdi. Tekrar söylüyorum, anlatılanların aksine sorunun esası toprak meselesiydi. Din, kitleleri birbirine düşürmek, kışkırtmak için kullanıldı. Sonunda öyle ya da
böyle, az ya da çok kazanan Sırplar oldu. Birkaç savaş suçlusuna karşılık epey
toprak kazandılar. Zaten filmde de Goran yaşlı bir Bosnalı kadıncağızın
parmağını kesip yüzüğünü alır ve ölüme terk ettikten sonra dışarıda Joshua’ya
aynen şu cümleyi kullanır:
“We just fight for
our land man, thats all”
“Savior” filminin yönetmeni bir Sırp: Peter Antonijevich. Tarafsız gibi gözükmeye çalıştığını ama bu
savaşta tarafsız olmanın bizzat taraflılık anlamına geldiğini düşünüyorum. Vahşeti
gösteriyor olanca çıplaklığıyla, hatta bir sahnede “Walking Dead” dizisindeki meşhur “Lucille” benzeri bir infazla karşılaşıyoruz. Fakat ana amaç hikaye
anlatmaktan ziyade Sırpların da acı çektiğini göstermek gibi duruyor. Joshua'nın dönüşümü zaten çok inandırıcı değil. Her
kesimin yaşadığı acılar oldu diyerek suçu eşit bölüştürme çabası sezdim
alttan alta. Tabii ki Sırpların da
masumları olmuştur ve aralarından bir kısmı üzücü bir şekilde hayatını
kaybetmiştir böyle bir savaşta ama Boşnakların uğradığı canilikler ve toplu
katliamlarla kıyaslandığında böyle bir eşitleme açıkçası beni rahatsız etti. Zaten
prodüksiyon büyük oranda Sırp oyuncu ve kadrolarla kotarılmış.
Dikkatimi çeken önemli bir nokta “sarı elma” (zlatnu jabuku) metaforu
oldu. Önce Boşnak yaşlı kadın Sırba uzattı, Goran gülerek aldı ama sonra
yüzüğünü almak için parmağını kesti. Sonra kızın Sırp ailesinin evindeki
sofrada yine “sarı elmaları” görüyoruz. Ardından yol boyunca yine “sarı
elmalar”. Sonunda Hırvat adamın evinde masada yine "sarı elmalar" vardı. Birkaç
yorumu olabilir. Yunan tanrıçası “Discordia”
yani ortama hakim kaos/düzensizliğin sembolü olabilir mesela. Ama bana kalırsa “zlatnu jabuku” Yugoslav dönemindeki
beraber yaşama ve ortaklığı, diğer bir deyişle yerini savaşa bırakmış eski günlerdeki barışı ve birlikteliği sembolize ediyordu. Üç milletten insanın evine de özellikle yerleştirilmiş olması bu ihtimali güçlendiriyor. Farklı mitolojik anlamları da var ama o
konuyu pek sevmem, bu kadarı yeterli.
Filmle ilgili son olarak müzikler hakkında birkaç cümle. Özellikle sondaki yazıları bekledim ve halk şarkılarını, biri ninni olmak üzere not aldım ve Youtube’dan buldum. Mutlaka dinlenmeli.
“Rasti rasti moj
zaleni bore”, "Uspavanka" (ninni), “Zajdi Zajdi”
Southland karikatüristi Shaun Yeo |
Yazı sonuna geldi ama bilmeliyiz
ki:
Bu olaylar bitmedi, bitmeyecek.
Bir Hristiyan gidip 50 müslüman öldürdü diye Hristiyanların
daha uygar toplumlar olduğu gerçeği değişmedi, değişmeyecek.
Müslümanların genel olarak ortaçağdan çıkamamış olmaları, aralarında çok medeni insanlar da olduğu
gerçeğini değiştirmiyor, değiştirmeyecek.
Rastgele insanların katledilmesi asla barışa hizmet etmedi,
etmeyecek.
Filmdeki Joshua karakteri gibi, bir gruba karşı kin ve
nefrete kapılıp körleşerek daha beter bir cehennemin kölesi haline gelmek, dünyanın
hiçbir yerinde hiç kimse için çözüm getirmedi, asla getirmeyecek.
Kendimizi kin ve nefrete kaptırmamak, ahmaklığa ve alçaklığa karşı
mücadele etmemiz gerektiği gerçeğiyle çelişmeyecek.
Ve gözünün önünde gencecik askerlerin ölümüne şahit olan, o gencecik çocukların kan
kokuları ve çığlıkları arasında cephede ölümle burun buruna çarpışan kurucu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün, tüm
yaşadıklarına karşın Anzak askerleri için sarf ettiği şefkatli sözler, ilelebet yolumuzu
aydınlatmaya devam edecek:
“Bu memleketin topraklarında kanlarını döken kahramanlar!
Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz.
Sizler, Mehmetçik’lerle yanyana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını
harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim
bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda
canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Filmden Kareler
sarı elma” (zlatnu jabuku) |
sarı elma” (zlatnu jabuku) |
sarı elma” (zlatnu jabuku) |
sarı elma” (zlatnu jabuku) |
Bu içerik Kuzey Kalesi tarafından hazırlanmıştır.