Yaşamın benim için 64.
boyutla (yani Commodore 64) dünyamız arasında geçtiği yıllarda günler kayıp
hazineleri bulmaya çalışmakla, canavarları tepeleyip prensesleri kurtarmakla,
kendime imparatorluklar kurup kötü büyücüleri kovalamakla geçiyordu. Bir gün yeni
birkaç oyun almak için gittiğim Kadıköy Efes İşhanı'ndaki bilgisayarcıda gözüme
bir dergi ilişti. Hayatımın bundan sonraki 2-3 senesinde müptelası olacağım
bu derginin ismi yine bu özel rakamı taşıyordu: “64’ler”.
Yürümeyi sevdiğim için
Kızıltoprak'tan Altıyol'a dolmuşa binmeden gidip gelirdim. Zaten genelde
arkadaşlarla beraber giderdik. Oyun almak için yaptığımız bu Kadıköy ziyaretleri bizim
için Frodo ve arkadaşlarının yolculuklarından farksızdı. Çok eğlendiğimiz için
hep yolu uzatıp daha geç dönmeye çalışırdık. Yolda derginin kapağını açıp içine
göz gezdirmemle beraber aklım başımdan gitmişti. Kapağında He-man ve Platoon
gibi iki favori filmimin resimlerinin olması bile dergiyi almam için zaten yeterliydi.
Yoksa bu filmlerin oyunları mı çıkacaktı??? Elias olup Çavuş Barnes’a yaptığını
ödetebilmek !! Eve varmadan tamamını okumuştum bile. Evde bir daha okudum ama
bu sefer buz gibi bir kola eşliğinde. Sonra bir sandviç yapıp HERO oynadım ve
yatmadan önce tekrar okudum (O oyunu da bir ara uzun uzun yazmak istiyorum). Nedense kendimi çok mutlu hissediyordum
Dergi sanki benim için
yazılmış gibiydi. Üstelik dili de biz çocukların konuştuğu dile çok yakındı. Sonradan
dergide zaten yaşıtlarımın yazdığını öğrenecektim. İçinde sadece yeni oyunlar
hakkında tanıtımlar ve açıklamalar vardı. Tamam işte..! Bu tam da benim kafama
göre bir dergiydi. Aslında yabancı bir kaç oyun dergisini bulmak zor da olsa
mümkündü (Commodore User gibi) ama fiyatları çok pahalı olduğu için onun yerine
oyun almak daha mantıklı gelirdi. Commodore dergisinde ise oyun azdı ve daha pahalıydı. Üstelik dili soğuk gelirdi.
64’ler her sayıda kendini
geliştirdi. Sayfa sayısı arttı. Resimlerin ve kağıdın kalitesi yükseldi. Geceleri oturur haftasonu
alacağım oyunların listesini bu dergiye göre çıkarır, bütçeme uydurmak için
defalarca elden geçirirdim. Her oyunun ekran resmini dikkatle inceler, hoşuma
gidenlerle ilgili türlü hayallere dalar giderdim. Bazı sayıları vardı ki sırf
kapağını duvara asmak için iki tane alınırdı. Örnek mi? Şu “Barbarian II”
kapağını kim unutabilir? Ya Indiana Jones III kapağı..? Bir de Last Ninja’lı bir kapak vardı. Bence
pek güzel bir tasarım değildi ama yeşil fon üzerinde zıplayan kılıçlı bir
ninja’nın resmedildiği bu kapak konuştuğum insanların, ben de dahil, en çabuk
ve en sık hatırladıkları kapak olmuş. İlginç.
Belli bir sayıdan sonra
kapaklar mavi bir çerçeveyle çıkmaya başladı. Daha önceleri sıkı bir takipçisi
olduğum Walt Disney Çocuk Ansiklopedisinin fasikülleri gibi haftalık olarak
çıkmasa da, ay başını iple çeker olmuştum.
Derginin enteresan
özelliklerinden birisi de günümüzdeki anlamıyla sitcom benzeri bir kadro
sunumuna sahip olmasıydı bence. Yazarlar sadece isim olarak değil, karakter
olarak da kendini hissettirirdi. Mesela Muhasebe Müdürü olarak aklımda kalmış
Rengin abla imajı bile başlı başına bir karakterdi. Bugün hangi dergide
muhasebe müdürü ile ilgili kafanızda bir imaj oluşur ki? Derginin ilk
sayfasında pespembe yanaklarıyla sizi karşılayan ve o sayıdaki içeriği ve
gelişmeleri özetleyen Abdurrahman Pala aynı zamanda derginin de sahibiydi ama bir çeşit Hulusi
Kentmen rolü üstlenir gibi gelirdi bana. Nette onunla yapılmış bir röportaj
var. Derginin hikayesini yükseliş ve çöküş süreçleriyle anlatıyor, bana enteresan geldi, ilgilenenler yazının sonundaki linkten okuyabilir.:
64’ler’den bahsederken
bir isim vardır ki adı bazen derginin
bile ötesine geçmiştir. Takip etmiş olanlarınız tahmin ediyor herhalde: Murat
Adanç, ya da dergideki köşesinin adıyla
MAC.
Bu çocuk İTÜ’de okuyordu,
rock-metal dinliyor, fantastik romanlardan bahsediyor; adventure , FRP, RPG
tarzında oyunlara dair ipuçları veriyor, görüşlerini belirtiyor, ve kendine has bir pesimist felsefeyle yazılar
yazıyordu. Yazıların girişi genelde hayata dair gotik öğeler taşıyan ve
bunalımlı bir tespitle başlar, sonra okuyucu mektuplarına cevap verirken
esprili bir üsluba bürünerek kimsenin sıkılmamasını bir şekilde sağlardı. Rock
müzik ve adventure oyunlarıyla haşır
neşir olmamda bu çocuğun da katkısı olmuştur. Sonraları bir ara Game Show dergisinde yazdığını gördüm ama 64'ler dönemindeki gibi takip edemedim.
Peki dergi bu kadar
başarılıydı da, bilgisayar ve oyun dünyası dünyada gelişmesine ve gelirlerini
inanılmaz oranda arttırmasına karşın niçin ömrü çok uzun olmadı ve nasıl yayınına
son vermek zorunda kaldı? Aslında bu sorunun cevabı Abdurrahman Pala
röportajında büyük ölçüde aydınlanıyor. Bilgisayarcıların bir kısmı sattıkları
dergilerin parasını vermiyormuş . Bunu okuduğumda keşke abone olsaymışım diye
düşündüm. Belki abartıydı ama kötü bir şeye hizmet etmiş gibi, arkadaşına kötü
davranılmasına ses çıkartmamış gibi hissettim kendimi.
Nadiren de olsa bu
dergiden bahsedildiğini duyduğumda ya da bir resmine rastladığımda bir an yüzümde
mutlaka bir tebessüm beliriyor, çok eski bir dostum gözümün önüne geliyor ve kolamı
içerken alacağım oyunların listesini çıkarır gibi hissediyorum...
Emeği geçmiş herkese
helal olsun.
Teşekkürler
BAĞLANTILAR