Üç saati aşan uzun bir film. Bir Alman U-botunun seyri boyunca mürettabatın
yaşadıkları anlatılıyor. Açılış şenlikli. La Rochelle’deki denizaltı üssünde ucuz
bir Fransız kabaresi ve askerler eğlenirken gösterilmiş. Sonrası bekleyişle dolu.Bir denizaltı filminin o lmazsa olmazları "Klostrofobi" ve "gergin bekleyiş" duyguları tam yansıtılamamış sanki. Kötü film diyemem ama genel olarak "en iyi denizaltı filmi" gibi övgüler üzerine oluşan büyük beklentimi karşılamadı.
Aslında
kötü bir dublajla seyretmek “seyir” zevkimi epey olumsuz etkiledi. Konuyu araştırdım. Wiki’ye göre film sessiz çekilmiş ama sonra her aktör kendi karakterine dublaj yapmış. Neticede seslerin
sonradan eklendiğinin çok sırıtması atmosfere gömülmeyi zorlaştırıyor.
Klaus
Doldinger’in bestesi yakışmış ve film boyunca leitmotif olarak sık sık
tekrarlanıyor. Its a Long Way to Tipperary marşı insanı coşturan hareketli bir
parça. Zamanın büyük oranda “beklemek”le eşdeğer olduğu denizaltıda hidrofonun
başındaki Heinrich’in favorisi “J’attendrai”, filmin OST’sinde not ettiğim bir diğer şarkı
oldu.
Aklımda kalan sahneler açılıştaki kabare, makinistin cinnet anı, batan gemideki yolcuları izlemeleri ve final sahnesi oldu.
Aklımda kalan sahneler açılıştaki kabare, makinistin cinnet anı, batan gemideki yolcuları izlemeleri ve final sahnesi oldu.
Filmin
uyarlandığı kitabın yazarı Lothar-Günther Buchheim sonuçtan pek memnun kalmamış:
"Uttering concerns about the end result, Buchheim felt that unlike his clearly anti-war novel the adaptation was “another re-glorification and re-mystification” of the German World War II U-boat war, German heroism and nationalism. He called the film a cross between a “cheap, shallow American action flick” and a “contemporary German propaganda newsreel from World War II”