L’Aile Brisée
(Hep Kırıktı Bir Kanadı)
Senarist: Antonio Altarriba
Resimleyen: Kim
Siyah-beyaz/266s/2016
Denoel Graphic
GİRİŞ
Kapağı kaldıran okur yeni bir hikayeye gözlerini açtığında ilk
karşılaştığı iğneyle delik deşik olmuş bir kolun yakın plan resmi olur. Hasta
bir yaşlı kadın ölüm döşeğindedir. Oğlu hemşireye annesinin kolundaki yaraları sorduğunda,
damar ince ve belirsiz olduğu için girmekte zorlandığını söyler. Adam niye
diğer kolunu hiç denemediğini sorduğunda ise annesinin o kolu kırık olduğu için
düzleyemediği cevabını alır. İşte bu basit gibi görünen cevap adamı müthiş sarsar.
Yıllarca beraber yaşadığı annesinin sol kolunu kullanamadığını nasıl olup da
bilmediğini sorgulamaya başlar. Akşam konuyu babasına açtığında onun da haberi
olmamasına bir kez daha şaşırır. Hayret, utanç ve pişmanlık duyguları içini
doldurur. Düşüncelerini tek bir soru doldurur: “Bunca yıldır nasıl fark
etmedim..!”
KONU
Uçma Sanatı ile babasının hikayesini anlatarak gönülleri fetheden ve
ÇRı edebiyat aracı olarak başarıyla kullanan Antonio Altarriba, bu kez bizleri
annesinin yaşamıyla buluşturuyor. Çizer ise yine Uçma Sanatı’ndan tanıdığımız
Kim, ya da tam ismiyle Joaquim Aubert. Aslında Hep Kırıktı Bir Kanadı albümünde hikayenin baş rolde olduğunu
söyleyebilirim. Resimler ise rol çalmadan hikayeye eşlik ederken, sivrilmeye
çalışmayan uyumlu ve olgun bir partner görüntüsü çiziyor.
AYRINTILAR
Giriş ve Bitiş bölümlerini saymazsak albüm 4 kısma ayrılmış. Aslında Petra’nın hayatında ciddi etkisi olan
4 erkeğe ayrılmış demek daha doğru olur.
,
Damian (1918-1942) Baba
Juan Bautista (1942-1950) İşveren
Antonio (1950-1985) Eş
Emilio (1985-1998) Sevgili
Petra’nın yaşamının, hayatında etkisi olan erkeklere göre bölümlenmesi dahi
hem hikayenin özü hem de yaşadığı
ortamın kadın haklarına yönelik yaklaşımı açısından pek çok şeyi anlatıyor. Bu
dönemi kapsayan İspanya tarihine birkaç
cümleyle baktığımızda bu konu daha iyi anlaşılacaktır.
O DÖNEM İSPANYA
1931 yılında İkinci Cumhuriyet kadın-erkek eşitliğini getirmesine karşın
bu durum uzun sürmedi. 1936’da başlayan İspanyol İç Savaşını Franko
önderliğindeki Milliyetçilerin kazanmasıyla kadın hakları dibe vurdu. 1975’te
Franko’nun ölümüne kadar sürecek olan dönemde kadınlar erkeklerden daha aşağı
bir varlık sayıldılar. Nasıl mı? Artık kadınlar bir erkeğin vasiliği altında
yaşamak zorundaydı. Bu önce baba sonra da koca olacaktı. 25 yaşına gelene kadar
evlilik dışında bir sebeple kadınlar babalarından ayrılamayacaktı. Evlendikten sonra
ise çalışmaları yasaktı. Bir araba almak istediklerinde, hatta bankaya bir
hesap açtırmak için gittiklerinde bile kocalarının muvafakatnamesini
göstermeleri gerekiyordu. Ne miras ne de boşanabilme hakları vardı. İktidardaki
Franko rejimine göre kadın eve kapanmalı, itaatkar ve katı bir katolik ahlak
timsali olmalı ve ömrünü kocası ile çocuklarına vakfetmeliydi. Ekonomik
bozukluklar rejimin kadınların çalışma hakları konusunda yumuşamasına yol açsa
da kadının ikinci sınıf görülmesi sosyal ortama hakim olmaya devam etti.
PETRA
Petra’nın yaşamına bunları bilerek yaklaştığımızda dönemin kadınının bir
portresi olarak da görülebilir. Altarriba annesini kahramanlaştırma yoluna
gitmiyor. Yaşam gailesi içinde sürüklenen, katolik inancına bağlı, kanaatkar ve
iyi niyetli bir kadın olarak resmediyor. Albümün bütününe baktığımızda Petra’nın
yaşamında en fazla değer verdiği olgunun dini inancı olduğu açıkça görülüyor. Son
dakikalarında dahi bu inanca bağlılığını yansıtıyor. Yine Altarriba annesi ile babası
arasındaki uzaklaşma ve yabancılaşma sürecinde taraf olmadan yaşananları
aktarıyor ve sorgulamaktan ziyade ayrılık sonrası devam eden yaşamın getirdiği
yeni hayatları konu ediyor.
KANADI KIRIKLAR
Petra’nın özelinde “sol kanadı kırık” olarak dönemin İspanyol toplumu ve siyaset iklimi de betimlenmiş oluyor. Kadın haklarını yerle bir eden, dolayısıyla halkının ve
ülkesinin bir kanadını kıran “erkekçi zorba yaklaşımın” yol açtığı yıkımlarla
dolu sayfalar bekliyor okuyucuyu. Çolaklaştırılmış bir toplumun debelenmelerine
şahit oluyoruz hikaye boyunca. Albümün başında Petra’nın kolundaki morlukların
görüntüsüyle, doğduğu kasabanın uzaktan görünüşü arasındaki benzerlik bir
şeyler anlatıyor olmalı.
Altarriba dine olmasa da din görevlilerinin iki yüzlülüklerine vurgu
yapmaktan geri durmuyor. Ölen annesiyle yalnız kalmasına izin vermeyen rahibeyi
kovması, kilisenin huzurevindeki rahibenin kötülükleri, Petra günah çıkarırken
rahibin uyuyup kalması gibi sahnelerle karşılaşıyoruz.
“Kol kırılır, yen içinde kalır” lafı aklıma geliyor. İşte bu ÇRda yenin
içine “hapsedilen” ve hatta o yene mahkum edilen kolun verdiği yaşam savaşına
tanık oluyoruz. Petra’nın hayatı, hareket ediyormuş gibi yapan ama aslında hareket yeteneğini
büyük oranda kaybetmiş bir kolun durumu idare edişini hatırlatıyor. Toplumsal
imkanlar el verdiği ölçüde sıradan bir yaşama tutunmaya gayret eden bir kadını izliyoruz.
Kalbinin
kırıklığı gibi kolunun kırığını da hep içinde saklayan bir kadının şahsında, İspanyol toplumunun hüzünlü bir panoraması.