7 Mart 2017 Salı

64'LER DERGİSİ

Yaşamın benim için 64. boyutla (yani Commodore 64) dünyamız arasında geçtiği yıllarda günler kayıp hazineleri bulmaya çalışmakla, canavarları tepeleyip prensesleri kurtarmakla, kendime imparatorluklar kurup kötü büyücüleri kovalamakla geçiyordu. Bir gün yeni birkaç oyun almak için gittiğim Kadıköy Efes İşhanı'ndaki bilgisayarcıda gözüme bir dergi ilişti. Hayatımın bundan sonraki 2-3 senesinde müptelası olacağım bu derginin ismi yine bu özel rakamı taşıyordu: “64’ler”. 

Yürümeyi sevdiğim için Kızıltoprak'tan Altıyol'a dolmuşa binmeden gidip gelirdim. Zaten genelde arkadaşlarla beraber giderdik. Oyun almak için yaptığımız bu Kadıköy ziyaretleri bizim için Frodo ve arkadaşlarının yolculuklarından farksızdı. Çok eğlendiğimiz için hep yolu uzatıp daha geç dönmeye çalışırdık. Yolda derginin kapağını açıp içine göz gezdirmemle beraber aklım başımdan gitmişti. Kapağında He-man ve Platoon gibi iki favori filmimin resimlerinin olması bile dergiyi almam için zaten yeterliydi. Yoksa bu filmlerin oyunları mı çıkacaktı??? Elias olup Çavuş Barnes’a yaptığını ödetebilmek !! Eve varmadan tamamını okumuştum bile. Evde bir daha okudum ama bu sefer buz gibi bir kola eşliğinde. Sonra bir sandviç yapıp HERO oynadım ve yatmadan önce tekrar okudum (O oyunu da bir ara uzun uzun yazmak istiyorum). Nedense kendimi çok  mutlu hissediyordum 


Dergi sanki benim için yazılmış gibiydi. Üstelik dili de biz çocukların konuştuğu dile çok yakındı. Sonradan dergide zaten yaşıtlarımın yazdığını öğrenecektim. İçinde sadece yeni oyunlar hakkında tanıtımlar ve açıklamalar vardı. Tamam işte..! Bu tam da benim kafama göre bir dergiydi. Aslında yabancı bir kaç oyun dergisini bulmak zor da olsa mümkündü (Commodore User gibi) ama fiyatları çok pahalı olduğu için onun yerine oyun almak daha mantıklı gelirdi. Commodore dergisinde ise oyun azdı ve daha pahalıydı. Üstelik dili soğuk gelirdi.

64’ler her sayıda kendini geliştirdi. Sayfa sayısı arttı. Resimlerin ve kağıdın  kalitesi yükseldi. Geceleri oturur haftasonu alacağım oyunların listesini bu dergiye göre çıkarır, bütçeme uydurmak için defalarca elden geçirirdim. Her oyunun ekran resmini dikkatle inceler, hoşuma gidenlerle ilgili türlü hayallere dalar giderdim. Bazı sayıları vardı ki sırf kapağını duvara asmak için iki tane alınırdı. Örnek mi? Şu “Barbarian II” kapağını kim unutabilir? Ya Indiana Jones III kapağı..?  Bir de Last Ninja’lı bir kapak vardı. Bence pek güzel bir tasarım değildi ama yeşil fon üzerinde zıplayan kılıçlı bir ninja’nın resmedildiği bu kapak konuştuğum insanların, ben de dahil, en çabuk ve en sık hatırladıkları kapak olmuş. İlginç.


Belli bir sayıdan sonra kapaklar mavi bir çerçeveyle çıkmaya başladı. Daha önceleri sıkı bir takipçisi olduğum Walt Disney Çocuk Ansiklopedisinin fasikülleri gibi haftalık olarak çıkmasa da, ay başını iple çeker olmuştum.

Derginin enteresan özelliklerinden birisi de günümüzdeki anlamıyla sitcom benzeri bir kadro sunumuna sahip olmasıydı bence. Yazarlar sadece isim olarak değil, karakter olarak da kendini hissettirirdi. Mesela Muhasebe Müdürü olarak aklımda kalmış Rengin abla imajı bile başlı başına bir karakterdi. Bugün hangi dergide muhasebe müdürü ile ilgili kafanızda bir imaj oluşur ki? Derginin ilk sayfasında pespembe yanaklarıyla sizi karşılayan ve o sayıdaki içeriği ve gelişmeleri özetleyen Abdurrahman Pala aynı zamanda derginin de sahibiydi ama bir çeşit Hulusi Kentmen rolü üstlenir gibi gelirdi bana. Nette onunla yapılmış bir röportaj var. Derginin hikayesini yükseliş ve çöküş süreçleriyle anlatıyor, bana enteresan geldi, ilgilenenler yazının sonundaki linkten okuyabilir.:

64’ler’den bahsederken bir isim vardır ki  adı bazen derginin bile ötesine geçmiştir. Takip etmiş olanlarınız tahmin ediyor herhalde: Murat Adanç,  ya da dergideki köşesinin adıyla MAC.

Bu çocuk İTÜ’de okuyordu, rock-metal dinliyor, fantastik romanlardan bahsediyor; adventure , FRP, RPG tarzında oyunlara dair ipuçları veriyor, görüşlerini belirtiyor, ve  kendine has bir pesimist felsefeyle yazılar yazıyordu. Yazıların girişi genelde hayata dair gotik öğeler taşıyan ve bunalımlı bir tespitle başlar, sonra okuyucu mektuplarına cevap verirken esprili bir üsluba bürünerek kimsenin sıkılmamasını bir şekilde sağlardı. Rock müzik ve adventure oyunlarıyla  haşır neşir olmamda bu çocuğun da katkısı olmuştur. Sonraları bir ara Game Show dergisinde yazdığını gördüm ama 64'ler dönemindeki gibi takip edemedim. 
Peki dergi bu kadar başarılıydı da, bilgisayar ve oyun dünyası dünyada gelişmesine ve gelirlerini inanılmaz oranda arttırmasına karşın niçin ömrü çok uzun olmadı ve nasıl yayınına son vermek zorunda kaldı? Aslında bu sorunun cevabı Abdurrahman Pala röportajında büyük ölçüde aydınlanıyor. Bilgisayarcıların bir kısmı sattıkları dergilerin parasını vermiyormuş . Bunu okuduğumda keşke abone olsaymışım diye düşündüm. Belki abartıydı ama kötü bir şeye hizmet etmiş gibi, arkadaşına kötü davranılmasına ses çıkartmamış gibi hissettim kendimi.

Nadiren de olsa bu dergiden bahsedildiğini duyduğumda ya da bir resmine rastladığımda bir an yüzümde mutlaka bir tebessüm beliriyor, çok eski bir dostum gözümün önüne geliyor ve kolamı içerken alacağım oyunların listesini çıkarır gibi hissediyorum...

Emeği geçmiş herkese helal olsun.
Teşekkürler

BAĞLANTILAR

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...