“...Shall we play a game?”
Video kaset çılgınlığının
Türkiye’de hız kazanmaya başladığı yıllarda sevimsiz karton muhafazalar içinde
satılan kasetlere alışmış bir çocuk olarak, rafta daha önce olmayan, rengarenk
resimlere sahip bir kaç kaset kutusu acayip ilgimi çekmişti. Hemen elime alıp
incelemeye başladım. Plastik bir kaptı ama dış kısmı naylonla sarılmıştı ve
plastikle şeffaf naylon arasına filmin resmi ve hakkındaki bilgileri içeren süslü
bir insert (kapak) yerleştirilmişti. Warner Bros firmasına ait WB logosunu
taşıyan bu filmlerin etkileyici kutuları çok hoşuma gitmişti doğrusu. İlk
partide sanırım 8-10 tane gelmişti. Ve bu gelenler arasında neler yoktu ki:
Beter Böcek (Beetle Juice), Sevimli Aile Tatilde (National Lampoon’s Vacation),
veeee...Savaş Oyunları..! (War Games).
Bir kere kapaktaki resim
inanılmazdı. Ben yaşlarda bir çocuk (Matthew Broderick) bilgisayarın karşısında
bir şeyler oynuyordu. Üstelik yanında da çok güzel bir kız vardı (Ally Sheedy).
E ben daha ne isterim ki bu dünyada
deyip hemen kaseti kiraladım. Eve giden yokuşu hızla çıktım. Salona geçtim, perdeleri sımsıkı kapattım, ve kasedi videoya
koyup, televizyonun karşısındaki koltuğa zıpladım. Tüh yahu heyecandan kola
almayı unuttuk diye kendi kendime söylendikten sonra mutfaktan kolamı doldurup
geldim ve tekrar yerime yerleştim.
Her film benim dış
dünyayla bağlarımı bir süre koparır, hatta bazılarını seyrettikten sonra uzun
süre geri dönemediğim çok olmuştur ve hala da olur. İçimden bir ses uzun süre
etkisinden çıkamayacağım filmlerden biri ile karşı karşıya olduğumu söylüyordu.
Açılışta yeni çıkacak filmlerin fragmanlarını seyrettikten sonra nihayet sıra Savaş
Oyunlarına geldi. Film bir savunma üssüyle açılıyordu. 10-15 dakika boyunca
üsteki bir karışıklığın verilmesinin ardından film benim için esas olarak
başladı.
Başroldeki karakterin
ismi David Lightman’dı. Matthew Broderick inanılmaz bir oyun çıkarıyordu.
Yanında da güzeller güzeli Ally Sheedy ona eşlik ediyordu. Profesör Falken ile
General de rollerine çok uygundu. Filmin ana teması bilgisayar oyunlarına
meraklı bir gencin, henüz çıkmamış bir kaç yeni oyuna ulaşmaya çalışırken ABD Hava Kuvvetleri bilgisayarlarına girip
Rusya’ya karşı füze fırlatma sistemini (WOPR) harekete geçirmesi üzerine
kuruluydu.
Filmin içinde bilhassa
Lightman’ın “Galaga” oyununu bitirip okula yetiştiği, kütüphanede şifreyi
çözmek için araştırma yaptığı, okulun bilgisayarına girip notlarını
değiştirdiği, bir de Jennifer’ın (Ally Sheedy) koşarak Lightman’ın evine
gittiği sahneler favorimdi. Elbette sınıftaki “aseksül üreme” esprisini de
hatırlamazsak olmaz J.
Modem kavramı ile ilk
tanışmam da sanırım bu film aracılığıyla olmuştu. DefCon lafı da o günlerde
dilime pelesenk olmuş laflardan biriydi. Şifreyi çözme çalışmaları
sırasında Lightman iki arkadaşını ziyaret ediyordu. Bu iki karaktere
baktığımızda bilhassa birisinde “geek” lafının tam bir tanımını görür gibi
olursunuz.
Film bittikten sonra bir
şeyler atıştırıp hemen tekrar izlemiştim. Sonrada defalarca yeniden kiraladım.
Hala seyretmekten zevk aldığım filmlerden birisi. Artık eski bir arkadaşım gibi
oldu David Lightman ve bu inanılmaz macerası. Matthew Broderick ve Ally
Sheedy’yi bu filmden sonra takip etmeye çalıştım. İkisi de nefis filmlerle
kariyerlerine devam ediyorlar. Filmin benim üzerimdeki izlerinden birisi de o
zamanlar dünyada meydana gelen UFO olaylarını “Bilinmeyen” dergisinden ve çeşitli
kitaplardan toplayıp dosyalayabileceğim küçük bir basic programı kodlayıp
(aslında bu konuda çok beceriksizimdir hala hayret ederim o zaman nasıl
yaptığıma), şifre olarak “Joshua” kelimesini tercih etmemdi.
Lightman’ın kullandığı
bilgisayarı gidip bilgisayarcılara sorduğumu bile hatırlıyorum. IMSAI diye bir
markası vardı. O zamanlar bilgisayarcılara bayağı kızmış, içimden “bunlar daha
IMSAI’yi duymamışlar bile, ohoooooo...” diye söyleniyordum.
O zamanlar çocuk filmi
diye küçümseyenler çoktu, şimdilerde sinema klasikleri arasındaki yerini almış
durumda. War Games yeni bir çağın, yani dijital
günlerin müjdecisi olan ilk filmlerden birisiydi ve bunu çok başarılı bir
şekilde yaptı. Filmde Joshua’nın verdiği bir mesaj, hayatın pek çok alanına
uygulanabilir nitelikteydi bence:
“A strange game. The only
winning move is not to play.”
(Arşivden)